Sinema Tarihinin Unutulmaz Yemek Sahneleri
Yazı Boyutu:
SineGastro yazarı Selçuk Uzman, dünya sineması ve Türk sineması filmleri arasından yemek dendiğinde akla ilk gelen sahneleri OGGUSTO okurları için yazdı.
Bir filmi izledikten yıllar sonra bile onu çoğu kez içindeki bir yemek sahnesiyle hatırlarız. Sinemanın yemekler üzerinden kurduğu muazzam bir duygu aktarımı bu. Filmdeki duygunun eşlik ettiği psikolojiyle yiyeceğin tüketilişini izlemek, o yiyeceğin bizim dünyamıza da aynı duyguyla yerleşmesini sağlıyor. Öte yandan sinemada gördüğümüz farklı yeme biçimleri ve rolleri bir süre sonra zihnimizde imgeleşerek alışkanlıklarımıza dönüşüyor. İşte sinemada yemek dendiğinde akla ilk gelen sahneleri dünya sineması ve Türk sineması filmleri arasından sizler için seçtim.
Eat Pray Love – 2010
Yemek: Spaghetti all’Amatriciana
Ye, Dua et, Sev filmi sinemanın gastronomik şölenlerinden biri. Yemekle mutlu olanların, abartıya kaçmadan yemekle yaşam ritmini bulanların filmi. Hikâyenin “yemek” bölümünün geçtiği yer İtalya. Görünüşte basit bir spagetti tabağı, tek başına yeni bir hayata başlaması için Liz’e ilham verir. Etrafa attığı çekingen bakışlar spagettiyi hüplettikçe parlıyor. Aklından silmeye çalıştığı düşünceler onu rahatsız etse bile kısıtlayamıyor. İtalyanca öğrenmeye çalıştığı sözlüğü ve gazetesi masadaki yalnızlığına bir gerekçe sunuyor ya da anlam kazandırıyor. Tabaktaki makarnanın tadını sonuna kadar çıkarışı, yerken yalnızlığını sevmeye başladığını hissedişi ve tabii ki bu duygulara eşlik eden aryayla birlikte sahneyi mükemmel yapıyor. Liz’in bu sahnede yediği makarnanın adı Spaghetti all’Amatriciana. Amatrice adlı İtalyan dağ köyünden geliyor. Domates, soğan, zeytinyağı, acı biber ve pancettadan yapılma nefis bir sos içeriyor. Liz sahnede yemekle flörtleşiyormuş gibi görünüyor.
Chef – 2014
Yemek: Grilled Cheese (Tost)
Başrolde bir şefin olduğu bol yemekli her filme gastronomi filmi diyemeyiz. Hikâyede akan duygu mutfağa girmiyorsa tabak boş demektir. Chef her iki tarafı da dolduran bir film. Şef Carl’ın filmde oğluna yaptığı tost, pleyt ızgarada fazla bastırmadan tam profesyonel işi. Ekmeğin kızarma ölçüsünü, iç malzemenin erime kıvamını an be an izliyor böylece. İyi kızarsın diye ızgaraya dökülen çiçek yağı, ayrıca önden ekmeğe sürülen tereyağı, beyaz-sarı çedar dilimleriyle birlikte araya giren gravyer peyniri ve parmesan var. Şef Carl terzi dikkatiyle tostu birkaç kez çevirerek parlak bir kahverengi oluşana kadar her iki yüzü kızartıyor.
Mystic Pizza – 1988
Yemek: Mystic Pizza
Seksenlerin sonu, mahallenin pizzacısında çalışan güçlü kadınların aşk hikâyeleri. Ellerinde herkesin bayıldığı nefis pizzalarla servisteyken, kafalarında akşamki buluşmada ne giyecekleri dönüyor. Her birinin hayali başka. Kat, bilim insanı olma yolunda burs arıyor, Jojo, aşık olduğu adamla sürekli sevişeyim ama hiç evlenmeyeyim istiyor, Daisy, mistik güzelliğinin mütevazı kanatlarını içinde özgür hissedebileceği bir aşk için çırpıyor. Sıradan bir pizzayı mistik ve muhteşem yapan sosundaki sırrı ise bir tek Leona biliyor. Connecticut’ın arka sokaklarındaki fırınında her gün cennetten bir dilim çıkarıyor.
