Fotoğrafçılar İle İlgili En İyi Belgeseller
Yazı Boyutu:
Fotoğrafa bakışınızı değiştirecek, fotoğraf çekme merakınızı bir üst seviyeye çıkaracak, fotoğrafçılarla alakalı ilham veren belgeselleri inceledik.
Mutlaka hayatınıza dokunan bir kitap okumuş, bir şarkı dinlemiş veya bir film izlemişsinizdir. Onlar öyle işlerdir ki ruhunuz boşluğa düştüğünde eliniz, kulağınız, gözünüz o eseri arar, kendinizi yeniden bulmak için iyi birer kaynaktırlar.
Fotoğraf çekmek de özellikle her saniye elimizin altında olan akıllı telefonların teknolojik aksamları geliştikçe ve sosyal medya paylaşımının gücü hepimizi etkisi altına aldıkça, hayatımızın her anında olan ve belki de bu yüzden biraz sıradanlaşan bir eylem. Oysa işin aslında ve mutfağında farklı motivasyonlar yatıyor. Bu motivasyonlar farklılaştıkça fotoğrafın içeriği, hikâyesi ve hatta kadrajı dahi değişiyor. Fotoğraf ve onu çeken isimler böyle kıymetleniyor…
İşte size de ilham olabilecek ve fotoğrafa bakışınızı değiştirecek fotoğrafçılık belgeselleri…
National Geographic: The Photographers, 1998 – IMDb: 6.9
“National Geographic: The Photographers” belgeseli, fotoğrafçıların çektiği National Geographic fotoğraflarının her birinin arkasında yatan hikayeleri aktarıyor. Zorlu şartlar altında, belki de saatlerce ve günlerce beklenerek çekilen anların fotoğraflara yansıyan öykülerini anlatan belgesel, fotoğrafçıların gözünden tüm detayları ele alıyor.
Ansel Adams: A Documentary, 2002 – IMDb: 7.7
Birçok poster, takvim ve kitaplarda da eserleri kullanılmaya devam eden fotoğrafçı Ansel Adams’ın hayatı, 2022 yılında yayınlanan “Ansel Adams: A Documentary” belgeseli ile izleyicilerin karşısına çıkıyor. Kendi fotoğraf tekniklerini geliştiren sanatçının hikayesini geniş çapta görebildiğimiz belgeselde, Adams’ın babası ile olan ilişkisinden fotoğrafları hazırlama sürecine kadar süre tüm boyutuyla ele alınıyor.
William Eggleston in the Real World, 2005 – IMDb: 6.1
Michael Almereyda tarafından yönetilen “William Eggleston in the Real World” belgeseli, fotoğrafçı William Eggleston’ın hayatını konu alıyor. 2005 yılında gösterime giren belgesel, renkli fotoğrafların gelişiminde dönüm noktası olan sanatçılardan fotoğrafçı Eggleston hakkında bilinmeyenleri gözler önüne seriyor.
{773458}
Finding Vivian Maier (Vivan Maier’in Peşinde), 2013 – IMDb: 7.7
Hikâye John Maloof’un 2007 senesinde Chicago hakkında yazdığı kitapla alakalı tarihi fotoğraflar bulmak için katıldığı bir açık artırmada satın aldığı sandıktan çıkan negatiflerle filizlenen merakının peşinden daha fazla negatif ve bu negatiflerin sahibini bulma arzusuyla gitmesiyle başlıyor. Peşine düştüğü sandıkların içinden çıkan biletleri, faturaları, ses kasetlerini deşifre ettikçe sis perdesi yavaş yavaş aralanıyor ve kendimizi -o kendini dönem dönem farklı isimlerle tanıtmış olsa da- Vivian Maier’in fotoğraflarla gördüğü dünyanın içinde buluyoruz. 100.000’i aşkın fotoğraf sayesinde doğduğu kasabaya, çalıştığı eyaletlere, yürüdüğü sokaklara ve son olarak hayatını kaybettiği parka yolculuk ediyoruz.
Görülmemiş, dışa vurulmamış, konuşulmamış ve hatta göz ardı edilmiş bu fotoğraflar, Maier hayatını kaybettikten sonra John Maloof tarafından seneler içinde kürate ediliyor, belgeleniyor ve kayda alınıyor. Maier’in hayatlarına dokunduğu insanlardan onu dinliyoruz; onu nasıl tanıdıklarını ve aslında nasıl tanımadıklarını anlıyoruz. Finding Vivan Maier’de hayatını gizemli bir şekilde geçiren kadının gözünden sokakları, çocukları ve kendisini izliyoruz.
