Cilt Bakım Sözlüğü: Bilmeniz Gereken İçerikler
Yazı Boyutu:
Asitlerden lipitlere, antioksidanlardan kolajene; cilt bakım ürünlerindeki en popüler içerikler nedir, neye yararlar, hepsi bu dosyada!
AHA’lar, BHA’lar, antioksidanlar, lipitler, türlü türlü asitler… Cilt bakım ürünlerinin formüllerinde sıkça gördüğünüz bu bileşenler tam olarak nedir, neye yararlar? Peki ihtiyacınız olan hangileridir? Sizin için işleri kolaylaştırmak istedim; bir ürün alacağınız zaman kendinizi biyoloji sözlüsünde gibi hissetmenize neden olan içerikleri bu cilt bakım sözlüğünde bir araya getirdim. Temizleyiciden nemlendiriciye, maskeden seruma, cilt bakım ürünlerinde en çok karşımıza çıkan bu süper kahramanları buyurun yakından tanıyın.
AHA (Alfa Hidroksi Asitler)
Bir kimyasal soyucu türü olan AHA’lar, ölü hücreleri cilt yüzeyinde bir arada tutan bağları çözerek eksfoliasyon sağlıyor; böylelikle hücre döngüsü hızlanıyor ve yeni hücreler yüzeye çıkıyor. Şeker kamışı, süt ve meyvelerden elde edilen bu asit ailesi, en popülerleri glikolik asit ve laktik asit olmak üzere, başlıca malik asit, sitrik asit ve tartarik asitten oluşuyor. Yaş aldıkça hücre yenilenmesi yavaşlıyor. AHA’lar, cildi mekanik eksfoliasyonun aşındırıcı etkilerine maruz bırakmadan ölü hücrelerden arındırıyor.
Soyucu özelliğiyle yüzeydeki pigmentasyon lekelerini gidermeye yardımcı olan, cilt dokusunu pürüzsüzleştiren ve cilde parlaklık kazandıran bu asitler, aynı zamanda doğal hyalüronik asit üretimini destekleyerek cildin nem tutma yeteneğini artırıyor. Alfa hidroksi asitler, ciltte güneşe karşı hassasiyet oluşturuyor. Bu nedenle akşam bakımında tercih edilmesi ve ertesi gün dışarı çıkmadan önce cilde güneş koruyucu uygulanması öneriliyor. AHA’ları kullanmaya cildi alıştırarak, haftada 1-2 uygulamayla başlamak gerekiyor. Eğer çok hassas bir cilde sahipseniz veya rosacea, egzema gibi inflamatuar cilt hastalıklarınız varsa bu asitler size göre değil.
Antioksidanlar
Cildi serbest radikallerin yarattığı oksidatif hasara karşı koruyan antioksidanlar, yaşlanma karşıtı bakım ürünlerinde mutlaka aramanız gereken içerikler. UV ışınları, hava kirliliği, kızılötesi radyasyon, kimyasallar, sigara dumanı gibi çevresel faktörler ve sağlıksız beslenme, yetersiz uyku gibi bazı yaşam biçimi alışkanlıkları ciltte hücresel hasara neden olan serbest radikalleri yaratır. Yeterli antioksidan olmadığında, cilt çevresel saldırılara karşı koyamaz; bu da zayıflamış bir cilt bariyeri, lekelenme, matlaşma, düzensiz cilt tonu ve ince çizgiler, kırışıklıklar, sıkılık kaybı gibi erken yaşlanma belirtileriyle sonuçlanır.
Daha sıkı, pürüzsüz, aydınlık, parlak ve eşit tonlu cilde giden yol, antioksidanlardan geçiyor. Cilt yüzeyini bir kalkan gibi kaplayarak çevresel tetikleyicilere karşı koruyan, serbest radikalleri nötralize ederek hücresel hasarın önüne geçmek için çalışan antioksidanlar; hem önleyici hem de tedavi edici özelliğiyle bakım rutininizin başrol oyuncuları olmalı. Ürün içeriklerinde en çok karşımıza çıkan antioksidanlar A, C ve E vitaminleri, yeşil çay ve resveratrol. Peki bakım rutininizde bir antioksidandan daha iyi ne olabilir? Yanıtlıyorum: birkaç antioksidan! Yapılan araştırmalar, farklı antioksidanların bir arada kullanıldığında sinerji yaratarak birbirlerinin etkilerini artırdığını gösteriyor. Bu nedenle kullanacağınız ürünün birden fazla antioksidan içermesine dikkat edin.