Üç Renk: Mavi – 1994
İçecek: Affogato (Dondurmalı Kahve)
Kocasını ve kızını kazada kaybetmiş bir kadın Julie. Zorlu bir yas sürecinin içinde uyurgezer dolaşıyor. Yalnızlık ve kahve sorulunca cevap en çok Kieslowski’nin bu sahnesi oluyor belli ki. Binoche başta “fazla genç” bulunduğu bu rolü bütün derinliğiyle benimsiyor. Sahnede “her zamanki” dondurma ve kahvesinden istiyor, garson bu “her zamanki” siparişi yerine getiriyor ve fakat yaşam “her zamanki” gibi olmayan bir döngüde tekrarlanıyor bin yıllardır. “Bilinçli olmak, zaman içinde olmamaktır” sözünü doğruluyor içeri giren flüt konçertosu.
Ratatouille – 2007
Yemek: Fesleğenli Omlet
Sinemadaki gastronominin köşe taşı filmi. Benden olmaz diyenlere bile önlük taktırır. Çünkü “anyone can cook –herkes yemek pişirebilir.” Tek bir önkoşul var: Yiyecekleri sevmek. Yapılmaya başlanan her yemekte ilham perilerinin ve mevsim tazeliklerinin size bu defa neyi farklı yaptıracağını düşünüp heyecanlanmak. Galiba pişirme işinin bütün zorluklara rağmen eğlencesi burada. Küçük şef Remy’nin babasına dediği gibi “doğa değişimdir.” İşte değişmeyerek değişen bir yemek var tabakta. Omlet aynı omlet olsa da damağın bambaşka bir notasına dokunuyor taze bir fesleğen yaprağıyla.
Bir Zamanlar Hollywood’da – 2019
Yemek: Mac and Cheese
2019’un en iyi yemek pişirme sahnesiydi. Ve Tarantino bunu Brad Pitt’e en kirli, en basit ve en seksi şekilde yaptırdı. Bir paket dirsek makarna ve cheddar tozu bunun için yeterli. Yağ yok, salça yok, köfte yok, tabak bile yok; o süslü şeylerin hiçbiri yok ama elinde sarı tenceresiyle Brad’i gördükten sonra bu basitliği canı çekmeyecek olan var mı? Hem de tadını daha fazla çıkarabilmek için teflona çatalla dalarak!
Julie & Julia – 2009
Yemek: Tereyağlı Enginar (Hollandez Soslu)
“You can never have too much butter / Tereyağı hiçbir zaman fazla gelmez” repliğiyle hatırladığımız sahne gastronomi şöleni diyebileceğimiz filmden yalnızca bir tanesi. Aslında hollandez soslu enginar var sofrada. Ama oyunculuğun filmin önüne geçmesi gibi, tereyağı da yemekten rol çalar burada. Enginar yapıyorum ama gelin ben size tereyağını anlatayım diyor Julie. Aristotales’in Sokrates’e, “Hocam seni severim ama hakikati daha çok severim“ demesi gibi bir şey bu.
Poor Things – 2023
Yiyecek: Pastel de Nata
Bella buna bayıldı! Kafatasının içinde melekler uçuşuyor. Dünyadan vazgeçmiş bir bedenden taptaze doğuyor. Artık her ânı tatlı bir hülya yaşamın. Lanthimos bize dünyayı onun gözünden gösteriyor. Şehvetse şehvet, lezzetse lezzet, acıysa acı. Bir ilk lokmada aşk sahnesi bu. Gerçek bir Portekiz Nata’sı limon ve tarçınla tatlandırılmış çıtır hamurunun içine konmuş yanık ve titrek muhallebi tatlısının sırrı onu hazırlama aşamasındaki özende gizli. Rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını ikinci kez kazanan Emma Stone çekimler sırasında 60 tane Pastel de Nata yemek zorunda kaldığını itiraf ediyor. Elbette sonraki nata’larda ilk lokmadaki lezzet yerini acıya bırakmış.
