preloader

Uğur Batı Sordu, Yazar Tarık Tufan Yanıtladı

25.10.2024
Uğur Batı Sordu, Yazar Tarık Tufan Yanıtladı

Yazı Boyutu:

Ödüllü Yozgat Blues ve Uzak İhtimal filmlerinin senaristlerinden ve bugüne kadar 11 roman yazan Tarık Tufan’ı, Uğur Batı‘nın soruları ile keşfe çıktık.

Uğur Batı Sordu, Yazar Tarık Tufan Yanıtladı
Prof. Dr. Uğur Batı
Küratör,

Marka Danışmanı,
İçerik Yönetmeni

Şanzelize Düğün Salonu’nda Bir Tufan!

Koşarak gelse. biz tükenmeden, ruhumuzu tüketmeden önce gelse.Bir Adam Girdi Şehre Koşarak

Bir sözünü okuyordum, modern zamanlar sosyolojisini anlatıyordu: “Modern insan bütün yaraları geçsin istiyor, modern insan bütün eksikleri kapatılsın istiyor, modern insan bütün acıları dinsin istiyor, modern insan her şeye sahip olmak istiyor; fakat burası dünya. Burada bazı yaralar kapanmaz, açık kalır. Bazı eksiklikler tamamlanamaz. Burada her istediğine sahip olamazsın, modern insanın bu kibirli, iştahlı, aç gözlü yanını tatmin etmeye bu dünya yetmez. Modern insan delirmişçesine iyileşmeye çalışıyor.” Romanları da bu kafada. İnsan tahlilleriyle dolu kitaplarında psikolojik travmanın eşiğinde olan zihinleri anlatıyor. Aforizmalar ve hoş alıntılarla dolu oluyor yazdıkları. Bu anlamda dostum olması dışında da ilgimi çekiyor. Neyse devam edeyim. Bu yazıda sizi son yılların gözde yazarlarından Tarık Tufan ile buluşturacağım. Kocaeli’ye doğru gidiyorum.

Her zaman böyle düşünmüşümdür. Kocaeli Kitap Fuarı, Türkiye’de kitap fuarlarının gelişiminde önemli bir kilometre taşıdır. 14 yıllık tarihi boyunca edindiği deneyimlerle, sadece kitapların sergilendiği bir platform olmanın ötesine geçmiş, kültürel bir buluşma noktası haline geldi. Kitapların, toplumsal gelişimde ve bireysel bilinçlenmede oynadığı rol, Kocaeli Kitap Fuarı’nın düzenlediği etkinliklerle her seferinde bir kez daha vurgulanır. Gelecekte de bu tür fuarların, kitap okuma alışkanlığının yaygınlaşmasına, kültürel zenginliğin korunmasına ve nitelikli okuma bilincinin geliştirilmesine katkı sağlamaya devam edeceği açıktır. Kitap fuarları, dijital çağın getirdiği değişimlere rağmen, insana dokunan, bilgiyi paylaşan ve kültürel mirası yaşatan önemli etkinlikler olarak varlıklarını sürdürecektir. Bunu hissediyorum.

Kocaeli Kitap Fuarı’nın 2024 evresi için de hazırdım. Hem konuşmacı olarak hem de yakın dostum Tarık Tufan’ın röportajı için yola çıktım.

Uğur Batı Sordu, Yazar Tarık Tufan Yanıtladı

Sabahın erken saatlerinde fuar alanına adım attığımda, etraf hâlâ sakin ve serindi. Henüz kalabalık oluşmamıştı. Bu da bana rahatça dolaşma imkânı sağladı. Hangi stanttan başlayacağımı bilemeden ilk gördüğüm yayınevinin standına yaklaştım. Görevliler, güler yüzle beni karşıladı ve ilgimi çekecek yeni çıkan kitapları önerdiler. Kalabalık olmaması sayesinde dilediğimce kitaplara göz atıp sayfalarını karıştırdım. Kendimi zamansız bir dünyanın içinde kaybolmuş hissettim. Bu saatlerin keyfi başkaydı; adeta kitaplarla baş başa kaldım. Yalnız olduğum için fuarı gezerken hiç acele etmedim. Her stantta durup kitapları incelerken yepyeni yazarlar keşfetmenin heyecanını yaşadım. Kalabalık arasında kimseyi tanımıyor olmak, bana özgürce dolaşma şansı tanıdı. Hiç bilmediğim bir yazarın kitabını elime aldığımda içimdeki merak büyüdü. Belki de bugüne kadar adını hiç duymadığım bir kitap, hayatımda yeni bir sayfa açacaktı. Bu keşfetme hissi, fuarın en güzel yanlarından biriydi. Yalnız olmak bu heyecanı daha da artırıyordu.