BHA (Beta Hidroksi Asitler)
Tıpkı AHA’lar gibi bir kimyasal soyucu olan BHA’lar, AHA’lardan farklı olarak yalnız cilt yüzeyinde değil, cildin altında da faaliyet gösteriyor. Şöyle ki: AHA’lar suda çözünürken, BHA’lar yağda çözünüyor; böylelikle gözenekleri tıkayan yağı çözüp, gözeneklerin içine kadar nüfuz ediyor. Bu da onları özellikle akne tedavisinde sıkça başvurulan bir içerik kılıyor.
Söğüt kabuğu, keklik üzümü veya tatlı huş bitkilerinden elde edilen beta hidroksi asitlerin düzenli kullanımı sebum üretimini yavaşlatarak ciltteki fazla yağlanmayı kontrol alıyor, gözenekleri arındırarak siyah nokta oluşumunu önlemeye yardımcı oluyor. Kozmetik ürünlerinde en çok tercih edilen BHA’lar salisilik asit ve betain salisilat. Özellikle salisilik asit, en güçlü ve etkili BHA olarak yağlı ve akneye eğilimli ciltler için geliştirilen ürünlerin neredeyse hepsinin içeriğinde karşımıza çıkıyor. BHA’lar cildi AHA’lar gibi güneş ışınlarına duyarlı hale getirmese de, bu asitleri kullanırken de cildinizi güneşten korumanızda yarar var.
{773623}
C Vitamini
Cilde aydınlık ve ışıltılı bir görünüm kazandıran, topikal olarak düzenli kullanıldığında hem koyu lekelerde açılma sağlayan, hem de yenilerinin oluşmasının önüne geçen C vitamini için antioksidanların kraliçesi diyebiliriz. Donuk ve yorgun cilde enerji verip canlandırmak için başvurulan başlıca içerik olan bu antioksidanı önemli kılan özellikleri bu kadarla sınırlı değil. UV ışınları, hava kirliliği, sigara dumanı gibi çevresel saldırılar, ciltte hücrelere zarar veren, enflamasyona neden olan, kırışıklık ve sıkılık kaybı gibi yaşlanma belirtilerini hızlandıran, cildin yapısını ve nem bariyerini bozan serbest radikallerin oluşumuna yol açıyor. Güçlü bir antioksidan olan C vitamini ise, serbest radikalleri nötralize etmeye yardımcı olarak hücresel hasarı önlüyor. Sabah rutininde uygulandığında cildi gün boyu çevresel faktörlere karşı koruyor, güneş kreminin UV hasarına karşı koruyuculuğunu artırıyor.
Hem cildin sağlıklı olmasını sağlamak, hem de mevcut sorunların onarımını hızlandırmak için kullanılabilen C vitamini, cildin kolajen üretimini artırmakta da önemli rol oynuyor. Böylelikle cilt daha dolgun, sıkı ve pürüzsüz bir görünüm kazanıyor; ince çizgi ve kırışıklıklar azalıyor. Bakım ürünlerinde en çok C vitamininin saf formu olan askorbik asit tercih edilmekle birlikte, bazı ürün içeriklerinde sodyum askorbil fosfat, askorbil palmitat ve retinil askorbat gibi C vitamini türevlerine de rastlayabiliyoruz. Her cilt tipinin tolere edebileceği bir antioksidan olsa da, yüksek konsantrasyonlarda ve asitlerle birlikte uygulandığında hassas ciltlerde irritasyona yol açabiliyor.
