Valentino'dan Bir Metafor: “Un Château”
Yazı Boyutu:
Piccioli’nin bir metafor, bir fikir ve bir ‘temsil’ olarak kullandığı ‘Un Château’, 19. yüzyıldan kalma Château de Chantilly’nin bahçesinde, ayrıntılardaki ihtişamla basitliğin, karmaşıklıkla buluştuğu yepyeni bir couture anlayışını ortaya koydu.
Alışılmış couture anlayışının dışında, bambaşka bir yaratıcılık, bir anlayışla geliştirilen, basitliğin karmaşıklıkla birleştiği ve hatta bu kavramların anlamını değiştiren bir gösteriyle Valentino, Sonbahar/Kış Haute Couture koleksiyonunu sergiledi. “Basitlik, çözümlenmiş karmaşıklıktır” diyerek ikisinin muazzam uyumunu adeta bir sanat eserine dönüştüren defile, 19. yüzyıldan kalma bir şatoyu ise modernliğin simgesi haline getirdi.
Kreatif Direktör Pierpaolo Piccioli, defilenin yer aldığı şatonun “coğrafyalara veya dönemlere bağlı olmayan, ancak bir yaşam fikrini ifade eden” bir yer olduğunu söylüyor. Piccioli’ye göre, ‘geçmiş bir zamana tanıklık eden bir mekan, içinde yaşayan hayatların izlerini taşır – eskiden elitizm ve statü kavramlarının sembolü olan bir Château, bugün tarihini reddedip yeniden ayarlanabilir. İsimsiz ve evrensel olarak, bir Château herkes için her yerde var olabilir, yeni bir eşitlik ve güzellik, benzersizlik ve özgürlük kutlaması için bir platform haline gelebilir.’
Bir Château aynı zamanda haute couture için de bir metafor olarak hizmet edebilir. Nasıl ki bir Château’nun yaşanmış tarihi yeniden yapılandırılabilir, mimari karmaşıklığı içerisinde yepyeni bir yaşam alanı keşfedilebilirse, bir couture koleksiyonu ise ustalığıyla, basitliği ve sadeliğiyle öne çıkabilir. Öyle ki “bir şatonun mimari karmaşıklığı, Haute Couture’nin algılanan karmaşıklığı içinde saf bir basitlik bulunabilir.”
Birbirini takip eden, aynı anda birbirinin tam zıttı olan koleksiyonun sergilendiği defile, açılışını Kaia Gerber’in klasik vintage Levi’s kot ve beyaz gömlek giydiği bir görünümle yaptı. Fakat bu görünüm, 80 ton boyanmış mavi minik incilerle dolu detayları, sarkık taşlı avize küpeleri ve altın sarısı düz terlikleriyle Piccioli’nin “sadece paradoksal bir göz yanılsaması” olarak adlandırdığı koleksiyonu özetleyen güzel bir örnek oldu.
Defilenin devamında ilk bakışta vücudun formunu takip etmek üzere sadeleştirilen, hafif kumaştan, daha az dikişli sütun ve cepli rahat elbiseler, daha keskin formlar ve düz ayakkabılar süslerken, bir anda Piccioli’nin imza niteliğindeki ihtişam ve renk kendini göstererek defileye bambaşka bir yön verdi. Düğmeli elbiselerin balo elbiselerine dönüştüğü, elbiselerin tüylerle süslendiği, taşların, soyut süslemelerin, fırfırların ve drapelerin süslediği görünümler adeta barok dönemine ve şatonun süslü koridorlarında dolaşan üst düzey karakterlere gönderme yaptı. Minimalizm ve maksimalizm doğal bir uyumla birleştiği koleksiyon, kıyafetlerdeki ikiliğin en güzel örneklerini ortaya koydu.
Piccioli’nin hayal gücüyle birleştirdiği, ‘günlük için couture’ ve ‘masal için couture’dan oluşan iki farklı ucuyla koleksiyon, hem ustalık ve zarafeti hem de ihtişam ve detayların göz alıcılığını kutladı. Düz taban ayakkabılarla tamamlanan kombinler, tişörtlerden dönüşen balo elbiseleri, bedenle birlikte hareket eden hafiflikte elbiseleri, taşlarla süslenen ve adeta bir kanvasa dönüştürülen vintage jeanlerle “Un Château,” klasiği reddeden, bir couture koleksiyonundan çok bir fikir, bir metafor ve Piccioli’nin de dediği gibi “fikirlerin, herkes için açık ve kapsayıcı olduğu bir platform.”