Objektifin Ötesinde: "En Sevdiğim Pastam"
Yazı Boyutu:
Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın “En Sevdiğim Pastam” filmini tüm detaylarıyla analiz ediyoruz.
Beyaz İneğin Türküsü filminden sonra Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın beraber yazıp yönettikleri ikinci filmleri ismi kadar lezzetli. En Sevdiğim Pastam (My Favorite Cake), 70 yaşından sonra yalnızlığına son vermeye niyetlenerek bir tür ava çıkan Mahin’in (Lili Farhadpour) emekliler lokantasında gözüne kestirdiği taksici Faramarz’ı (Esmaeel Mehrabi) evine davet etmesiyle ilgili.
Devrim öncesi İran’ın ışıltılı hayatını yaşamış kuşağın kadınları bir masada toplandıklarında o günlere dönmüş gibi hissediyorlar. Mahin, arkadaşlarıyla havuz sonrası bu rutin buluşmalarında çok eski bir arzunun yoksunluğunu keşfeder. Eski günler artık yoksa bile o günleri yaşamış kimseler pekâla birbirini bulabilir. Doğrudan eve gitmek yerine bir değişiklik yapar o gün Mahin. Gençliğinde dekolteli giysilerle eğlenmeye gittiği otele uğrar, parkta zaman geçirir, park görevlisiyle sohbet açmaya çalışır, ahlâk polislerinin elinden bir genç kızı kurtarır. Koruduğu kızın sevgilisiyle uzaklaşmasını izlerken yalnızlığıyla yeniden yüzleşir.
Mahin son olarak öğlen yemeği için emekliler lokantasına (devletin verdiği fişlerle emeklilerin uygun fiyata yemek yiyebildikleri kamu anlaşmalı bir işletme) uğramaya karar verir. Öğününü tek başına yemeyi tercih eden Faramarz, yan masadaki arkadaşlarının her gün neden dışarıda yediğine takılmasına, “Hepiniz evlisiniz, evde hanımlarınızla yiyorsunuz. Bense yalnız biriyim” diye karşılık verir. Faramarz’ın kendi halindeliğini ve sıradanlığını fark eden Mahin, konacağı dalı bulmuş gibi sevinir. Zararsız biri olduğuna içgüdüsel hislerle ikna olur. Fişini verdiği yemeğini bile beklemeden Faramarz’ın çalıştığı taksi durağına onu bulmak için gittiğinde gece yarısını beklemesi gerekecektir. Bir kere uzaktan gördüğü ve hakkında hiçbir şey bilmediği adamı saatler boyu beklemesini garipsemeyelim diye filmin açılışı Mahin’in yalnızlık döngüsünü tam da o gün kırmaya koşullanma evresiyle başlar. Tam da burada Alain Badiou’nun, günümüzde dijital ağlar üzerinden risksiz bir eylem biçimi olan ‘âşık olma’ya karşı çıkmasını anımsıyorum. Badiou, olması gerekenin ‘aşka düşmek’ olduğunu hatırlatarak derdini şöyle özetlemişti:
“Oysa ben aşkın ortaklaşa bir zevk olduğuna, neredeyse herkes için yaşama yoğunluk ve anlam kazandıran bir şey olduğuna inanıyorum, bence aşk bütünüyle risksiz bir düzende yaşamın zenginliği olmaktan çıkar.” Yani Mahin’in İran gibi katı kuralların uygulandığı bir toplumda “yaşını başını almış” bir kadın olarak tanımadığı bir adama duyduğu ilginin peşinden gitmesi aşkın doğasında vardır. Ancak ortaklaşa bir zevkin, karşılıklı bir dışavurumun özgür ikliminde doğabilen gerçek aşkın.
Faramarz’ın taksisinden Mahin’in evine geçtiğimizde, gösterilen her ayrıntıyla gecenin içine çekiliriz. Bir evin kapıları kapandığında başka zaman değiştirebilir insan. Örneğin, zulada sakladığı yasak şarabı çıkarabilir, masaya sıcak yiyecekler dizebilir, en sevdiği pastasını yapabilir, tek akşamlık da olsa sofradaki yalnızlığına son verebilir. Her gün telefonda konuştuğu kızı, havuz sonrası buluştuğu arkadaşları ve meraklı komşuları dışında kimsesi yok Mahin’in. Kocası öleli beri ülkesinin ve kendi tarihinin parlak günlerini duvardaki fotoğraflarla anıyor. Aşk ve şarap birleştiğinde uzun bir gece başlıyor.
Faramarz için kıyafet değiştiren Mahin’in heyecanı geceyi sürükler. Faramarz ise şaşkın ama sevinçlidir. Dönmesi gereken işinden izin alır, kendini Mahin’in arzusuna ve yıllardır içmediği şarabın olağanüstü hislerine bırakır. İlk yudumdan sonra rahatlar. Çiçeği burnunda çiftin mutfak masasında başlayıp bahçede devam eden çakırkeyf konuşmaları canımızı hem şarap hem böylesi bir aşk çektirir.
“Bezminde geçen bir geceyi bin yıl uzatsam” diye bir söz okumuştum yıllar önce bir kitapta. Mahin ile Faramarz’ın arasında başlayan geceyi tek başına açıklayabilecek bir söz bu. Bezm, yani bahçe demek. Mahin’in şirin ama karanlıkta kalmış bahçesini el becerisiyle aydınlatan Faramarz’ın, sohbetlerine orada devam ederken hayatının en güzel gecesini yaşadığını söylemesi aslında bin yıllık bir hikâyedir. Onu aramak ve beklemek için tek sebebin kalmamışken gelip seni bulur aşk. Tel dolapta yıllarca vaktini bekleyen şarapla uyuşur geçmişin acıları. Yaşanmamış eksik bir ömrü tek gecede tamamlar bazen hayat.
Şehirde ahlak polisleri, mahallelerde dalkavukları. Ne şarabın tadı kalmış akıllarında ne aşkın. Devrim öncesi hatıralarıyla alıştıkları bir şey yaşamak. Yine de özgürler hiç olmadıkları kadar. İnsanın içinde büyüttüğü özgürlüğe kilit vurabilecek bir sistem icat edilmedi henüz. Muhafızlar herkesi hapsedebilir, her masum şeyi cezalandırabilir fakat hayallere erişemez. Sadece Mahin ile Faramarz’ın hikâyesi değil bu. Ömürlerinde bir kez olsun, “hayatımın en güzel ânını yaşıyorum” demeyi becerebilmiş mutsuzların, karamsarların, kalbi kırıkların, yeniklerin, yapayalnızların da hikâyesi.
Filmden sonra ilk işim dans sahnesinde Mahin’in teybe koyduğu kasetten çalan Fereydoon Farrokhzad’a ait Daro Va Nemikonam şarkısını bulmaktı. “İlaç kullanmıyorum” anlamına gelen şarkı isminin, dans eden taze âşıkları bekleyen sonla uyumlanması da ilginç.
Berlinale’den iki ödülle dönen film Türkiye’de ilk defa İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. En Sevdiğim Pastam halen vizyondayken bir sinema salonunda yoğun duygularla izlenebilecek ve duru anlatımıyla bellekte uzun zaman imgesini sürdürebilecek bir film.
{274351}