Glikolik Asit
AHA ailesinin en popüler ve güçlü üyesi olan glikolik asit, tüm AHA asitleri içinde en küçük moleküllere sahip oluşuyla cildin derinlerine kadar nüfüz edebiliyor. Ancak bu, onu aynı zamanda cildi tahriş edebilecek bir içerik kılıyor. Bu nedenle hassas ve kuru ciltlere önerilmiyor. Cildi aydınlatma ve pürüzsüzleştirme özelliğiyle öne çıkan glikolik asit, bunu sağladığı güçlü eksfoliasyonla cildi etkili bir şekilde ölü hücrelerden arındırarak ve taze hücrelerin cilt yüzeyine çıkmasını kolaylaştırarak yapıyor.
Hücre yenilenmesini hızlandıran bu soyucu asit, şeker kamışı ve meyvelerden elde ediliyor. Cilde ışıltı ve aydınlık görünüm kazandırmanın yanı sıra ciltteki diğer olumlu etkileri ise cilt tonunu eşitlemek, lekeleri hafifletmek, gözenekleri sıkılaştırmak, kolajen üretimini uyararak ince çizgi ve kırışıklıkları azaltmak, akne oluşumunu önlemeye yardımcı olmak ve gözenekleri açarak bakımın sonraki adımlarında kullanılan ürünlerin etkisini artırmak. Temizleyici, tonik, serum ve krem gibi ürünlerin içeriğinde yer alarak bakım rutininin neredeyse her adımında karşımıza çıkabilen glikolik asit, kimyasal peeling gibi profesyonel klinik uygulamalarında da sıkça kullanılıyor.
Hyalüronik Asit
Vücudumuzda bulunan bir şeker molekülü olan hyalüronik asit, bağ dokunun bir parçası olarak hücrelerin arasında yer alıyor. Kendi ağırlığının 1000 katı kadar su molekülünü nem mıknatısı gibi üzerine çekme ve tutma özelliğiyle, cilde, eklemlere, saçlara, sinirlere ve gözlere nem veriyor. Hyalüronik asit, cilde topikal olarak uygulandığında su tutma özelliğiyle ortamdaki nemi cilde hapsediyor, cilt bariyerinin fonksiyonlarını güçlendiriyor, böylelikle nem kaybını da önlüyor. Bu nedenle onu cilde nem vermeyi vadeden neredeyse her bakım ürününün içeriğinde görüyoruz (hatta bazı makyaj ürünlerinde bile!).
Bir asit olduğu halde, isminin aksine, oldukça nazik bir içerik olan hyalüronik asit, en hassas ve tahrişe yatkın ciltler dahil tüm cilt tiplerinde kullanılabiliyor. Hatta yatıştırıcı ve bariyer onarıcı özelliğiyle, bu cilt tiplerinde özellikle tercih ediliyor. Su bazlı ve hafif yapıda olduğu için yağlı ve akneye meyilli ciltleri yağlandırmadan nemlendirmek için de birebir. Hyalüronik asit, cildi nemlendirmeye ve nemliliği muhafaza etmeye yönelik bir asit olsa da, anti-aging etkiler de sağlıyor. Nem tutucu özelliğiyle cilt bariyerini güçlendirdiği için, cilt, yaşlandırıcı faktörlere karşı daha dayanıklı hale geliyor. Artan nemlilik ve dolgunluk ile ince çizgi ve kırışıklıkların görünümü hafifliyor, cilt elastikiyet kazanıyor.
Kolajen
Kendisini son yıllarda güzellik dünyasında en çok konuşulan içerik olarak adlandırabiliriz. Gerek besin takviyesi olarak alınan, gerekse cilde topikal olarak uygulanan kolajenin bu kadar popüler olması boş yere değil. Cilt, tendonlar, kemikler ve kan damarları başta olmak üzere vücutta pek çok doku ve organda bulunan yapısal bir protein türü olan kolajen, bağ dokunun büyük bir bölümünü oluşturur. Vücuttaki hücre ve dokuları tıpkı bir yapıştırıcı gibi bir arada tutar. Cildin en önemli yapısal proteini olan kolajen, cilde güç, esneklik, sağlamlık ve dolgunluk verir; yaraların iyileşmesini tetikler, saç ve tırnakları güçlendirir, başta eklemler olmak üzere kas-iskelet sisteminin sağlığı için gereklidir. Vücudumuzda temelde 4 farklı kolajen proteini vardır. Cildimizi destekleyen ise tip 1 kolajendir.