Neticesinde sevgili Tarık karşıladı beni, her zamanki dingin ama zarif duruşuyla. Fuardan yola çıkarak beklemeden soruları sormaya başladım.

…diye edebi ve bilgilendirici bir giriş yapıyor Uğur Batı; tam da kendisine yakışır şekilde. Kocaeli Kitap Fuarı’nda yakaladığı yakın dostu yazar ve senarist Tarık Tufan’ı, fırsat bu fırsat diyerek röportaj yapmadan bırakmıyor elbette. Kitap fuarından yola çıkarak başladığı sorularına yazarın iç dünyası ve romanlarının iç dünyasına giden bir yolculukla devam ediyor. Ödüllü Uzak İhtimal, Yozgat Blues filmlerinin senaristlerinden olan ve bu zamana kadar 11 roman yazan Tarık Tufan’nın röportajı ile sizi baş başa bırakıyoruz. Keyifli okumalar.

Sevgili Tarık, Kocaeli kitap fuarı bu sene 14. kez kapılarını açıyor. Siz de sürekli katılıyorsunuz. Bu fuar hakkında hislerini alabilir miyiz?

Kocaeli Kitap Fuarı ülkemizin uzun soluklu kitap fuarlarından biri. Yıllar içinde büyüyüp geliştiğine, nitelikli bir kültür etkinliğine dönüştüğüne şahit olmak beni de bir yazar olarak mutlu ediyor. Yazarların, okurların, yayıncıların, kültür-sanat insanlarının bir araya gelerek değer kattığı bu kültür buluşmasının bir parçası olmaktan her zaman gurur duydum.

“Türkiye’nin en büyük kitap fuarı” mottosu ile 5-13 Ekim tarihleri arasında Kocaeli kitap fuarında 800 yazar, 980 panel, söyleşi ve imza etkinliği, 530 yayınevi, sahaf ve STK katılımı olacak. Bir fuar değil festival gibi. Bu fuarlar ülkenin geleceğine, gençliğe neler vadediyor?

Uzun soluklu, nitelikli, kültürel değerleri özümsemiş, ülkenin birikimine katkı sunan etkinlikler kuşkusuz çok değerli. Geçici, sığ, yüzeysel, insan ruhunu ve özünü değersizleştiren, yabancılaştıran üretimler karşısında, bir arayışın ve insanın özünü kavramanın derinlikli yolu olarak kültür sanatın güçlenmesi, hem bireysel hem de toplumsal hayatımızda hayati önem taşıyor. Dilerim sayıları artar.

Fuarın sloganı “Kâğıttan dünyaların keşfi”. Bu sana ne çağrıştırıyor?

Dijital olan, kâğıdın yerini alıyor. İlk bakışta doğayı ve insanı koruyan bir dönüşüm gibi geliyor, ancak zaman içinde gördük ki kâğıdın anlam dünyasında saklı hakikatler, insan ruhuna dokunan duygu halleri, dijital dünyada hızla yok oluyor. Bunun yerine ekranın pürüzsüz gibi görünen marazi dünyası hâkim oluyor. Bu keşif belki de neyi yitirdiğimizi öğretebilir. Bir tür öze dönüş de diyebiliriz.

Uğur Batı Sordu, Yazar Tarık Tufan Yanıtladı

Tarık, gerçekten heyecan verici kitaplar yazıyorsun. Eğer bir roman karakteri olsaydın, hangi özelliklere sahip bir karakter olmak isterdin ve neden?

Gerçek hayattaki rollerimizle, bir roman karakteri olmak arasında uzak mesafeler yok aslında. Hepimiz bir kurmacanın içinde (farkında bile olmadan) yer almış olabiliriz. Ben dilediğini söyleyen bir karakter olmayı seçebilirdim; içinden geçen her şeyi muhatabın yüzüne söyleyebilen bir karakter. Günlük hayatımdaki iletişimlerde içe dönük ve suskun bir karakter olduğumdandır belki.

Yazarken ruh halinin ve yaşamındaki olayların eserlerine nasıl yansıdığını düşünüyorsun?

Romancı hayatın içinde, hayatın ruhsal, duygusal ve akli yönden dönüştürdüğü bir kişilik. Romancı yıllar içinde kurmaca dünyasının içinde hikayesini anlatırken kendisi de bir başka hikâyenin kahramanı olarak dönüşüyor. Romanla gerçek hayat zamanla iç içe geçen ve aralarındaki çizginin belirsizleştiği bir süreç. Romancının kaleminden dökülenler ve ikilem arasındaki savrulmaların doğurduğu kelimelerden oluşuyor aslında. Romancı da kendi yarattığı kurmacanın bir parçası olduğundan yaşadığı ruh ikliminden soyutlanması pek kolay değil. Bunu fark ettiği anlarda güçlü bir bilinçle kendisini kurmacadan kurtarmaya çalışsa da ne kadar başarılı olacağı muamma. Bazen romancı kendi kurmacasının ilk kurbanıdır. Başına neler geleceğini bilmeden kendi hikâyesini yazar.