Harry Sally ile Tanışınca – 1989
Yemek: Hindi Füme Sandviç
Sinemanın unutulmaz yemek sahnelerinden biri. Meg Ryan’ın yürek hoplattığı zamanlar. Bunun için baygın mavi gözlerini süzmesi yeterliyken bir de üzerine orgazm taklidi. Hiçbir yemek bu kadar baştan çıkarıcı olmamıştı. Harry ile Sally üniversiteden tanışıyorlar. Yıllar sonra yeniden karşılaştıklarında Harry ona “Sevişmek istemediğim tek çekici kadın sensin” diyerek arkadaşlığı onaylıyor. Sally onun sevişip kapıyı çektiği kabarık listeden biri olmayacak. Her gece uyumadan önce son konuştuğu tek kişilik listeyi dolduracak. New York’taki Katz’s Delicatessen’da yemekteler. Harry dükkânın ünlü pastrami’sini tercih ederken, Sally hindi füme dilimleriyle sandviçini dolduruyor. Film çok sevilince oturdukları masa işaretleniyor ve halen Harry’nin repliği “Hope you have what she had” yazıyor.
Kramer vs Kramer – 1979
Yemek: French Toast (Yumurtalı Ekmek)
Ted Kramer, bir maça çıkar gibi mutfağa tost yapmaya giriyor. “En iyi aşçılar erkektir, biliyor muydun?” diye oğluna hava basıyor. Aslında yumurta kırmayı bilmiyor. Kırık bir kalple ortalığı birbirine katıyor. Arada oğluna sırıtıp dursa da içi yanıyor. Karısı Joanna Kramer yuvadan uçmuş, oğlanla onu başbaşa bırakmış. Yeni hayatlarına başlamak için dolapta sütleri, yumurtaları, tereyağları var. Bir de 5 dolarları. Sahnede French Toast diye Ted Kramer’ın yapmaya çalıştığı şey aslında bildiğimiz yumurtalı ekmek. Tek farkı bizde daha çok bayat ekmekleri değerlendirmek için tost ekmeği yerine normal ekmek dilimleriyle yapılıyor olması. Bir de ağzı geniş bir kaba ihtiyaç var. Ted her şeyi bir kupada birleştirebileceğini sanıyor.
Pulp Fiction – 1994
Yemek: Big Kahuna Burger & Sprite
Pulp Fiction bir gastronomi filmi değil ama insanı baştan sona acıktıran bir film. Vincent ile Jules, kapıyı çalmadan önce ayak masajını tartışıyorlar. İçeri girince hamburger muhabbetinden kafa açıyorlar. Zaten “madafaka”nın tarzı bu. İşini bitirmeden önce beyin yakıyor. Kız arkadaşı vejetaryenmiş ki bu da onu bir noktada vejetaryen yaparmış. Ama burgerin hasından da anlarmış gibi ortamlarda satılamayacak bilgilerle kurbanını hayattan soğutuyor. Yani bir anlamda ona son bir iyilik yapmış oluyor. Tarantino’nun kurgusal burger zinciri Big Kahuna Burger’e hemen her filminde bir gönderme var. En son Bir Zamanlar Hollywood’ta reklam panosunda gördük. Pulp Fiction’daki bu sahnelerle meşhur olduktan sonra doğduğu yer olan Knoxville’deki birçok restoranda menülere aynı isimle girdi. Tabii Tarantino hayali markasının copyright’ını aldığı için bundan da para kazandı.
Mavi En Sıcak Renktir – 2013
Yemek: Spagetti Bolonez
Altın Palmiyeli filmdeki yemek sahneleri en az sevişme sahneleri kadar kışkırtıcı. İzleyenleri tam ortadan ikiye bölen bir sahne bu. Daha önce yaptığım ankette izleyip canı spagetti çekenler ve tiksinenler yüzde elliye elli çıkmıştı. Masadaki herkes tabaklar ve televizyon arasında hipnotik bir seans yaşıyor. Adèle bir kedi gibi yalana yalana spagettisini yedikçe kayıtsız kalmak zor. Ya seversin ya nefret edersin, arası yok. Belki de çiğnerlerken kamera yakın planda kaldığı için her şey bu kadar sansasyonel görünüyor. Ve Abdellatif Kechiche’in filmlerinde en çok sofrada dökülür insanın sakladıkları.