İlerleyen yaş, sigara kullanımı, şeker tüketimi ve çevresel faktörler nedeniyle hem vücudun yeni kolajen üretimi hem de mevcut kolajen miktarı zaman içinde azalır. Diğer bir deyişle, 30’lu yaşlardan itibaren vücudumuz ürettiği kolajenden daha fazlasını kaybetmeye başlar. Bu durum, ciltte elastikiyet kaybı, ince çizgiler ve kırışıklıklarla sonuçlanır. Peki eksilen kolajeni yerine koymak mümkün mü? Bu fikirden yola çıkarak geliştirilen hayvansal veya bitkisel kolajen içeren krem, maske gibi bakım ürünlerinin ve ağızdan alınan kolajen takviyelerinin sayısı her geçen gün artıyor. Ancak kolajen molekülü, yapısı gereği büyük ve epidermisin içine tam olarak nüfuz edemiyor, aynı şekilde ağızdan takviye olarak alındığında vücut tarafından sindirilmesi de zor. Bu nedenle kullanacağınız kolajenin, hidrolize edilerek vücut tarafından kolayca emilebilecek düşük molekül ağırlığa getirilmesi sonucu elde edilen hidrolize kolajen, diğer adıyla kolajen peptit olmasına dikkat edin.
Laktik Asit
Glikolik asitten sonra en popüler ikinci AHA asidi olan laktik asit sütten elde ediliyor. Moleküler boyutu glikolik aside oranla daha büyük, bu yüzden glikolik asit kadar hızlı ve derinlemesine etki edemiyor. Bu özelliği sayesinde cilt tarafından daha kolay tolere edilebiliyor. Eğer kuru veya hassas cilde sahipseniz, AHA asitlerinin en naziği olan laktik asidi tercih etmelisiniz.
Laktik asit de diğer tüm AHA asitleriyle aynı prensipte çalışıyor. Yani ölü hücreleri cilt yüzeyinde bir arada tutan bağları çözerek cildi soyuyor ve yeniliyor. Ancak bunu daha nazik ve az tahriş edici bir şekilde yapıyor. Böylelikle kızarıklık, yanma hissi ve kuruluk gibi yan etkiler daha az görülüyor. Düzenli kullanımla zaman içinde cilt dokusunu pürüzsüzleştiriyor, parlaklaştırıyor ve cilde eşit tonlu, aydınlık bir görünüm kazandırıyor.
{773376}
Lipitler
Cildin doğal yağları olan lipitler, cilt hücrelerini bir arada tutan yapı taşlarıdır. Cildin en dış katmanı olan stratum korneum’da bulunurlar. Cildin ana bileşenlerinden olan lipitler, cilt bariyerinin güçlülüğünü sağlamakta önemli rol oynar. Cildin dış katmanında seramidler, kolesterol ve serbest yağ asitleri olmak üzere 3 tip lipit vardır. Bunlar adeta cildin savunma görevlileridir. Cilt yüzeyinin hemen altında koruyucu bariyer oluşturarak geçirgenliği önleyen lipitler; UV ışınları, hava kirliliği gibi çevresel faktörlerin saldırılarını dışarıda tutarak cildi hasarlardan korur. Nemi tutarak kuruluğu ve tahrişi önler. Aynı zamanda cildin kendini onarma sürecini de destekler.