İstanbul’un sosyal ve kültürel yapısının eserlerini nasıl şekillendirdiğini düşünüyorsun? Mesela bu şehir, yazarlığına neler kattı?

Son romanım ‘Aşıklara Yer Yok’ da İstanbul’un sokaklarında dolanan bir karakterle açılınca, romanlarımdaki İstanbul imgesi okurun zihninde iyice pekişti. Bana İstanbul’un sorulmasından gizli bir haz duyuyorum. Zeyrek’te doğdum, eğitim hayatım Vefa’da, Ortaköy’de, Beyazıt’ta geçti. Gençliğimden itibaren Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi’nde, Cihangir’de, Kadıköy’de çok uzun yıllar geçirdim. Bu kutsal şehirle aramda tuhaf, derin, güçlü bir bağ var. İstanbul bir şehir olmaktan öte, birlikte yaşadığım bir insan gibi. Neredeyse bütün romanlarımda İstanbul bir karakter olarak ortaya çıkıyor. Yahya Kemal’in, Abdülhak Şinasi’nin, Tanpınar’ın, Orhan Pamuk’un, Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul’la kurduğu ilişkiyi son derece kıymetli buluyorum. Bu şehir, romancıları doğurdu ve sonra büyük romancılar bu şehri yeniden kurmaya başladılar. Şehir ve romancı arasındaki düşsel ilişki bu.

İstanbul’un büyüsü, ressamlar, romancılar ve tüm sanatçılar için derin bir ilham kaynağıdır. Dünyada bu manasıyla İstanbul’a benzeyen pek az şehir var. Romanın ve romancının şehri olarak İstanbul, içinde keşfedilmeyi bekleyen meraklar, sırlar, hikâyeler barındırıyor. Ben de şehre kulak veriyorum, duyduklarımı romanlarımın içine serpiştiriyorum ve böylece şehrin daha cömert ve sırdaş olabileceğini hayal ediyorum. İstanbul’la aramızda bir bağ ve yakınlık kuruldu. Birbirimizle konuşuyoruz, hikâyelerimizi anlatıyoruz. Elbette beni cömertliğiyle besliyor, büyütüyor; hayatıma, romanlarıma, senaryolarıma ruh ve anlam katıyor.

Eserlerinin sinemaya uyarlanmasında hangi unsurların en önemli olduğunu düşünüyorsun? Senaristlik ile romancılık arasındaki farklar nelerdir?

Edebiyat uyarlamalarını sinemanın renkli alanlarından biri olarak görüyorum ve açıkçası her uyarlamada ayrı bir heyecan duyuyorum. Bir oyuna katılmak gibi. Sonunu merak ettiğimiz bir oyun. Uyarlamada sadakat meselesi, sinemacı için önemli sorunlardan biri. Ben “Şanzelize Düğün Salonu” romanımı kendim uyarladım. Senaryosunu kendim yazdım. Senarist dilediği gibi uyarlayabilir bana kalırsa. Tamamen özgür uyarlamalardan yanayım; mekânı, zamanı, olay akışını dilediği gibi yorumlayabilir. Hatta serbest uyarlamalar beni daha çok merakta bırakıyor, heyecanlandırıyor. Tabii, bu benim teorik yaklaşımım, senarist kafamla böyle düşüyorum ama romancı kafam birden kıskanç ve şüpheci bir hale bürünüyor, romanlarımı birine teslim etmekte güçlük yaşıyorum.

Bir romanın veya senaryonun yazım sürecinde nasıl bir disiplin uyguluyorsun? İlham kaynaklarını nasıl belirliyorsun?

Roman yazmakla senaryo yazmak emek ve çaba olarak farklılaşıyor elbette. Romanda da senaryoda da yazar benzer bir yerden başlıyor: Bir hikâyem var ve bunu anlatmak istiyorum. Emek ve çaba, iyi anlatmanın yolunu bulmak için koşulsuz gereklilikler. Edebiyatta elimizde sadece kelimeler var. Kelimelerin büyülü evreninde dolaşıyoruz ve hikâyemizi anlatmaya en elverişli kelimeler hangisiyse onları alıp heybemize dolduruyoruz. Bir kelime işçiliği. Sinemada kelimelerin yanında görüntüler devreye giriyor. Işık, renk, müzik ve insan. Sinemacının dilini zenginleştirecek araçların sayısı artıyor. Ancak bütün bunları aynı ölçüde estetik, derinlikli, anlamlı, bütüncül kurabilmek nasıl mümkün olacak? Her anlatı zaman içinde kendi disiplinini yaratıyor.