V for Vendetta – 2005
Yemek: Egg in the Basket
V for Vandetta sıkılmadan defalarca kendini izlettirebilen bir modern klasik. Buram buram totalitarizm yangınında aşk. Yaşadığın ülke her ne kadar baskıcı bir rejimin ellerinde yaşamın renklerini soldursa da, Shakespeare’den bir dize aklına getirebiliyorsan özgürsündür. Onun Macbeth’ten olduğunu bilen birini bulmuşsan mutlusundur. Yanmış ellerinden iştahın kaçmıyorsa, artık âşıksındır da. Egg in the basket, yani Amerikan tost var V’nin tavasında. Üstelik Başkan Sutler’ın patlattığı zulasından aşırılmış gerçek tereyağıyla. Peki tost ekmeğinin ortasını çay bardağıyla delip içine yumurta kırmayı kimler bu sahneden öğrendi?
The Apartment – 1960
Yemek: Meatballs & Spaghetti
“Evli bir adamla berabersen rimel sürmeyeceksin” repliğiyle meşhur film. Fakat asıl mumlarla süslü sofraya yemek yetiştirmeye çalışan adamın tenis raketiyle makarna süzdüğünü görünce uzunlarını yakıyor kalpler. Mikrodalgaya folyo atmayacak bu akşam. Her gün asansör kapısında selamlaştığı kızla aynı sofraya oturmak üzere. Kapıda burnunu çekmek yerine mutfakta şarkılar mırıldanması hep bu yüzden. Şaşkın kız başını uzatıp “Aman raketi ne iyi kullanıyorsunuz” diyor. Adam aşka gelip spagettiyi kıvrak bir ‘back-hand’ ile tabağa bırakıyor. Eskiden Robinson Crusoe gibi yaşardım diyen adam, hemen peşine bir kadının duyabileceği en sükseli komplimanı yapıyor: “Ve sonra kumda bir ayak izi gördüm, o size aitti.”
In the Mood for Love – 2000
Yemek: Biftek & Hardal
Akşam yemeği bir şiirdir. Bu filmin içinde tüketilen her şey gibi… Wong Kar-wai filmin adını In the Mood for Love yapmasa iki kişinin yemek yemesi hakkında bir hikâye yapacakmış. Bayan Chan ile Bay Chow kendilerini yemekle ifade ederler ve birbirlerini bulurlar. 1960’ların sisli Hong Kong’unda erişte almaya giderken birbirine âşık olan iki aldatılmış kişinin öyküsü bu. Ve kalbi kırıkken canı erişteden fazlasını istemeyenler anladı bunu. Önlerinde orta pişmiş biftek dilimleri. Acılı Çin hardalından tabağına bir kaşık. Ha pinpon masası, ha kırık kalpli bu iki âşık. Buharlanmış patateslerde sarımsaklar benek benek. Lahana ışıl ışıl. Eşlerini büsbütün kaybederlerse elleri birbirini bulur belki. Quizás, quizás, quizás…
Kill Bill: Vol. 2 – 2004
Yemek: Kenarsız Sandviç (Crustless Sandwich)
Kiminin elinden sandviç kiminin elinden ölüm. Can çekişen atlar gibi çoktan vuruldu aşk: Bang bang! Cinayeti kör bir intikam meleği gördü. Kanlı beyaz gelinliğine bürünmüş sarışının küllerinden Black Mamba yeniden doğdu. Hattori Hanzo’sunu avuçlarının arasına aldığı zaman gövdede baş bırakmıyor. Şimdi yarım kalan işini tamamlamak için son ziyaretini yapıyor. Döktüğü bütün kanları elinden temizleyecek kendi kanından bir masumiyet buluyor. Sahnedeki sandviçin aslında ABD’de bilinen ismi Bologna Sandwich. Fakat kenarları kestiğimizde Crustless Sandwich oluyor. Ekmeğin yumuşak beyaz dokusunun arasına giren dilimlenmiş peynirler ve Bologna salamıyla hazırlanıyor. Basit sosu da hardalla mayonezden oluşuyor.