Yaş aldıkça cildin lipit üretimi azalır. Mevsimsel değişimler, aşırı eksfoliasyon, sert cilt bakım içerikleri ve beslenmede yetersiz yağ tüketimi gibi faktörler de lipitlerin azalmasına yol açabilir. Bu da ilk olarak ciltte nemsizlikle sonuçlanır. Cilt çevresel saldırılara karşı koymakta zorlanır ve erken yaşlanma belirtilerine açık hale gelir. Ciltte kuruluk, donukluk, hassasiyet, tahrişe yatkınlık, ince çizgiler ve dolgunluk kaybı gözlemlenir. Lipit kaybı cilt bariyerini zayıf düşürdüğü için egzama gibi cilt rahatsızlıkları da meydana gelebilir. İşte bu nedenle cildinizin sağlığını ve güzelliğini koruması için, bakım rutininize lipitleri eklemek oldukça önemlidir.
Niasinamid
B3 vitamininin aktif formu olan niasinamid, cilde uygulandığında hücrelerin enerjisini artırarak hücre yenilenmesini tetikliyor; antioksidan özelliğiyle serbest radikallere karşı koruyucu etki gösteriyor. Her cilt tipine uygun olan ve neredeyse her cilt endişesine cevap veren bu içerik, antienflamatuar ve antibakteriyel oluşuyla özellikle akneli ciltlerin bakım rutininde öne çıkıyor.
Cilt bariyerini güçlendirme ve enflamasyonu azaltma özelliğiyle hassas ciltleri yatıştıran ve dengeleyen niasinamidin cilde sunduğu faydalar saymakla bitmiyor: lipit bariyeri geliştirerek cildin nemi tutmasını sağlıyor, irritasyonun yol açtığı kızarıklığı azaltıyor, cildi hücresel hasara karşı koruyor, koyu lekelerin görünümünü hafifletiyor, sebum üretimini dengeleyerek ciltteki yağlanmayı kontrol altına alıyor, akne oluşumunun önüne geçiyor, siyah noktaları azaltıyor, gözenekleri sıkılaştırıyor, cilde aydınlık ve parlaklık veriyor, cildin doğal kolajen üretimini destekliyor, ince çizgi ve kırışıklıkları azaltıyor.
Peptitler
Peptitler ciltte kolajen, elastin gibi proteinleri oluşturan amino asit zincirleridir. Cilde sıkılığını, dolgunluğunu ve bütünlüğünü veren bu moleküller cildin temel yapı taşlarındandır. Hücrelere sinyal göndererek kolajen üretmeye teşvik ederler. Cildin sağlıklı ve genç görünümünü muhafaza etmesinde katkısı büyük olan peptitler, yaş aldıkça azalır.
Cilt bakım ürünlerindeki peptit teknolojisi, amino asit ve protein zincirleri yaratma esasına dayanır. Topikal olarak uygulanan peptitler, cildin derin katmanlarına nüfuz edip hücrelerin içine sızarak cildin doğal kolajen üretimini uyarma özelliği sayesinde anti aging bakım ürünlerinin içeriğinde sıkça yer alır. Cildin sıkılığını artırmak, ince çizgi ve kırışıklıkları azaltmak, cilt bariyerini onarmak, cildin nemliliğini artırmak, cilde dolgunluk kazandırmak gibi ihtiyaçlar için kozmetik ürünlerinin formüllerine eklenen peptitler; antioksidanlarla birlikte kullanıldığında sinerjik çalışarak etkilerini katlıyor.
{773483}
Prebiyotikler
Prebiyotikler, cilt mikrobiyomunun sağlıklı ve dengede olmasına yardımcı olan yararlı bakterilerin besin kaynağıdır. Cildi kötü bakterilerden koruyan yararlı bakteriler olan probiyotiklerin sayılarını ve etkilerini artırarak cildin kendini savunmasını, onarmasını ve yenilemesini destekler. Aşırı hijyen, cildin pH değeriyle uyumlu olmayan bakım ürünleri, topikal antibiyotiklerin kullanımı, hava kirliliği, UV ışınları, stres ve hormonal değişiklikler gibi faktörler cilt florasının işleyişini bozarak bakteriyel dengesizliklere yol açabiliyor. Bunun sonucu olarak da cilt çevresel faktörlere karşı dayanıksız hale geliyor; ciltte hassasiyet, kızarıklık, kuruluk, erken yaşlanma belirtileri ve akne, egzema gibi enflamasyon kaynaklı şikayetler gözlenebiliyor.
