Özel Röportaj: Emily in Paris Oyuncularıyla Bir Aradayız
Yazı Boyutu:
Muhteşem Paris manzaraları, Emily’nin Chicago’dan başlayan eğlenceli yolculuğu, kostümleri ve çok daha fazlasıyla gündemde olan bir dizi var: Emily in Paris. Netflix’in çok izlenen yapımlarından biri olan dizinin oyuncularıyla, üçüncü sezon öncesi roundtable röportajda bir araya geldik ve her anı çok eğlenceli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Oldukça heyecanlı gelişmelerin olduğu, karakterlerin daha kendini bulduğu ve Paris’in daha da ‘ev’ olduğu üçüncü sezonda oldukça fazla sürpriz var. Lily Collins (Emily), Ashley Park (Mindy), Lucas Bravo (Gabriel), Camille Razat (Camille), Lucien Laviscount (Alfie) William Abadie (Antonie), Bruno Gouery (Luc), Samuel Arnold (Julien), Philippine Leroy-Beaulieu (Sylvie) katıldığı röportajda hem oyuncuların karakterlerine dair yorumlarını hem de üçüncü sezona dair sürprizli ipuçlarını aldık.
Üçüncü sezonda Emily in Paris çok daha popüler ve başarılı hale geliyor. Siz bu sezona nasıl hazırlandınız?
Lily Collins: Emily bu sezon daha çok Fransız kültürünün içine karışıyor ve bence verdiği her kararla ve burada geçirdiği zamanla çevresiyle daha da kaynaşıyor; Paris’teki hayatında daha kendinden emin ve rahat oluyor. Bu yüzden hem stili hem arkadaşlıkları hem dili hem işyerinde Emily günden güne daha da oturuyor.
Ashley Park: Birinci sezonda dizi daha çok komedi odaklıydık, ikinci sezonda da müziği araştırdık ve bunu nasıl öne çıkarabileceğimizi çokça konuştuk. Üçüncü sezonda da Mindy’i daha kendiyle barışık ve hayatı, arkadaşlıkları ve şehirle ilgili yeni renkleri keşfederken görüyoruz.
İlk sezondan şimdiye karakterleriniz nasıl değişim geçirdi?
Lily Collins: Üçüncü sezonla birlikte Emily, kendisi olarak Paris’te daha rahat. Şehir içinde daha rahat. Şimdi kendi derisinin içinde daha rahat. Arkadaşlıklarında seçimler yapabiliyor, hem kıyafetleriyle hem de öğrendikleriyle giderek daha fazla Fransız oluyor. Artık şehri karşısına almıyor aksine şehrin dokusunun bir parçası olduğunu hissediyor. Bence bu Emily’nin bir şekilde oynaması gereken eğlenceli bir geçiş süreciydi.
Ashley Park: Bir insanı tanıdıkça birbirlerinin hayatlarına daha fazla hakim oluyorlar. Üçüncü sezonda da bu var. Emily’nin iş hayatındaki başarılarını, Mindy ile arkadaşlıklarındaki yeni boyutları görüyoruz. Ve Mindy’yi bu sezon dizide daha fazla görüyoruz. Bundan önceki sezonlarda geçmiş hayatından ve geçmiş benliğinden kaçtığını gördük. Üçüncü sezonda kendisini nasıl kucakladığını göreceğiz.
Yeni sezonda Emily’nin çok daha özgüvenli olduğunu görüyoruz. Peki sizce bir şehirde yabancı olmak nasıl bir his?
Lily Collins: Yarı İngiliz olduğum için zamanımı Avrupa ve Amerika arasında bölmeyi seviyorum. Avrupa’da, oralıymış gibi yaşayarak daha fazla zaman geçirmeyi özlüyorum. Paris’te üç yıl çekim yaptıktan sonra Emily’nin şehirle daha da kaynaştığını görmek hoşuma gidiyor. Ve evet, sanırım şehir keşfetmeyi seviyorum.