Julie & Julia – 2009
Yemek: Sole Meunière
Bir gastronomi filmi öner dendiğinde çoğunlukla akla gelen ilk film bu. Meryl Streep ve Amy Adams iki farklı zamanda hiç karşılaşmadan mükemmel oynuyorlar. Filmin daha ilk sahnesinde Meryl Streep’in tavaya eğilip tereyağının kokusuyla kendinden geçtiği birkaç saniye sinemanın ikonik anlarından biri. Garsonun özenle kılçığından ayırdığı dil balığının büyük bir parçasını kocasına uzatırken yaşadığı hazza bir tarif bekliyor Julia ondan. Adam da en az tereyağı kadar uyumlu biri. Yemek için yaşayan karısının doruktaki hayranlığını birkaç sözcükle sınırlamaktan imtina ediyor. Sadece şu an neler hissettiğini “biliyorum” demekle yetiniyor. 7/24 aynı frekansta kalmayı başaran rüya gibi bir çift. Sole meunière, Julia’ın Fransa’nın İsviçre sınırına yakın Schewiller’deki Restaurant La Couronne’da ilk yemeği. Dil balığının tümünün hafifçe unlandığı ve ardından tereyağı ile tavada kızartıldığı klasik bir Fransız sunumu.
Inglourious Basterds – 2009
Yemek: Elmalı Strudel
Bu sahneye bir isim bul deseler, “Celladına gülümserken yediği strudelin üstündeki krema” derdim. Şiir gibi sahneye İsmet Özel’den mülhem şiir ismi gibi isim. Shosanna çocukluk travması Gestapo subayı Hans Landa’yla yıllar sonra bir restoranda karşılaşır. Yahudi kimliğini gizleyip Paris’te sinema işleten Shosanna masada Landa tarafından bir teste tabi tutulur. Yahudilerin domuz ürünleri yemediğini bilen Alman kurdu, strudelin domuz yağlı kremasıyla kimliğinden şüphelendiği kadını köşeye sıkıştırır. İlk lokmadan sonra Shosanna gözlerini belerte belerte strudel’i çiğnerken masadan sağ kalkıp kalkamayacağı gerilimi birçok yönden filmdeki en etkili duygudur. Bu sahne için yapılan birçok sözümona analizde Yahudilikte etle sütün karışmasının koşer sayılmadığı için Shosanna’nın sınandığını söylense de sahnedeki olay tamamen domuz yağı içeren kremayla ilgilidir. Strudel kreması II. Dünya Savaşı yıllarında genellikle domuz yağıyla yapılıyordu ve Yahudilik tıpkı İslam’da olduğu gibi hiçbir domuz ürünü gıdaya izin vermiyor.
The Godfather – 1972
Yemek: Clemenza’s Meatballs
Filmin gastronomi tarafını kızıştıran adam Clemenza. Önceki sekansta Cannoli’nin bize nasıl bir şey olduğunu göstermeden rüyalarımıza sokmayı başarmıştı. Şimdi belinden salınan önlüğü ve kollarını çemrediği gömleğiyle tezgâha geçtiğinde, masadaki aç gangster sürüsünün arasında olmayı istetecek kadar niyeti bozdurabilir. Bu sahnenin hemen öncesinde aileye ihanet eden Paulie’yi büyük bir soğukkanlılıkla temizledi. Şimdi aşçılığını konuşturmak için ocağın başında. Sosisli köfteleri meşhur. Şarapla marine ettiği özel sosunu tarif etmeyeyse bayılıyor. Genç Michael’ı yanına çağırıp başlıyor anlatmaya. Günün birinde 20 kişiye yemek yapman gerekebilir diyor. Henüz Sonny hayatta çünkü. Kimse onun sonraki Don Corleone olacağını kestiremiyor. Zaten Mike da pek oralı değil. Aklı bir yandan hastanedeki babasında, bir yandan telefonda “Seni seviyorum” bile diyemediği sevgilisinde. Filmden sonra bu yemek Clemenza’s Meatballs adıyla menülere giriyor. Sosunu tam da onun tarif ettiği gibi bir tutam şekerine kadar uyguluyor şefler. Geriye gözlerini kapatıp sahneyi gözünün önüne getirerek Clemenza’nın maharetli ellerinden çıkmış gibi yemeğin tadını çıkarmak kalıyor.