Sanatçının zamanla kendi parmak izi oluşuyor, kullandığı üslup ve dil doğrudan onunla bütünleşiyor. Yazdığım bir filmi izleyenlerin, yazdığım bir romanla ruhsal, duygusal, estetik akrabalıklar kurmasından bu manada memnuniyet duyuyorum. Birbirleriyle mukayese etmek yerine, benzerleriyle kıyaslamamız gerekiyor. Bir romanı diğer romanlarla, bir senaryoyu diğer senaryolarla.

“Uzak İhtimal” ve “Yozgat Blues” gibi ödüllü projelerin, kariyerini nasıl etkiledi? Bu başarılar seni nasıl motive etti?

Bir hikâyeniz var. Büyük bir özenle ve emekle kâğıda döküyorsunuz. Bunu izletmek istiyorsunuz. İyi bir film olmasını hayal ediyorsunuz. İzleyici için iyi bir tecrübeye, değerli bir zaman dilimine dönüşsün ve hayatında bir şeylere karşılık gelsin istiyorsunuz. Çünkü izleyici bir sürü filme zaman harcadı ve izlemeye devam edecek. İki saat onu tutabilmeniz için, hayatında bir değişikliğe (duygusal, zihinsel vs) bir vaatte bulunmanız gerekiyor. Sana daha önce benzerini duymadığın bir hikâye anlatacağım. Sana asla unutamayacağın bir hikâye anlatacağım. İşte bütün zorluklar burada yatıyor. Aldığım ödüller benim için heyecan ve teselli oluyor. Devam et Tarık; yaptıkların, birilerinin dünyasında anlamlı ve değerli bulunuyor. Daha ne isteyebilirim ki?

Son eserlerinizde kaybolma ve bulma temaları öne çıkıyor. Bu temaların kişisel yaşamındaki yansımaları nelerdir?

İnsanın en derin, kadim korkularından biri yok olmak. Kaybolmak. Hiçliğin küflü, kasvetli, kör kuyusu. Yaşama dair bütün izlerinin silinmesi. Unutulmak. Kendisinden geriye hiçbir şey kalmaması. Ölümden neden korkar insan? Yok olmak hissinin en derin yaşandığı hâl olmasından mı? Ölümün ötesine geçme çabasını önemli kılan da bu. Ölmeden önce ölebilmek belki. Bu sayede ölümün yok oluş duygusundan tamamen sıyrılmak. Ölümü de içine katan bir hayat kurmak böylece. Kendini bilmek. Bulmak. Varlığın hakikate yaklaştıkça anlam bulması. Bütün bu meseleler zihnimi meşgul ediyor. Yazmak içimdeki bu telaşın, bu bitimsiz kavganın bir sonucu. Yazarak varoluşumu değerli kılacak bir çaba içindeyim. Edebiyatın imkanları ölçeğinde kendime, insana, hayata, hayalimde saklı tuttuklarıma dair anlama gayreti geliştiriyorum. Bu dünyada kendimi doğru konumlandırmak, hakikatle gücüm yettiğince, nefesim yettiğince, ruhum yettiğince derin ve sahih bir ilişki kurabilmenin peşindeyim.

Uğur Batı Sordu, Yazar Tarık Tufan Yanıtladı

Klasik eserlerden birini yeniden yazma şansını olsa, hangi eseri seçer ve nasıl değiştirirdin?

O eserleri klasik yapan yazarının kurduğu dünyanın gücüdür. Değiştirdiğimiz anda eser artık sıradanlığa savrulmanın eşiğindedir. Böyle bir kalkışmaya asla cüret edemem. Değiştirmeye yeltenmek bir yana olsa olsa “Keşke ben yazabilseydim” diye hayranlık duyduklarım olabilir -ki “Anna Karenina”- bunlardan sadece biri.

Eserlerinin çeşitli dillere çevrilmesi, yazarlığında yeni ufuklar açtı mı? Yabancı okuyuculardan gelen geri dönüşler seni nasıl etkiliyor?

Zamanla romanlarımın çevrildiği dillerin artması beni çocuksu bir heyecana sürüklüyor. Çevrilen dillerin konuşulduğu ülkelerde çeşitli kültürel etkinliklere davet ediliyorum ve oralarda okurlarla temas etme imkânını yakalıyorum. Yaşadığım en güçlü his şaşkınlık. Çok uzak coğrafyalarda, farklı dillerde aynı duygu ve ruh hallerini bir hikâyenin içinde yaşayabilmek, o dilleri konuşanların senin yolculuğuna katılması beni şaşırtıyor ve daha çok anlatmak için delice bir istekle dolduruyor.

Selin Damla
Selin Damla Tüm Yazıları