Ashley Park: Emily in Paris’e kadar yurt dışında eğitim ya da yaşama deneyimim olmamıştı. Paris’e ilk gelişim de çekimlerin başlamasıyla oldu. Aynı Emily gibi hissettim. Benim için hayat değiştirici bir deneyim oldu. Şehir keşfetmek tarif edilemez güzellikte bir deneyim ve en iyi arkadaşının da seninle bunu yaşaması gerçekten çok güzel.
Emily in Paris birçok kostümleri, Paris sokaklarıyla bezeli sahneleri ve daha birçok detayla öne çıkıyor. Sizce dizinin bir diğer yanı da kadınlara -özellikle genç kadınlara- ilham vermesi olabilir mi?
Ashley Park: Sanırım evet, birçok yönden ilham verdiğini düşünüyorum. Özellikle Emily gibi iş ve özel hayatı dengede tutmayı başaran karakter başta olmak üzere dizideki kadınları izleyerek birçok özelliğin keşfedileceğini düşünüyorum. Ve dizideki gibi dürüst, açık, yargılamanın olmadığı arkadaşlığı göstermekten de gerçekten gurur duyuyorum.
{106906}
Lily Collins: Gençken her zaman iş odaklıydım ve aşkı her zaman sevmişimdir. Özür dilemeden kendileri olmayı, çalışma odaklı olurken kendilerini seven rol model olabilen karakterleri ekranda göstermek, istediğim bir şey.
Dizide düşmanlar arasında dostluğu da izliyoruz. Bu sarsılmazlığı nasıl tarif ederdiniz?
Ashley Park: Bence bu çok samimi. Sezonlarda da ilginç olan şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlıkların farklı boyutlarını görüyoruz. İçinde herhangi bir pürüz ya da anlaşmazlık varken yetişkin olarak iletişim kurabiliyorsanız bu sıradan bir arkadaşlığı gerçekten bir kız kardeşliğe dönüştürür. Onlar da birbirilerinin Paris’teki seçilmiş aileleri oluyor.
Lily Collins: Yetişkin olarak birbirinizi tüm hayatınız boyunca tanıyormuşsunuz gibi hissettiren o derin köklü bağı bulmak ender görülen bir şey. Birbirini sadece şimdi oldukları gibi görmek ikisinin paylaşımı.
Karakterinizle kendiniz arasında benzer gördüğünüz noktalar var mı?
Lily Collins: Emily gibi iyimser ve çözüm odaklı olmaya çalışıyorum diyebilirim. Bir de şüphe duymadan ya da sorgulamadan insanların iyi yanlarını görmeyi seviyorum. Bu da aslında Emily’nin ta kendisi.
Ashley Park: Ortak olmasa da Mindy’nin sıcak ruhu ve olaylara mizahla liderlik etme şekli bende olmasını istediğim şey olurdu. Karakterimle ortak noktalarımız var ama asıl Lily ile aramızdaki arkadaşlığın Mindy ve Emily karakterlerine yansıdığını düşünüyorum.
Instagram’dan gördüğümüz kadarıyla dizinin çekimlerinde çok eğleniyorsunuz. Bu sezon çekimlerden hatırladığınız en komik an neydi?
Lily Collins: O kadar çok var ki. Eğlence parkındaki çekimler diyebilirim sanırım. Dizinin bölümlerinde çok yer verilmese de çekimler için iki-üç gün sabah çok erken saatte parka gittik. Hızlı trenlerde midemiz bulanana kadar güldük.
Ashley Park: Sanki ömür boyu gülüyor gibiydik.
Lily Collins: Evet, karakterle bir olmuş gibiydik.
Ashley Park: Sette her zaman gülüyoruz.
Karakterleriniz üç sezon boyunca Paris’te büyüdü, gelişti. Peki siz Paris’te nasıl zaman geçirdiniz?