Tıpatıp İkizler (It Takes Two) – 1995
Yemek: Sloppy Joe (Kıymalı Sandviç)
Doksanların çocukları burada mı? Evet, ançuezli pizzayı Ninja Kaplumbağalar’dan, ekmek arası soslu kıymayı da Tıpatıp İkizler’den öğrendik. Her zaman hamburger ekmeği yoktu belki ama somun arası yapıp yine geri kalmadık. Ayrıca filmdeki ekmeğin yumuşaklığı ve beyazlığını arıyorsun önce. Sanki ekmek kıymayı taşıyamasın da dağılsın diye yapılmış. Film tam doksanlar klasiği. Zengin ve fakir ailelerde yetişmiş ikizler yıllar sonra birbirini bulunca yer değiştirmek ister. Fakir olanın en sevdiği yemek Sloppy Joe, ama zengin ikizinin bundan haberi yok. Sahnede ilk kez yiyecek ve bu toprakların bir nesline Sloppy Joe ne demek öğretecek.
Masumiyet – 1997
Yemek: Çorba
Aslında her zaman bir çorba yeter. Sabah, öğlen, akşam, gece fark etmez. Vakti olmaz çorbanın. Hayatın bütün sürprizleri ve kaosuyla uyumludur. Hastaya çorbadan başka bir şey yediremezsin. Depresyondasındır, iştahın kesilir tek lokma geçmez boğazından, ama çorba kurtarır. Oruç açmak isteyen de çorba arar, sarhoşluğunu yatıştırmak isteyen de. Bazıları onsuz başlayamaz bir yemeğe. Bazıları o varsa peşine başka bir şey aramaz. İşte Demirkubuz’un Masumiyet’inde çorba bütün kafiyesi ve kifayetiyle belirir bir esnaf lokantasında. Bekir çorbasını iştahla kaşıklarken, bir yandan da Yusuf’u tanımaya çalışır.
Takva – 2006
Yemek: Taze Fasulye
Takva’da fasulye bir kış akşamı bütün yalnızlığı ve ertesi güne kalmalığıyla Muharrem Efendi’nin Fatih’teki bekârhanesinde görünür. Babadan kalma ahşap evinde lahuti bir yaşam süren zamane dervişinin küçük dünyasında alıştığı rutini çok zarif detaylarla izleriz. Muharrem Efendi’nin basit, sıradan bir hayatı vardır ama inandığı güçlü duygularla huzurludur. Şehvetli rüyaları ile utanç banyoları dışında imtihanı pek yoktur. Kapıdan girer girmez ayakkabısını çıkarıp mesli ayaklarına terliklerini geçirir, önceki günün yemeğini ısıtmak için tencereyi ocağa koyar, bir yandan çayı demlemeye bırakır. Hazır olana kadar tespihini çeker, virdini tamamlar. Masaya oturmadan eski radyosuna dokunur, Sadettin Kaynak’tan “Nâr-ı Nicrane Düşüp” çalmaya başlar tozlu plaktan. Tabağını ekmeğin son parçasıyla sıyırır, yemek duasını edip çayını yudumlamaya hazırlanırken çalan sürpriz zil sesi bu alıştığı basit döngüyü bir daha onarılmamak üzere kıracaktır.