Cilt bakım ürünlerindeki prebiyotikler, cilt florasını yararlı bakteriler için beslenip çoğalabilecekleri elverişli bir ortam haline getirerek cildin doğal koruma mekanizmasını geliştiriyor. Cilt mikrobiyomunun yeniden yapılanmasına destek olarak dış etkenlere karşı cilde dayanıklılık kazandırıyor, hücrelerin kendini yenileme sürecini hızlandırıyor, ciltte elastikiyet ve nemlilik sağlıyor.
Probiyotikler
Vücudumuzda cilt dahil çeşitli organların florasını oluşturan yararlı bakteriler olan probiyotikleri cildin askerleri gibi düşünebilirsiniz. Cildi zararlı bakterilere karşı koruyorlar ve cilt bariyerinin kendini dış etkenlere karşı savunmasına yardımcı oluyorlar. Cildin bağışıklık sistemini güçlendiriyor, cilt mikrobiyomu için sağlıklı bir ortam oluşturuyorlar. Tıpkı prebiyotikler gibi, probiyotikler de çevresel faktörlerden ve hormonal değişimlerden olumsuz etkilenebiliyor. Bu faydalı bakterilerin sayısı azaldığında ise cilt mikrobiyomunun dengesi bozuluyor ve ciltte hassasiyet, tahriş, kuruluk veya akne gibi şikayetler baş göstermeye başlıyor.
Probiyotik içeren bakım ürünleri, cilt florasını yeniden yapılandırarak cilt bariyerinin güçlü olmasına katkı sağlıyor, aynı zamanda cildin kendini onarma sürecini harekete geçiriyor. Çevresel etkenlerin yaşlandırıcı etkilerinden korunmak isteyen herkesin kullanabileceği probiyotikli ürünler; özellikle cildinde hassasiyet yaşayanlar veya akne, egzama, alerjik enflamasyon gibi şikayetleri olanlar için birebir.
Resveratrol
Bitkilerde bulunan, antioksidan özelliği gösteren mikro besinler olan polifenol ailesinin bir üyesi olan resveratrol, 70’ten fazla bitki çeşidinde görülen doğal bir antioksidan. Başlıca kaynakları ise üzüm, yabanmersini, kızılcık, kırmızı şarap ve bitter çikolata. Bitkilerin yüzeyini UV ışınları, mantar enfeksiyonları gibi çevresel faktörlere karşı koruyan resveratrol, serum ve krem gibi cilt bakım ürünlerine eklendiğinde yaşlanmayla mücadele etmek için hücresel seviyede çalışıyor. Yaşlanmaya neden olan hasarlara karşı hücreleri korumakla kalmıyor, sağlıklı hücrelerin üremesini ve çoğalmasını uyarıyor.
Cilde topikal olarak uygulandığında başlıca işlevi cilt yüzeyini korumak olan resveratrol, cilt görünümünü iyileştirmek için çok yönlü çalışıyor. Sağlıklı kolajen üretmeden sorumlu olan fibroblastların fonksiyonlarını geliştiriyor, cilt yaşlanmasına neden olan serbest radikalleri nötralize ediyor, cildi yatıştırma özelliğiyle kızarıklığı azaltıyor, cildi nemlendiriyor, daha eşit tonlu ve aydınlık bir cilt görünümü sağlıyor. Her cilt tipinin kullanabileceği resveratrol, özellikle cildinde güneş hasarı olanların radarına alması gereken bir içerik.
{773831}
Retinol
A vitamininin türevi olan retinoidlerin grubunda yer alan, en güçlü anti-aging bileşeni olarak kabul edilen retinol, Google’da en çok aratılan cilt bakım içeriği olma ünvanına sahip midir bilmiyorum ama, kullanıp kullanmama konusunda en çok tereddüt edilen içerik olduğu kesin. Güçlü yaşlanma karşıtı etkileri ve akne tedavisinde verdiği başarılı sonuçlar ona bu popülariteyi kazandırmış olsa da, ciltte hassasiyet yaratabilen agresif bir bileşen olması nedeniyle, onu kullanmaya başlamadan önce iki kere düşünmek gerekiyor.