Ashley Park: İlk sezonu pandemi başlamadan hemen önce çekmeye başladık ve her müzeyi görmeye her AirBnB deneyimini yaşamak istedim. İkinci sezon sırasında kapanmalar vardı ve şehirde uzun yürüyüşler yaptık, dış mekanı olan restoranları keşfettik. Üçüncü sezonda ise birçok yeri artık biliyordum ve kapanmalar geride kaldığı için aile ve arkadaşlarımız şehirde bizi ziyarete bile gelebildi.
Lily Collins: Evet, üçüncü sezonda birçok şeyin açık olacağını umarak çekimleri yaptık. Bu sezonu çekerken daha gösterişli şekilde açılan yerler eski bir arkadaşı yeniden görmek gibiydi. Bilinen yerler dışında birçok yeni yeri keşfetmek de çok güzeldi.
Emily in Paris tüm dünyada olumlu tepkiler almayı başardı. Sizi en çok şaşırtan şey ne oldu?
Lily Collins: En çok iki şeye şaşırıyorum. İlki izleyicilerin yaş aralığı. Çok genç yaşlardan büyükannelere kadar çok fazla kişi diziyi izliyor. İkincisi de sokakta insanların gelip ‘valizimi Emily’nin ne giyeceğine göre hazırladım’ demesi. Bu inanılmaz bir iltifat ve asla duyacağımı düşünmezdim. diğim bir şey. Gösteriye dayalı bir şehir için giyinme açısından düşünülmesi gereken bir parçası olmaktan bahsetmiyorum bile, değil mi?
Ashley Park: Dizinin Netflix’te olması sonradan planlandı. Kulağa biraz tuhaf gelebilir ama benim için en büyük şok Netflix şovlarının ne kadar küresel olduğunu görmem oldu. Nereye gidersek gidelim farklı geçmişlerden, farklı yaşlardan, demografilerden ve yerlerden insanların diziyi bildiğini, sevdiğini görmek çok şaşırtıcıydı.
Dizinin en öne çıkan yanlarından biri kesinlikle moda anlayışı. Sizin giymeyi en sevdiğiniz kostüm hangisi oldu?
Lily Collins: Bu sezonun başında kostüm tasarımcısı Marylin’le tanıştığımda bana Emliy’nin kim olduğunu bildiğini söyledi. Daha Fransız stil olarak kakül kestik, benim için farklı şekiller, renkler, baskılar ve tasarımcılarla kombinler yapıldı. Mikro şortlu Dolce & Gabbana, Louis Vuitton’lar ve Provence’taki lavanta tarlalarında tepeden tırnağa ve mor giydiğim inanılmaz bir kıyafet var. Bu kombin de Emily’nin renk paletinde hissettirdi. Bu sezon kostümlere dahil edilen Kopenhaglı Rotate’i de çok sevdim.
Ashley Park: İkinci sezonda Mindy olduğu yeri bulmaya çalışıyordu. Her kıyafeti birbirinden çok farklıydı. Bu sezon bence Mindy’ye şık bir ritim bulduk. Özellikle saçlarım bence kim olduğumu gösteriyor.
Her rolün oyuncunun hem kendine hem de kariyerine bir şeyler kattığını söylerler. Sizin Emily in Paris’ten öğrendikleriniz ne oldu?
Lily Collins: Sanırım olduğun kişi için özür dilememek. Kendiniz olmak ve tüm yönlerinizle kendinizi kabul etmek. Büyük kararlar vermeden önce başkasından fikir almaktansa sessizce oturup beklemek. Ve tabi ki seni dinleyen iyi bir arkadaşının olmasının ne kadar önemli olduğu.
Ashley Park: Gerçekten neye ihtiyacın olduğunu dinlemek ve bunları talep edecek kadar sağlam durmak. Mindy’nin bunu yapabilmesinin harika olduğunu düşünüyorum.
Üçüncü sezonda sizi en çok mutlu eden şey neydi?
Lucas Bravo: Her karakterin dönüştüğünü, kendini bulduğunu gördüğün bir sezon olması. Dizideki her bir isim iki sezonun ardından yeni bir şeye evriliyor, temiz hava etkisi oluyor.