The Salt of The Earth (Toprağın Tuzu), 2014 – IMDb: 8.4
40 yılı aşkın sıra dışı kariyerinde Güney Amerika’dan Afrika’ya ve Doğu Avrupa’ya sınırları geçerek karşılaştığı insanların hayatlarını usulca dökümante eden bir fotoğrafçı Brezilya doğumlu Sebastiao Salgado. İktisat eğitimi alsa da 1970’lerde eşi Laia ile birlikte Paris’e taşınınca kendine sıfırdan bir kariyer inşa etmek adına fotoğrafçılığa adım atıyor. Savaşlara, acıya, zorunlu göçe, soykırıma bizzat tanıklık ediyor; hayatını adadığı fotoğrafçılığı boyunca insanın gelebileceği en son noktayı görüyor ve son projesinden önce çıktığı yolculukta ruhen paramparça oluyor.
Wim Wenders ve Salgado’nun oğlu Juliano Ribeiro Salgado tarafından yönetilen belgesel, Salgado’nun monokrom eserleri eşliğinde insanlığın ayak izlerini takip ediyor. The Salt of The Earth ile sadece olağanüstü bir sanatçıyı değil bir bütün olarak insanlığın portresini izliyorsunuz. Ve Salgado bize insanlar olarak berbat hayvanlar olduğumuzu ve tarihimizin savaş tarihi olduğunu öğretiyor; tanıklık ettiklerinden sonra haksız da sayılmaz.
Ishiuchi Miyako Interview: Photography Makes History, 2000
Amerika’nın Japonya’yı istilasından geriye kalan objelerden Hiroşima’nın bombalanmasına, kadınların vücutlarındaki yara izlerinden annesi ve Frida Kahlo’nun üzerindeki kişisel etkisine, 1947 Japonya doğumlu Ishiuchi Miyako’nun fotoğrafla olan ilişkisini bizzat kendi ağzından, kendi kelimeleriyle dinliyoruz. Zamanda ve tarihte kendine fotoğraf makinasıyla bir paragraf açan Miyako, 28 yaşında başladığı fotoğrafçılık yolculuğuna bir de Hasselblad Ödülü sığdırmış bir isim.
Travmalarıyla -hayata devam etmek için- fotoğraf aracılığıyla barışan Miyako’nun kitap sayfaları arasında gezinme şansı da buluyoruz röportaj boyunca. Ve izledikçe görüyoruz ki onun sanatı için tanımlamalara ihtiyacı yok; sanatı ne olduğu ile alakalı olarak kucaklıyor. Yaptığı şeyi yapmak zorunda olduğunu hissettiği için yapıyor ve herhangi bir etikete ihtiyaç duymuyor.
{33933}
The Many Lives of William Klein (William Klein’ın Birçok Yaşamı), 2012 – IMDb: 7.7
Hem medyaya olan ironik yaklaşımı hem de fotoğraf tekniklerini alışılmışın dışında kullanması ile tanınan Amerika doğumlu Fransız fotoğrafçı William Klein, moda ve sokak fotoğrafçılığı alanları için devrimci bir isim. Paris ve Milan’da ressamlık yaptıktan sonra Amerika’ya fotoğrafçı olarak dönen Klein, Vogue ile çalışmaya ham şehir fotoğrafları çekerek başlıyor. Alametifarikası olan doğal ışıkta yüksek kontrast kullanımı ile ‘iyi fotoğraf’ kavramının yeniden tanımlanmasını sağlıyor.
BBC ekibi tarafından çekilen samimi ve ilgi çekici “The Many Lives of William Klein” ile Klein’ın peşinden New York’taki köklerine ve Parizyen evine gidiyoruz. Kuralları tamamen reddedişinin doğurduğu olağanüstü işlere onunla birlikte bakıyoruz.
Bill Cunningham New York, 2010 – IMDb: 7.9
“Hepimiz Bill için giyinirdik” diyor Anna Wintour belgeselde; “O başkalarının görmediği şeyleri görürdü ve altı ay sonra trend olurlardı.” İnternetten ve moda blogger’ı kültünden de önce New York sokaklarının sıradan insanlarını fotoğraflayan Bill Cunningham, sosyetik figürlerle veya ünlü isimlerle ilgilenmez. İmzası niteliğindeki mavi iş takımını üzerine geçirir, bisikletine biner ve iki haftada bir The New York Times’ın Stil bölümünde çıkan “On the Street” ve “Evening Hours” köşeleri için malzeme toplar. Ve iyi bir kare için her şeyi yapar.
Sekiz yılı Bill’i ikna etmekle, iki yılı da çekimle geçen 10 senenin ardından yayınlanan “Bill Cunningham New York” belgeseli tek bir el kamerasıyla, hiçbir ekip olmadan çekildi. New York sokaklarında, The New York Times koridorlarında ve Carnegie Hall’daki evinde Bill’i takip eden belgesel, amacı şehrin stili ile eş zamanlı yaşamak olan bağımsız bir sanatçının özüne inmek için iyi bir fırsat.