The Menu – 2022
Yemek: Çizburger
Ormanlar içinde bir ada, özel teknelerle gelinen elegant bir restoran, takıntılı bir menü. Servis başlamadan önce konuklarından “Yemeyin, tadın!” diye ricada bulunan sıra dışı bir şef. Akşamın menüsünde Şef Slovik’in buluşları olan yemekler var. Adada yetişen sebzeler, kayıkla tutulan deniztarakları, sahilden toplanan taşlar, filtrelenen deniz suları ile her biri bir sanat eserine dönüşen yemekler. Tabaklar hazır olduktan sonra en son kimine bir tutam hasret ekliyor kimine bir tutam pişmanlık. Hasreti gençliğine ait, pişmanlığı ise bugününe. Kafka’nın ‘Açlık Sanatçısı’ gibi “yaptığı hatanın farkında, ama geri dönemiyor.”
O akşam yalnızca Margot onun maskesini düşürüyor. Tantanayla sunulan bütün bu sanat ürünü yemeklerin karnını doyurmadığını söylüyor. Dünyaca ünlü bir şeften “avangart, entel dantel” olmayan gerçek bir yemek sipariş ediyor. Orta pişmiş, Amerikan peynirli, 9.95 dolarlık bir çizburger. Yanında da patates kızartması. Gayesini yitirmiş sanatçının birden yüzü ışıldıyor. Takıntılı menüsünü bir kenara bırakıp gençlik günlerine dönüyor. Gerçek sevgiye inancını henüz kaybetmediği günlere.
Bir Zamanlar Anadolu’da – 2010
Yemek: Kuzu Kavurma
Nuri Bilge Ceylan filmleri içinde yemek dendiğinde akla gelen ilk sahne muhtarın sofrası. Planda sofranın tamamını göremesek de konukların konuşmalarından, şapır şupur ve hatır hutur seslerinden az çok nasıl bir şey olduğunu tahmin ederiz bu ziyafetin. Tereyağlı bulgur pilavının ortasına katılmış kuzu etine yufka ekmeği, salatalık turşusu ve ayran eşlik eder. Yine de yetinmeyip “kola var mı?” diyen biri illa çıkar. Senaryosunda Ercan Kesal’ın doktor olarak görev yaptığı taşradan yaşanmışlıklar taşıyan hikâye, maktulü arayan kafası karışık bir ekibin peşinde ilerler. Her biri kendi dertlerine gömülmüş kamu görevlileri bir an önce bu ekstra mesailerini bitirip melankolilerine dönme sabırsızlığı içinde sabahı ederler. Yol üstündeki köyün muhtarına uğradıklarında kallavi bir sofra onları bekler. Ne kadar iç dünyalarında fırtınalar kopsa da yükselen açlık duygusunu bastırma güdüsü hepsinin önüne geçer. Knut Hamsun’ın Açlık romanının kahramanı gibi o an hiçbiri “acı duymuyordu, açlıkları acılarını uyuşturmuştu.”
Issız Adam – 2008
Yiyecek: Havuçlu Tarçınlı Kek
“Issız Adam” denilince artık sadece bir Çağan Irmak filmi gelmiyor akla. Birçok flörtöz erkeğin en azından öyle görünmek için can attığı, sıkılgan, keyfekeder yaşayan, haz avcısı, kadınları baştan çıkarmanın kitabını yazmış, her türlü aile bağını zaaf gören bir karakter imajına dönüştü. Yemek yapabilen erkek çekiciliği diye bir şey var galiba. Ama öyle tencerenin başında kuru fasulye haşlamakla olmuyor o. Slimfit tişört üzerine desenli kanvas önlük takmayan ve havuçlu, tarçınlı, tahinli, susamlı tatlış şeyler yapamayanlar kulübe giremiyor. Issız adam Alper sahafta görüp beğendiği kadını etkilemek için en iyi bildiği şeyi yapıp ziyaretine gidiyor. Ada’nın keke karnı aç olsa da böyle taktiklere gözü tok. Bu defa tam bir profesyonele çattığını bilmiyor. Bir araba laf saydığı adamın tek lafı yetiyor dağılmasına. Ağzına tıktığı kek parçalarının tadını ise bir daha hiç unutamıyor.
