preloader

Biraz Romantik Komedi, Biraz Dram, Çokça Aşk: "Son Ana Kadar"

31.10.2024
Biraz Romantik Komedi, Biraz Dram, Çokça Aşk: "Son Ana Kadar"

Yazı Boyutu:

18 Ekim’de vizyona giren “We Live in Time-Son Ana Kadar” filmini odağımıza aldık. Bir ilişkide yaşanan her türlü iniş-çıkışı ve duyguyu iliklerimize kadar hissettiren bu aşk ve dram filmini, SineGastro yazarı Selçuk Uzman yorumladı.

Biraz Romantik Komedi, Biraz Dram, Çokça Aşk:
Selçuk Uzman

Artık benim için yeni bir filme 8 ve üzeri puanlar vermek zorlaştı. Son dönemin büyük bütçeli yapımlarından sinema zevki alamamak üzücüydü. Neyse ki, hikâyesi güçlü iyi filmler sessiz sedasız kendini hissettiriyor. Büyük tanıtım organizasyonlarına gerek duymadan, sadece gerçek sinemaseverlerin gönüllü tavsiyeleriyle kulaktan kulağa yayılıyor. Çünkü böyle filmlerin üzerine konuşmak ve yazmak sinemaya inancımızı tazeliyor. Perde karardığında Yusuf Atılgan’ın yaptığı gibi, bizi ‘sinemadan çıkmış insan’a dönüştüren tarzda filmlerin azalması, biraz da çağımızın odaklanamama sorunuyla ilgili. Filmciler yaptıkları filmlerle, izleyiciler de izledikleri filmlerle tam bir bütünleşme hali yaşayamıyor. Bu yüzden sinema salonlarının telefonları ve dışarıda hızla akan yaşamı sessize aldıran karanlığına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Biraz Romantik Komedi, Biraz Dram, Çokça Aşk:

We Live in Time’ın hikâyesine odaklanıp girmek zor değil. Duru, basit ama hayatın içinden. “Timeline-hopping” yani zaman çizelgesinde serbestçe ileri geri atlama tekniğiyle ilerliyor. Bu zamanı eğip büken akışıyla başlarken kafa karıştıracağını düşündürse de kısa süre sonra her şey yerli yerine oturuyor. Filmin tamamını sırtlayan iki ana karakter, Tobias (Andrew Garfield) ve Almut (Florence Pugh)’un ilişkisinin her dönemini, kırılma noktalarını görebiliyoruz böylece. Birbirlerini nasıl bulduklarını, aşka nasıl düştüklerini, felaketleri birlikte nasıl göğüslediklerini dizi bölümü gibi ayrı epizotlarla tamamlıyoruz. Yani en başta karmaşa yaratacağını düşündüğümüz şey, karakterlerle aramızdaki mesafeyi kestirme bir yoldan kısaltarak hikâyeyi temelden kavramamızı sağlıyor.

Almut, Michelin yıldızlı lokantada hırslı bir şef. İşiyle arasında başka bir tutkuya yer yok gibi görünüyor. Gece otobanda bornozlu bir adama çarpana kadar rutinleri de pek değişmiyor. Tobias, ucuz atlattığı kazadan sonra boyunlukla gözlerini açtığında karşısında uyuklayan Almut’u görecek. Bornozla o saatte otobanda ne aradığını, boşanma protokolünü imzalayacağı bir kalem almaya çıkmakla açıklayacak. Sanırım bu tuhaflığı açıklamak için boşanma protokolü makul bir sebep. İyileştikten sonra Almut’un çalıştığı lokantaya gidip elinden çıkan fine dining’leri zevkle yiyecek. Aslında ikilinin buluştuğu temel ortaklık konusu, yiyecekler ve seks. Bayıldıkları bir kremalı bisküviyi yerken ya da birdenbire sevişirlerken, her defasında yüksek bir arzu duyuyorlar. Hatta Almut hamileyken de kanser olduğunu öğrendiği gün de durum değişmiyor. Bir ara evlenmeden önce Tobias’ın çocuk istemesi yüzünden ayrılıklarına gidiyoruz. Tobias, boşandıktan sonra ikinci evliliğini yaşayan çoğu erkek gibi temkinli. Almut’un, gerilince her şeyi bitirmeyi göze almış cümlesine evi terk etmekle karşılık verse de vazgeçmiyor. İçten içe hikâyenin sonunun gelmediğini biliyor. Birlikteliklerinin mükemmel günleri ile zor günlerinin dipleri arasında sıçrıyor filmdeki zaman. Almut’un inatçılığı, Tobias’ın sakinliğiyle törpüleniyor. Tobias da tam olarak Almut’un bu tarafına tutulduğunun farkında olarak ilişkiyi yürütüyor.

Biraz Romantik Komedi, Biraz Dram, Çokça Aşk:

Almut, hastalık haberini aldıkları gün Tobias’tan gizli gizli uluslararası bir şef yarışmasında ülkesini temsil etmeye hazırlanıyor. Karnındaki bebeğe ve yumurtalığındaki kiste rağmen ortağı Jade’i (Lee Braithwaite) yanına alarak, paramparça hislerle savaşacağı yoğun tempolu aylar başlıyor. Almut’un kanser teşhisinden sonra ilişkisi, bebeği ve işinden vazgeçmeden yaşama tutunma azmini Florence Pugh mimiklerinde kusursuz taşıyor. Doğrusu Almut, artık hayatta başladığı hiçbir şeyin, gençliğinin buz pateni gibi yarım kalsın istemiyor. Filmin çok iyi düşünülmüş finalinde, onu buzda uzaklaşırken görmek hikâyesini tamamlıyor.

Yönetmen John Crowley, prömiyerden önce Lou Reed’in “Magic and Loss (The Summation)” şarkısıyla filmini özetliyor: “Her şeyde biraz sihir vardır / Ve sonra her şeyi dengeleyen biraz kayıp.”

We Live in Time, romantik komedi türüne sokulamayacak kadar esaslı bir drama. Fakat bir rom-com işinden alınabilecek keyfi de vermeyi ihmal etmiyor. Hayattan ne bir eksik ne bir fazla film. After Life’takine benzer şekerli bir keder. Zaten Tony’nin sevgili karısı da (Kerry Godliman) görünüyor ucundan. Bir başı sevinçten ağlamak, bir başı ölümden beter yaşamak. Ama aşka düşmek var, akşama ne yiyeceğini düşünmek var, her şeye rağmen bir çocuk gülüşünde iyileşmek var.

Selçuk Uzman
Selçuk Uzman Tüm Yazıları