McCullin, 2012 – IMDb: 8.2
“Bir insanın cinayetinin fotoğrafını çekmeye hakkım var mı?” sözleri ile açılıyor savaş fotoğrafçısı Don McCullin’in retrospektifi. Ve fotoğrafçılık hayatını yıkılan şehirlere ve savaşın korkusuna adayan bir adamın ahlaki ikilemleriyle devam ediyor. 2018 senesinde şövalyelikle onore edilen McCullin hayatına karşılık insanların savaşlarının ve acılarının en rahatsız edici anlarını belgelemek için sayısız kez zar atıyor. Peki neden? Ön cephede yer alma acelesinden mi? Eğer o olmazsa bu trajediler belgelenemeyecek korkusundan mı?
McCullin, işini sansasyon yaratmadan veya öznelerini değersizleştirmeden savaş korkusunu açığa çıkarmak isteyen bir adamın el değmemiş portresini sunuyor. 20. yüzyılın en iyi foto muhabirlerinden birini tanımak için izlemeye değer.
{772899}
The Mexican Suitcase (Meksika Bvulu), 2011 – IMDb: 7.6
Aralık 2007’de Mexico City’deki International Centre of Photography binasına üç kutu gelir. İçinde 4.500 35mm negatifi olan kutular, 1939’da kayboldukları sanılan ve İspanya İç Savaşı’nı belgeleyen fotoğrafları gün yüzüne çıkarır. Fotoğrafları çeken, Macar fotomuhabiri ve savaş fotoğrafçılığı kavramının doğmasını sağlayan Robert Capa ile Gerda Taro ve David “Chim” Seymour’dur.
Trisha Ziff tarafından yönetilen “The Mexican Suitcase” belgeselinde savaşın trajedisine tanıklık etmemizi sağlayan tarihi fotoğraflar eşliğinde Robert Capa’nın da fotoğrafçılık yolculuğunun peşine takılıyoruz.
Everybody Street, 2013 – IMDb: 7.7
New York. Eğer orada hayatta kalabilirseniz, her yerde kalabilirsiniz. Cherly Dunn yönetmenliğindeki ödüllü “Everybody Street”, NYC’nin en ikonik ve ilgi çekici sokak fotoğrafçılarının toplamları 90 yılı aşkın fotoğrafçılık serüvenleri boyunca tanıklık ettikleri sokakları ve insanları bir kronoloji olarak izleyicisiyle buluşturuyor.
Dunn’ın siyah-beyaz ve renkli 16 mm çekimleri, video kayıtları ve arşiv görüntüleri eşliğinde Bruce Davidson, Mary Ellen Mark, Elliott Erwitt, Ricky Powell ve Jamel Shabazz gibi isimlerin merak uyandıran ve zaman zaman tehlike barındıran yolculuklarına eşlik ediyoruz. Tabii ki mukayese kabul etmeyen New York’un büyüsünden nasibimizi alıyoruz.
Don’t Blink: Robert Frank, 2015 – IMDb: 6.8
Robert Frank, “The Americans” başlıklı 50’ler Amerika’sının cesur portresini sunduğunda fotoğrafçılığı da yeniden tanımladı. Bu devrim niteliğindeki iş dünya çapında öyle ilgi çekti ki Rolling Stones Frank’i “Exile on Main Street” kapaklarının çekimi ve 1972 Amerika turnelerinin dökümantasyonu için davet etti. Çekilen tur belgeseli Cocksucker Blues dünyanın en büyük grubunun turneleri sırasında seks ve uyuşturucu özelindeki davranışlarını sergileyişi açısından grup tarafından rafa kaldırıldı ve Frank hayatta olduğu sürece gösterime girmemesi üzerine mahkeme kararı ile mühürlendi.
Bir Robert Frank belgeseli olan “Don’t Blink”, 20. yüzyılın en ilham veren, provokatif ve ilgi çekici sanatçılarından birinin olağanüstü yolculuğuna fotoğraflar ve kelimelerle ışık tutuyor. Ve muazzam bir soundrack’e sahip.
Smash His Camera, 2010 – IMDb: 6.9
Harper’s Bazaar tarafından “Tüm zamanların en çok tartışılan paparazzisi” ilan edilen Ron Galella, yüzsüz taktikleri ve tuzağa düşüren yaklaşımıyla on yıllar boyunca ünlü isimleri en olmadık anlarında yakalayan davetsiz bir fotoğrafçı. Öyle ki Jacqueline Kennedy Onassis tarafından iki kez dava edildi ve en sonunda fotoğraflarının çekilmesi yasaklandı. Veya Marlon Brando tarafından yediği yumruk nedeniyle kendisine dişçi randevusu alındı.
