Yazar Sohbetleri: Murat Gülsoy
Yazı Boyutu:
Yazar Murat Gülsoy ile son çıkan kitabı ‘’Kıyamet Sonrası Olağan Bir Gün’’ ve kitaptan esinlenerek gerçekleştirilen resim sergisi üzerine Monday Art Collective ile bir sohbet gerçekleştirdik.
Kıyamet sonrası bir dünyayı ele alıyorsunuz. Varoluş ve kimlik kavramlarını nasıl ele aldınız?
Murat Gülsoy: Aslında bu kitabı yazmadan evvel kıyamet konusunu yazacağımı bilmiyordum. Bu kitabın doğuşu tam pandemi dönemine denk geldi. Pandemi sırasında Boğaziçi Üniversitesi’nin lojmanında kalıyordum. Kapanma olunca güney kampüsünde kapalı kaldık. Burada doğa ve ortam çok güzeldi. Dünya kapandı, araba, gemi ve uçak geçmiyor, dolayısıyla da hava temizleniyordu. Yani aslında her şey çok güzel olsa da bir bakıma korkunç ve tuhaftı. Ne olacağını bilmediğimiz bir ortam içerisindeydik. Doğa çok güzel ama tekinsiz bir ortam. Yani iki zıt olay karşısındaydık. Aslında tüm dünya olarak varoluşumuza tehdit eden bir şey yaşadık. Ben de daha önce ‘’Ressam Vasıf’ın Gizli Aşklar Tarihi’’ isminde yazdığım kitap üzerine çalışıyordum. Bir gün dışarıda ağacın altında otururken bir melek figürü aklıma geldi ve kısa bir metin yazıverdim. Daha sonra bu metinler benim rüyalarıma ve kabuslarıma girmeye başladı. Böylece bir izlek çıktı.
Bu kitabı yazmak sizi rahatlattı mı?
Murat Gülsoy: Benim her zaman yazıyla ilişkim öyle oldu. Bir rahatlama yaratıyor, çünkü bir şekilde bir iz bırakmak iyi bir şey. Sanatla uğraşanlarda malzemenin üzerinde iz bırakıyorlar, tuvalde, yazıda ve çanakta.. hem yaratıcılar rahatlıyor hem de siz sanat izleyicisi olarak düşüncelerinizi başkalarına iletmiş oluyorsunuz.
Kitabınızda geçmişe dair anılar ve zamanın durağanlığı önemli bir rol oynuyor. Bellek ve zamanla ilgili düşünceleriniz ve bu temaların hikayeye kattıkları hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Murat Gülsoy: Aslında gelecek yok olunca geçmiş de yok oluyor. Varlıkların günümüzde sürdüren insanların geçmişleri de kalmıyor. Tam olarak geçmişte ne olduklarını hatırlayamıyorlar. Pandemiyi şöyle hayal ettim: bir patlama olmuş ve her şey havada kalmış gibi. Bazı parçaları tanıyorsunuz, bazı parçaların neyin parçası olduğunu anlayamıyorsunuz. Bilmece gibi çözülecek bir kitap yazmadım. Tam tersi olarak bu parçalanmışlığı göstermek istedim. Artık şu anda kıyamet sonrası bir literatür oluştu. Kıyamet kavramı aslında anlamın yok olması demektir. Anlam kavramı yok olunca ona bağlı olarak adalet kavramı da yok oluyor. Dünyanın sonu küresel iklim kriziyle mi yoksa savaşlarla mı yoksa fakirlikle gelecek? Tüm bunların yeterince tartışılmadığı ama yaşandığı bir ortamdayız.
Yaratıcı sürecinizde pandeminin yanı sıra başka bir kaynaktan ilham aldınız mı?
Murat Gülsoy: Hayır, bu kitapta başka bir referansım olmadı. Belki sonrasında izlediğim filmlerin izlerini bulmak mümkün ama.. bu kitabı yazarken birebir olarak başka bir şey olmadı.
Kurgulama sırasında felsefeden de yararlanmış gibi gözüküyorsunuz. Doğru mu?
Murat Gülsoy: Bir ucu her zaman felsefeye dayanıyor. Üzerine yaşatmaya başladığınız zaman o yarattığınız dünyadaki olup bitenlerin her zaman bir ucu felsefeye dayanır. Hatta edebiyat alanındaki kurguyu deneysel bir felsefe olarak düşünebilirsiniz. Felsefe ya da sosyoloji laboratuvarı gibi…İnsana dair şeyleri biz yazarlar edebiyatın içerisinde görselleştiriyoruz. Bir takım denemeler yapıyoruz, böyle olursa ne olur ve bize neler hissettirir, başkaları ne hissediyor acaba? Ben olsam ne yapardım? Ve bir de başkası olsa ne hissederdi? Sorularını hep sorarım. Benim ‘’İstanbul’da Bir Merhamet Haftası’’ adlı kitabımda yedi resim üzerineydi. Benim resim ve edebiyatla olan ilişkimde hep oralardan kök almıştır.