Bu kadar büyük ve global bir yapımın parçası olmak nasıl bir şey?
Camille Razat: Dediğin gibi çok büyük bir sette çalışıyoruz ve üç yılın ardından artık birbirimizi çok daha yakından tanıyoruz. Bu harika. Birlikte zaman geçirmeyi çok seviyoruz.
Darren Star ile çalışmak, onun vizyonunun bir parçası olmak harika olmalı. Onunla çalışmayı anlatabişlir misiniz?
Lucas Bravo: Darren Star o kadar büyüleyici bir dünya yarattı ki, senaryonun güzelliğini içine adımınızı atar atmaz anlıyorsunuz. Her şey büyülü bir prizmadan gözlemleniyor gibi. Onunla her şey gelişiyor ve kendi şehrimizi yeniden keşfediyoruz.
Üçüncü sezonu erkenden izleyen şanslılardan biri olarak bu sezonun en sürpriz isminin Camille olduğunu düşünüyorum. Sizce yeni sezonun şaşırtan karakteri kim?
Camille Razat: Bence Gabriel. Yaptığı işlerle kendini gösterecek.
Lucas Bravo: İltifat ediyor.
Camille Razat: Doğruyu söylüyorum. Gabriel kendisi oluyor ve çok daha kompleks bir karaktere dönüşüyor.
Lucas Bravo: Sadece kibarlık ediyor. Bence de bu sezonun en dikkat çeken karakteri Camille.
Hangisi tam olarak Gabriel’in tarzı? Emily mi, Camille mi? ve neden?
Lucas Bravo: Bildiğiniz gibi Alfie takımı ve Gabriel takımı uzun süredir kapışıyorlar. Ama ben bir ayrım yapmamayı tercih ediyorum. İki kişiyi aynı yoğunlukta iki farklı nedenle sevebileceğinizi düşünüyorum. Bu yüzden kimseyi seçmek istemiyorum.
Camille Razat: Bu tam Gabriel cevabı oldu.
Karakterleriniz hakkında sevmediğiniz şeyler neler?
Camille Razat: Dizideki Camille Emily ile olan kısmında pek dürüst davranmıyor. Aslında ben Emily ile doğrudan konuşmayı ve neler olduğunu, neler yapacağımı söylerdim. Yani dürüstlük sanırım
Lucas Bravo: Gabriel’in gerçeği unutması ve hatalarını sahiplenmek yerine kendini kurban gibi göstermesi diyebilirim.
Camille’in bu sezon Emily ve Mindy ile arası nasıl olacak?
Camille Razat: Üçüncü sezonda Emily ile en samimi ve sağlıklı şekilde arkadaş olmaya çalışacak. Bu yüzden, geçmişte olan pek çok şeyin kesinlikle gerçekleştiğini söylemesinin zaman alacağına inanıyorum. Çok temkinli olacak.
Camille, Gabriel’i affedebilecek mi?
Camille Razat: Herkesin hayatta hata yapmaya hakkı olduğuna inanıyorum. Hatalar kişiyi kötü yapmaz. Bu yüzden umarım onu tamamen affedebilir. Bence Gabriel bunu hak ediyor.
Yeni sezonda birlikte çektiğiniz en unutulmaz sahne ne olacak?
Camille Razat: Spoiler!
Lucas Bravo: Anlat gitsin.
Camille Razat: Son bölümdeki sahneler olacak. Lucas’la birlikte çok güçlü bir sahnemiz var.
Lucas Bravo: Gözlerinden ayrılmak çok zor oldu.
İlk sezonlarda Camille ve Gabriel pek kuvvetli bir ilişkide değiller gibiydi. Sizce neden tekrar bir araya geldiler?