Bu agresif ve durmak bilmez paparazzinin harikulade retrospektifi, “Smash His Camera” ile de belgelendi. Mahremiyeti, basın özgürlüğünü ve ünlülere hayran olmanın sürekli genişleyen girdabını sorgulatması açısından da seyre değer.
War Photographer (Savaş Fotoğrafçısı), 2001 – IMDb: 7.9
Zamanımızın en cesur ve en önemli savaş fotoğrafçılarından biri olarak kabul edilen James Nachtwey’i konu alan belgesel; savaşın yıkıcı gerçeklerini ve Nachtwey’in çatışma bölgelerindeki tehlikeli görevlerini belgelerken, sanatçının objektifinin ardından dünyayı anlamaya çalışırken yaşadığı derin duygusal iç çatışmaları konu alıyor.
Fotoğrafçılığa ilgi duymaya Vietnam Savaşı ve Amerikan Sivil Haklar Hareketi’nin fotoğraflarını gördüğünde başlayan James Nachtwey, dengeli kompozisyonları ve açık fotoğrafçılığıyla öne çıkar ve eserlerinde insanların yaşadığı acıların dokunaklı bir şekilde yansıtılmasına odaklanır. Fotoğraflarında genellikle iki veya üç figürün dikkat çektiği dengeleyici bir yaklaşım benimser.
What Remains: The Life and Work of Sally Mann, 2005 – IMDb: 7.8
Sally Mann’ın 1990’ların başlarında ön plana çıkmasının ardından derinden etkileyen, tartışmalı ve şimdi ikonik hale gelen eseri “Immediate Family” ile tanınmasından, sonrasında peyzaj fotoğrafları denemelerine ve 2000’lerin başında yarattığı ürkütücü dizi “What Remains” ile dikkatleri üzerine çekmesine kadar; Steven Cantor tarafından yönetilen film, Mann’ın etkileyici kariyerinin tümünü inceliyor. Bu süreçte, 1990’ların sonlarında nadir bir kas distrofisi teşhisi konulan Larry ile olan elli yıllık evliliği de dahil olmak üzere, Mann’ın kişisel yaşamına da ışık tutuyor
Sally Mann, kendine özgü biçemiyle Amerika’nın en sıradışı fotoğrafçılarından biri olarak kabul edilmektedir. Mann’ın çocukları Emmet, Jessie ve Virginia ile geçirdiği sıradan anlar, günümüzde unutulmaz fotoğraflara dönüşmüştür.
In No Great Hurry: 13 Lessons in Life with Saul Leiter, 2013 – IMDb: 7.5
Renkli sokak fotoğrafçılığının öncülerinden olan Saul Leiter’ın benzersiz resimsel tarzına odaklanan belgesel, Tomas Leach tarafından yönetilmiştir. Leiter, fotoğrafçılık kariyerine ressam olarak başlamış olup eserlerinde renklerin ve kompozisyonların harmonisini ustalıkla kullanmıştır. Film, Leiter’ın görsel anlatımındaki sakinlik, hüzün ve zarafeti vurgulayarak, onun dünyasına ve sanatsal yaklaşımına içsel bir yolculuk sunar. Leiter’ın sokak sahnelerini çekerken yakaladığı anlık ve poetik anlar, belgesel boyunca dikkat çeken özelliklerden biridir. Bu belgesel, izleyicilere Leiter’ın sanatının özgünlüğünü, yaratıcılık sürecini ve yaşam felsefesini anlamaları için derin bir bakış sunar.
Leiter, fotoğraflarında genellikle yansımalar, bokeh efekti ve renk paletinin kullanımıyla tanınır. Kendine özgü bakış açısı, kullandığı renk tonları ve kompozisyonlarıyla sıradışı bir atmosfer yaratmış, fotoğrafçılık anlayışını derinleştirmiştir.
Mapplethorpe: Look at the Pictures, 2016 – IMDb: 7.5
2016 yılında Fenton Bailey ve Randy Barbato tarafından yönetilen bir belgeseldir. Ünlü Amerikalı fotoğraf sanatçısı Robert Mapplethorpe’ın hayatına ve sanatına odaklanır. Mapplethorpe, 20. yüzyılın ikinci yarısında fotoğraf dünyasına önemli katkılarda bulunmuş ve sıklıkla çiçekler, ünlüler ve erkek çıplakları gibi kontroverisyal konularla tanınmıştır. Belgesel, sanatçının özel yaşamına ve eserlerine eleştirel bir bakış sunarken, aynı zamanda sanatının toplumsal etkilerini ve özgün tarzını da keşfeder.
Sanatçı, fotoğrafın gücünü kullanarak estetik ve cinsellik arasında çizgi çekerken, siyah beyaz fotoğraflarıyla minimalist bir zarafet ve kuvvetli bir kompozisyon anlayışı sergiler.
{46444}