Kitabınızda iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Murat Gülsoy: Özel bir mesajım yok, yapıtın kendisi mesaj niteliği taşır. Yani sadece okura değil, kendime de bir mesaj çıkarırım. Yani kendim de kendime dair bir şeyleri fark ediyorsam bu benim için bir mesajdır. İnsanın hep bildiği şeyi tekrar tekrar yazması değildir. Hem dünyayı, başka insanları araştırma ama asıl olarak da kendimi araştırıyorum. En çok bildiğim ve içine bakabildiğim kişi kendim.
Kitabınızda insan ve doğa arasında kırılgan bir ilişki var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Murat Gülsoy: Evet bu kitabın içerisinde insan daha kırıldı doğa daha güçlü duruyor. Örneğin kitabın içerisinde geçen zeytin ağacının varlığı herkesten daha güçlü ve kalıcı gözüküyor. Kuzey Ege’de son yıllarda çok zaman geçirdiğimden zeytin ağacını çok etkileyici buldum. Zeytin ağacı diğer ağaçlara göre daha farklı. Bir kere çok dev gibi büyümüyor, ister 800 yaşında olsun isterse 1000 yaşında, hep küçük bir ağaç. Ve bu ağaç kaç yaşında olursa olsun hep üretmeye devam etmiş. Doğanın olumlu gücü dediğim şeyi bu ağaç çok güzel temsil ediyor.
Günümüzdeki çevresel sorunları düşündüğümüzde kıyamet sonrası dünyayı resmetmek ve yazmak size neler düşündürdü?
Murat Gülsoy: Çok geri döndürülemez bir noktada mıyız ondan çok emin değilim. Zihniyeti değiştirdiğiniz zaman yeniden yapmak her zaman mümkündür. Ben her zaman buna inanıyorum, bu biraz da inanç ve bakış açı meselesi. Olumlu olmak daha iyi şeyler yapmama yol açıyorsa olumlu olmaya devam ediyorum. Elbette ki moralimizi bozan çok şey oluyor, ama umudumuzu kaybedip, olumsuz bir fikre kapıldığımız zaman da acınası bir kişiye dönüşürüz. Gözümüzü, kulağımızı dünyaya açık tutmalı ama direncimizi olumlu geliştirmeliyiz, yoksa direnç olmuyor. Çevre tek başına kirlenmiyor, bunun arkasında siyasetin ve dünyanın işleyişi var. Tabii ki de burada herkesin bir payı var ancak iktidar sahiplerinin daha çok payı var.
Kitabınızın sergiye dönüşme sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Murat Gülsoy: Üç ayrı sanatçı kitabınızın üzerine düşünüyor ve kendisi bir şey yaratıyor. Evet resimler sanatçılara ait ama metinden yola çıkarak yaptıkları için de benimle de bir ilgisi var. Ben onları resim yapma süreçlerinde izlerken de çok heyecanlanıyordum. Bazen de resimlere müdahale ederek bazı şeyleri ekleme ihtiyacı duyuyordum. Benim bir kitabım da oyuna uyarlandı. Aslında o da benzer bir süreçti. Yani kitap yeniden bir sanat eserine dönüşmüş oluyor. Benim için tüm bu ortak yapılan çalışmalar çok kıymetli. İyi bir sanat eserinin doğurgan olması gerekiyor.
Monday Collective: Bu sergi Murat Gülsoy’un kitabına dair bir çalışma, ondan esinlendik. Murat Bey Boğaziçi Üniversitesi’nde hocaydı ve bu sene emekli oldu. Kitaplarını yazarken resim sanatıyla da çok ilgiliydi. Sanat daha önce de kitaplarında yer almıştı. Emekli olduktan sonra da izleyici olarak sanata daha zaman ayırmaya başladı. Kolektif olarak Feshane’deki bir sergide bizim kolektifimizin bir çalışmasını görüp, Instagram hesabımızdan bizlere ulaşarak bizim atölyemizin öğrencisi oldu. Kolektifimizin ismi Monday Art Kolektif. Pazartesi günü buluştuğumuz için bu ismi koymayı uygun bulduk. Murat Bey de kendisinin de tek uygun günü Pazartesi günü olması nedeniyle o da kolektifimize gelerek bizlerden ders almaya başladı. Bir de kendisinin yeni yayınlanan kitabını getirdi ve bu kitapla ilgili sergi yapma isteği olduğunu belirtti. Çünkü kitap görsel olarak çok zengin bir kitaptı. Her hafta pazartesi günü Murat bey ile de çalışmalara devam edince kitap hakkında daha ayrıntılı bilgilere sahip olmamızdan ötürü resimleri yapmamız daha kolaylaştı. Bu sergi de yaklaşık bir senelik düşünce ve üretimin sonucu oldu.
Burada bir triptik var, ana karakteri tüm arkadaşlarımız kendi sanat pratikleriyle ayrı ayrı yorumladılar. Kitapta bizlere ilginç gelen konuları resmettik ve bu triptiği de bir altar resmi olarak planladık. Kitabında bir bölümünde ‘’Peki insanlar nereye gittiler’ sorusu sorulur. Bizler de bu yüzden resimlerimizin bir kısmında insansız ortamlar ürettik.
Okuduğumuzun bize dokunduğu yerleri sadece resmettik. Murat Bey bizim yaptığımız resimleri görünce kitabında bazı değişiklikler ve eklemeler yaptı.
{324701}