Lucas Bravo: Bütün bir sezon boyunca Gabriel bekar ve Emily’nin peşinden koşuyor. Sonra Camille ortaya çıktığında ve taşınmak istediğinde, evet ondan taşınmasını istiyor. Bence bu Emily ile hiçbir şey olmayacağı gerçeğine boyun eğmek gibi bir şey. Camille’in ikinci seçenek olduğunu, ama peşinden koştuğun asıl şeyin gerçek olmadığının farkındasın. Camille, Gabriel’i affetmemesi gerekirken affediyor. Ama Camille’in de planları var.
Karakterlerinizin en çok hangi yönüyle gurur duyuyorsunuz?
Camille Razat: Camille özellikle bu sezon insanlara karşı daha savunmasız olduğunu gösteriyor. Duyarlı yanını gösteriyor. Bence bu onu aslında çok daha güçlendiriyor. İş hayatında da çok gelişiyor. Bence çok feminen ve güç veren bir karakter.
Lucas Bravo: Sanırım Gabriel’in komşunun oğlu gibi olması ve onu savunmasız ve feminen canlandırmak için bana yer verilmesi hoşuma gidiyor. Ve toksik bir karakter olmamasını seviyorum. Evet Gabriel bazen biraz yumuşak olabiliyor ama bence erkeğin savunmasız halini göstermek de iyi bir şey.
Bir röportajınızda karantinadayken tüm Richard Curtis filmlerini izlediğinizi ve ‘500 Days of Summer’ın favori filmlerinizden biri olduğunuzu söylemişsiniz. Sizin için son romantik erkek diyebilir miyiz?
Lucas Bravo: Eski güzel romantik komediler harika hissettiriyor. Son zamanlarda birçoğunuzun filmlerdeki karanlık gerçeklik, süper kahramanlar ve büyülü dünyalar arasındayız. Bence bunu, insanların sadece aptallıklarının ve sakarlıklarının aşklarını sözle ifade edemediği küçük romantik komedi arasında kaybettik. Aradaki o küçük şeyi seviyorum. Bence çok rahatlatıcı çünkü hiçbir şeyin ciddi olmadığını biliyorsunuz. Romantik komediler bunun için mükemmel.
Karakterlerinizde en çok hayran olduğunuz şey nedir?
Bruno Gouery: Luc harika bir karakter. Çocuk gibi. Bilirsiniz çocuklar diplomasiyi, kuralları düşünmezler. O kadar spontanelerdir. Luc’un da böyle olmasını seviyorum.
Philippine Leroy-Beaulieu: Sylvie çok cesur, istediği şeyleri yapıyor. Bir şeylerin peşine düşmesi, taviz vermemesi gerçekten hoşuma gidiyor. Üçüncü sezonda Sylvie’nin en önemli ailelerden ve modadan birine savaş ilan ettiği bir an var ve bunu sadece onun inancı olduğu için yapıyor. Onda sevdiğim bir yalınlık var.
Netflix’te yayınlanmanın avantajı olarak dünyadaki farklı kültürlere ulaşmak nasıl bir şey?
Samuel Arnold: Hikayeyi çok sayıda insana anlatabilmeyi hayal edin. Netflix’te olmak tüm dünyada olmak gibi bir şey.
Philippine Leroy-Beaulieu: Tüm dünyaya her şeyden bağımsız olarak bir hikaye anlatabiliyorsunuz. Kültürel yanı gösterirken herkesin aynı ihtiyaçları, duyguları, aidiyetleri paylaştığını biliyorsunuz.
Philippine’e sormak istiyorum: Emily in Paris’te taşıdığın kostümlerle adeta dizilerin stil sahibi karakterleri arasında üst sıralarda yer almaya başladın. Bu tasarımları taşımak senin için nasıldı?
Philippine Leroy-Beaulieu: İlk iki sezon Patricia Field ile çalıştık bu sezon ise Marylin Fitoussi ile. Patricia Sylvie’ye feminen olmanın bilgisini verdi. Her şeyin nasıl görünmesi gerektiğine dair çok keskin bakışı var. Paris tutkusunu içinse Marylin’e güvenmek zorundaydı. Yani çok güzel bir iş birliğiydi. İkisi de fikirlerimize çok açık ve bizim karakterleri yaratmamızı seviyorlar.
