Objektifin Ötesinde: "Şans Eseri"
Yazı Boyutu:
Woody Allen’ın vizyona giren yeni filmi “Coup de Chance” (Şans Eseri) filmini tüm detaylarıyla analiz ediyoruz.
Woody Allen’ın yeni filmi Coup de Chance (Şans Eseri) gösterime girdi. Yönetmenin Avrupa Üçlemesi (Vicky Cristina Barcelona, Midnight in Paris, To Rome with Love) tadında, temposu düşmeden zamanın nasıl geçtiğini unutturan bir filmini izledim. Üçlemedeki gibi tatlı başlayıp, sonradan karışan ilişkilerde bu kez romantizmin yanına Allen mizahıyla gelişen bir cinayet ve gerilim ekleniyor.
Dışarıdan mükemmel görünen bir evliliğin içindeki Fanny (Lou de Laâge) ve Jean (Melvil Poupaud) çiftine odaklanmadan önce “yaşamı yeniden icat eden aşk” caddede bekliyor. Film, yönetmenin sevdiği tesadüflerden biriyle açılıyor. Saygın bir müzayede salonunda çalışan Fanny işine doğru yürüdüğü bir sırada eski okul arkadaşı Alain (Niels Schneider) ile karşılaşıyor. Daha ilk andan itibaren Alain ona hayranlıkla bakıyor. Okuldayken beslediği platonik aşkını içtenlikle itiraf ediyor. Yazar olduğundan, yeni romanını yazmak için geçici bir süre Paris’e geldiğinden, küçük bir daire tuttuğundan, evlenip boşandığından, çocuğunun olmadığından ve yıllar geçse de aradan Fanny’yi hiç unutamadığından bahsediyor. Tesadüfi gelişen bu ilk buluşma Fanny’de bir şimşek çakmasına yetiyor. Okul yıllarında sanat ve edebiyatla dolu ruhu şimdi nasıl oluyor da fiyakalı bir evliliğin içinde boğuluyor?
Alain, dünyayla ilişkisini sevdiği basit yaşam biçimiyle kurmuş biri. Kompleksten uzak gösterişsiz bir tarzı var. Aklındakini söylemekten, kalbini açmaktan çekinmiyor. Kendini çoğaltmadan anlatıyor. Karşısındakini gözünde büyütmeden yüceltmeyi biliyor. Kimseyi etkilemeye çalışır gibi davranmıyor. Şaraptan anlamak, lüks restoranlarda yemek, pahalı giysiler seçmek, afili fırsatlar kovalamak ona göre değil. Caddeler boyu yürüyüp sevdiği yazarlardan alıntılar yapmayı, sokak satıcısından kestane almayı, bir parkın bankında oturup dünyayı seyretmeyi seviyor. Kadınlar böyle erkeklere bir film ya da roman karakteri ise bayılıyor. Gerçek hayatta o kadar çarpmıyor. Alain işte böyle tartışmalı bir konumdan çekiyor Fanny’yi kendine. Belki de Fanny sahip olduğu bütün dünya nimetleri içinde, ancak başka dünyaya ait bir film ya da roman karakterine aşık olabileceği için Alain’e kapılıyor.
Filmi sürükleyen karakterlerden biri de Fanny’nin kocası Jean. Geçen senenin gözde filmlerinden Narsistle Aşk’ın “narsist”i olarak izlemiştik onu. Aslında sözcük karşılığı olarak narsistliğin hakkını tam anlamıyla bu filmde veriyor. Evinin duvarında dev portresini sergileyecek kadar varlığına hayran. Kendine layık bularak seçtiği, kazandığı her şey değerli. Onlardan herhangi birini kaybetme tehlikesiyle yüzleştiğinde, her zaman bir yöntemi var. Hırsla büyüttüğü servetini bu uğurda kullanmaktan çekinmiyor. Bir nevi “genel yönetim gideri” olarak kaydediyor alacak hesabına. İnsanların peşine özel dedektif takmak ya da kiralık katil tutmak eşsiz konumunun bir diyeti. Sahip olmadığını bildiği tek lüks var hayatta: Oluruna bırakmak! Şanssızlık denen şey yoksulların ya da yeniklerin bir avuntusu. Dilinden düşürmediği “İnsan kendi şansını kendi yaratır” sözü, hayattaki tek amentüsü.
İşte Woody Allen’ın filminin adı ve hikâyesi tam da Jean’in bu mottosuyla şekilleniyor. Allen, saçma sapan partilerde aptalca vakit öldüren Paris’in üst sınıfının sığ şatafatı ve altındaki boşlukla dalga geçiyor. Fanny’yi arada bir ziyarete gelen annesi Camille (Valérie Lemercier) ise yalnızlığını seven, kitaplarıyla yetinmeyi bilen kimselerden. Kızının evliliğini destekler görünse de içgüdülerinin sesini dinlemeyi ihmal etmiyor. Kızı ile damadının son zamanlarda hayatında olup bitenler ise okuduğu polisiye romanlara çok benziyor.
Coup de Chance’da Vittorio Storaro’nun sinematografisi, Nat Adderley ve Milt Jackson gibi büyük caz üstatlarının parçalarıyla birleşerek Paris rüyasını hissettiriyor. Filmin görsel dili, hikâyenin gerilim tonlarını vermek yerine parlak, canlı akış tercih ediyor. Allen’ın esnek ve doğaçlama tarzı filmin ritmini belirliyor. Her zamanki gibi saate göz kaydırmadan ve en trajik durumları bile eğlenerek izliyorsunuz. Yaz sıcağında serin bir sinema salonunda caz, yemek ve aşkla birleşen duyguların tadını çıkarın bence.
{277802}