Şekerpare – 1983
Yiyecek: Şekerpare
Bir zamanlar Galata’da tüm tatlıcıların şekerpare yapması üç saniyeliğine falan yasaklanmıştı biliyor musunuz? Şu sahneyle şekerparenin baklavayı gölgede bıraktığına yemin ederim ama ispatlayamam gibi bir noktaya geliyorum. Örtü bezine bohça edilmiş tepsisi, ortasında kavruk fındığı, taş fırından az önce çıkmış duran kızarıklığıyla saat kaç olursa olsun insanı tatlıcıya ya da mutfağa götürebilir. Cumali’nin tatlı olarak şekerpare seçmesinin nedeni Letâfet’in kızlarından Şekerpare’yi aldığını komiserine müjdelemektir. Ufak bir kelime oyunuyla tatlıyı Letâfet’ten aldığını söyler. Ziver’in verdiği tepki sahnede şekerpareden sonraki en güzel şeydir: “Letâfet tatlıcılığa mı başladı?”
Duvara Karşı – 2004
Yemek: Biber Dolması
Her planıyla muazzam bir sinematografi ve oyunculuk. Fatih Akın setini ne zaman bir mutfağa kursa, yaşam sevincini tonlayan bütün renkleriyle gastronomi oraya taşınıyor. Bu filmle bize tanıştırdığı Birol Ünel’i ise artık izleyemeyecek olmak çok acı. Neyse ki hâlâ böyle sahnelerde yaşıyor. Saf yakışıklılığını ve duygusal ıssızlığını mutfakta sırtını duvara dayadığı tek planda veriyor. Sonra her şey bir şiirin dizeleri gibi akmaya başlıyor. Akşamın heyecanıyla market raflarında kuş gibi seken gözler, mutfakta alyanslı parmağın nazikçe iş görüşü, bıçağın soğuk yüzünü şehvetle sıyıran dil ucu, biberler dolarken birbirini bulan bakışlar, örtü masaya serilirken ortada kesişen eller, Madam Despina’nın bir Sezen şarkısıyla masaları dolaşan ruhu ve şairin akarsuya bıraktığı mektuptaki gibi “yıllar bir kadehçik buzlu rakı” o akşam Sibel’le Cahit’in arasında. “Sonrası hiç.”
Bitirimler Sınıfı – 1975
Yemek: Taze Fasulye
Bu filmin adı direkt “Taze Fasulye” olsaymış kimse neden demezmiş. Hatta kendi adından daha isabetli olurmuş. Zaten internette filmi aratırken “taze fasulye” diye aratmak yeterli. Altına yapılan iki yorumdan biri fasulyeyle ilgili. Ve kabul edelim bir nesil taze fasulyeyi bu sahneyle sevdi. Anneler taze fasulye yemeyen çocuklarına bu filmi izlettiler. Adeta bir sihir gibi hemen her izleyene taze fasulye aşerten sahne, Türk sinemasının gastronomi fenomenlerinden biri oldu. Perihan Savaş fasulyeyi hep böyle mi yer, yoksa rolüne kaptırmış hali mi bu bilemiyorum. Sanki bütün film o ânı beklemiş gibi elleri önlüğünün ceplerinde içeri dalar ve sinema tarihinin en kışkırtıcı yemek sahnelerinden birine adını yazdırır. Bunu yaparken diğer “kötü adam” figürlü gastronomik görüntülerin aksine bütün zarafetini korur. Ne ağız şapırdatır ne de abartır. Sadece yanındaki cezalı Sezercik’e değil, ekranda onu yerken izleyen herkese dudak ısırtır. Elbette sahnenin bu denli etkili olmasının nedenlerinden biri de Adile Naşit’in oynadığı karakterlerin yaptığını düşündüğümüz her şeyin çok lezzetli olduğuna inanmamız. Bazen anne rolünde çocukları, bazen hizmetli rolünde öğrencileri için eski tencerelerde pişirdiği yemekler bir babaanne ya da anneanne evindeki o doyumsuz sofraları hatırlatır.
{34391}