Sylvie bu şekilde giyiniyor çünkü kendisine bu şekilde saygı duyulacağına inanıyor. Giydikleri aslında bu tür bir zırh. Ayrıca görünüşünün mükemmel olmasına da ihtiyaç duyuyor.
Benim içinse ayaklarım her zaman acıyordu. Çünkü hep rahat olmayan ayakkabılar giyiyordum ki bu sayede Sylvie’yi hatırlıyordum. Sylvie tamamen farklı bir hayattan gelen karakter. Güney Fransa’da yaşıyordu. Sahildeydi. Çok daha özgür biriydi. Sonra Paris’e ayak uydurmak için karakterinin zırhını inşa etmesi gerekiyordu. Topuklu ayakkabılar bana bunu hatırlatan bir yoldu.
Philippine dizide korkutucu bir karaktersin. Herkes senden korkmuş görünüyor. Gerçek hayatta da böyle misin?
Philippine Leroy-Beaulieu: Sanırım herkesin içinde küçük bir canavar vardır. O canavarı tanımalıyız çünkü onun sayesinde hayatta biraz daha iyi yol alabiliriz. Sylvie’nin bu kontrollü korkutucu yanını beğeniyorum.
Üç sezon boyunca Emily’nin Paris ve Paris kültürüne nasıl uyum sağladığını görüyoruz. Emily ile çalışmak dizideki karakterlerinize ne öğretti?
Philippine Leroy-Beaulieu: Bence Sylvie, Emily ile güvenmeyi öğreniyor. Emily’nin yeteneğinin farkında ama ondan işini ve her şeyini çalacak kadar nefret ediyor. Ama zaman ilerledikçe Sylvie bunu bir ortak paydaya dönüştürecek ki bu oldukça Fransız bir şey. Fransızlar yalnız çalışmayı severler. Halbuki Amerika’da takım çalışması gerçekten var olan bir şey. Biliyorsun, bu Sylvie’nin ekibine ihtiyacı olduğunu anladığı bir şey. Bunlara ihtiyacı var. Emily’ye ihtiyacı var. Herkese ve onu açmaya ihtiyacı var.
Samuel Arnold: Julien dokunulmaz olmadığını anladı. Hiçbir şeyi hafife almaması gerektiğini, alçakgönüllü olması gerektiğini; yabancı bir kişiyi ofisinde, ülkesinde ve şehirde ağırlamayı öğrendi
Bruno Gouery: Luc değişmez, bildiğini söyler ve sahip olduğu her şeyi gösterir.
Emily’nin yolculuğunda izlemekten en çok keyif aldığınız şey nedir?
Samuel Arnold: Lily’nin o karakteri oynamasını izlemek ve nasıl ortaya bir karakter çıkardığını görmekti. Emily’nin Fransızlarla daha rahat hale gelmesi, yeni zorluklar keşfetmesi, kimyanın güçlenmesi.
Philippine Leroy-Beaulieu: Sanırım ilk sezonda gelişi biraz üzücüydü. Sylvie ona ikinci sezonda Paris’in tadını çıkar sadece eğlen gibi şeyler söylediğini biliyoruz. Ve Emily o yöne doğru gidiyor. Alfie’ye şarkı söylediği bir sahne bile var. Emily gerçekten kendini ortaya koyuyor ve bir şeyler için risk alıyor. Bu harika.
Bruno Gouery: Bilmiyorum (gülüyor).
Philippine Leroy-Beaulieu: Çok bencilce. Tam Luc gibi.
Bruno Gouery: Evet biraz öyleyim. Küçüklüğümden beri biraz deliyim.
Dizi ilk bakışta çok basit görünmesine rağmen aslında farklı nesillerden güçlü kadınları gösteriyor. Emily in Paris için kadınların güçlenmesinin bir kutlaması diyebilir miyiz?