Cildi yeni hücreler üretmek üzere harekete geçiren retinol, cildi moleküler seviyede etkileyerek kolajen üretimini artırıyor. O, aynı zamanda bir antioksidan. Bu özelliğiyle serbest radikal hasarına karşı da savaşıyor. Kırışıklıkların görünümünü azaltmaktan cilde sıkılık kazandırmaya, sunduğu gözle görülür yaşlanma karşıtı etkilerle anti-aging bakım ürünlerinde “altın içerik” olarak yer alan retinol, akne tedavisinde de başarılı sonuçlar veriyor. Gözenekleri sıkılaştırmak, cildi aydınlatmak ve koyu leke görünümünü azaltmak ise diğer olumlu tarafları. Ancak retinol, ciltte irritasyona neden olabiliyor. Bu nedenle ilk etapta cildinizi alıştırarak başlamaya ve kullandığınız retinol oranını kademeli olarak artırmaya dikkat edin. Cildi güneşe karşı hassas kıldığı için ve UV ışınları retinolün etkinliğini azalttığı için bu içeriği bir tek gece bakımınızda kullanmaya dikkat edin. Hassas ciltli kişilerin ve rosacea, sedef, egzema gibi enflamatuar cilt rahatsızlığı olanların uzak durması gereken retinolün kullanımı hamilelere de önerilmiyor.
Salisilik Asit
En bilinen ve aynı zamanda en güçlü BHA asidi olan salisilik asit, çok etkili olmasına rağmen AHA’ların en güçlü asidi olan glikolik asit kadar ciltte irritasyon yaratmıyor, çünkü molekül boyutu büyük. Akne savaşçısı olarak öne çıkan salisilik asit, cilt yüzeyini nazikçe soymakla kalmıyor, yağda çözünen bir asit olduğu için gözenekleri tıkayan yağlara etki ediyor, böylelikle akne oluşumunu baştan önlemeye yardımcı oluyor. Sebum üretimini kontrol altına alarak ciltteki fazla yağlanmanın önüne geçen salisilik asit, antienflamatuar özelliğiyle mevcut akneyi de yatıştırıyor. Bu özellikleri nedeniyle onu yalnızca yağlı ciltlere fayda edecek bir asit olarak düşünmeyin. Salisilik asit, akne tedavisinin yanı sıra, siyah nokta oluşumunu önlemek ve gözenekleri arındırıp sıkılaştırmak için de kullanılıyor.
Seramidler
Vücudumuzda doğal olarak bulunan seramidler, cildin yağları olan lipitlerin ailesindendir ve cildin dış yapısının %50’sini oluştururlar. Hücre zarında yüksek konsantrasyonlarda bulunurlar ve hücreleri bir arada tutarak cilt bariyerinin güçlü olmasında önemli rol oynarlar. Cildi bakterilere ve UV ışınları, hava kirliliği gibi çevresel faktörlere karşı koruyan seramidler, cildin su kaybetmesine engel olarak cildin nem dengesini sağlamaya da yardımcıdır. 30’lu yaşlardan itibaren ciltteki seramid üretimi azalır. Cilt yüzeyini tahriş eden kozmetik işlemler ve yanlış ürün seçimleri de ciltteki seramid seviyesini olumsuz etkiler.
Seramidlerin azalması ciltte kuruluk, tahriş, hassasiyet ve erken yaşlanma belirtileri şeklinde kendini gösterir. Cilt bariyeri zayıflayıp geçirgenleşir, cilt reaktif hale gelir, alerjiye ve atopiye eğilim oluşabilir. Kaybedilen seramidi yerine koymak için seramid içerikli formülleri cilde uygulamak cilt bariyerinin onarılmasına ve nemin korunmasına yardımcı olur, böylece cilt daha sağlıklı ve dayanıklı hale gelir. Bu da daha az kırışıklığı olan, daha pürüzsüz, sıkı ve dolgun bir cilt anlamına gelir.