Philippine Leroy-Beaulieu: Darren Star gerçekten güçlü kadın karakterler yazıyor. Sex and the City’deki gibi. Bundan çok fazla güç çıkıyor çünkü kadını bir kutuya koymuyoruz ya da etiket yapıştırmıyoruz. Onun bir insan olduğunu söylüyor ve neler yaşadığına bakıyoruz. Bu sayede tüm farklılıklar oldukça basit hale geliyor. Tarif çok basit ama sonuç çok çok farklı.
Dizinin en Parizyen karakterleri sizsiniz. Sizce Parizyen olmanın ilk kuralı nedir?
Philippine Leroy-Beaulieu: Her zaman çok kaba ve ters olmak.
Samuel Arnold: Paris’te yaşamak, ilk kural bu.
Bruno Gouery: Bence zamanlamaya dair bildiklerini değiştirmelisin. Paris’teyken her şey çok streslidir. Vakit kaybetmemelisin. Stresi yönetmek zorundasın.
Philippine Leroy-Beaulieu: Parisyen olmak için stresli olmalısınız.
Emily in Paris hayatınızı nasıl değiştirdi? Darren Star’la çalışmak nasıl?
Lucien Laviscount: Dürüst olmak gerekirse onunla çalışmak bir onur. İlk sezonun başarısını gördükten sonra ikinci sezonda ayağım yere basıyor. Ekip, oyuncu kadrosu, Paris, her şey.
İkinci sezonda Paris’i sevmeyen tek karakter Alfie’ydi. Gerçek hayatta Paris’le ilişkiniz nasıl ve üçüncü sezonda Alfie şehirde kalacak mı?
Lucien Laviscount: Evet Alfie şehirde pek iyi değildi ama sonra Emily Cooper ile tanıştı ve sayesinde gözleri açıldı. Üçüncü sezonda Alfie kariyerinde değişimler yapıyor ve Paris evi oluyor.
Kişisel olaraksa Paris’in sunduğu her şeyi seviyorum.
Emily’ye neden hayransınız?
William Abadie: Çok samimi olduğu için.
Lucien Laviscount: Çok ilgili. Lily diziyi çok önemsiyor ve tüm insanlar bunu görüyor.
William, seni Gossip Girl, Sex and the City gibi birçok yapımda da gördük. Emily in Paris’in güçlü yanlarından biri de moda anlayışı. Bu dizide olmanın en güzel yanı senin için ne oldu?
William Abadie: Paris’e geri dönmek. New York’ta yaşıyorum ama uzun yıllar Paris’te yaşadım. Oyunculuğu Paris’te keşfettim. Drama okuluna gittim ve ardından iş bulma umuduyla Amerika’ya gittim. Paris’e dönme umudum hep vardı. Tabii ki hiçbir şeyin planladığın gibi gitmediğini biliyorsun. 20 yılın ardından Emily in Paris ile geri geldim. İşin sonunda tabiri caizse, en güzel hediye bana verilmişti.
Uzun zaman önce Amerika’daki ilk profesyonel işim Sex and the City’deki Prada erkeği olmaktı. Bana ilk işimi veren kişiyle, tüm bu insanlarla bir arada olmak; her şeyin başladığı yere geri gelmek umduğumdan fazlası gibi.
Alfie’de olup Gabriel’de olmayan ne var?
Lucien Laviscount: Öncelikle Alfie bekar. Gabriel’in kız arkadaşı var. Bu büyük bir fark. Ama ikisinin de ortak yanı kendilerini iyi buluyorlar ve aşkı yaşamayı biliyorlar.
Emily in Paris’le birlikte kendinizle ilgili ne öğrendiniz?
Lucien Laviscount: Paris’i sevdiğimi ve kruvasan yemeyi bırakmam gerektiğini.
William Abadie: Paris’e yeniden aşık oldum. Uzun yıllar burada yaşadım ve sonra New York’a gittim. Gözden ırak gönülden ırak sözü gibi buradan uzaklaştım. Ama geri dönüp Paris’i yaşamak benim için dizinin hediyesiydi.