preloader

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler

27.09.2024
212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
OGGUSTO CLUB’A ücretsiz üye olarak yazıyı sesli dinleyebilirsiniz.

Yazı Boyutu:

Fotoğraf sanatı ve diğer yaratıcı disiplinleri bir araya getirerek ziyaretçilere unutulmaz bir sanat deneyimi sunan 212 Photography Istanbul’a katılan sanatçılarla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

212 Photography Istanbul, yedinci yılında sanatseverleri İstanbul’un kültürel ve tarihi dokusuyla buluşturuyor. 28 Eylül – 13 Ekim 2024 tarihleri arasında gerçekleştirilecek bu eşsiz festival, fotoğraf sanatı ve diğer yaratıcı disiplinleri bir araya getirerek ziyaretçilere unutulmaz bir sanat deneyimi sunacak. Şehrin farklı noktalarındaki sergiler ve etkinliklerle dolu bu görsel şölen, İstanbul’un her iki yakasında yankı bulurken, hem Türkiye’den hem de dünyadan sanatçıları ağırlayacak. Biz de OGGUSTO olarak, festivalin kalbindeki sanatçılarla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Anastasia Fainberg

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

212 Photography Istanbul sergisi sırasında, çeşitli projeleri yansıtan ve sanatsal yolculuğumu toplu olarak temsil eden çok farklı çalışmalar sunuyorum. Fotoğrafçılığa yaklaşımım, özellikle yiyecekler ve günlük objelerle deneylere dayalı olup, onların iletebileceği duyguları uyandırmayı hedefliyor. Her bir eser, genellikle kişisel deneyimlerden veya benzersiz hikâyelerden ilham alan bir konsept veya duygu ile başlıyor. Süreç, eskiz yapmayı, objeleri toplama ve düzenlemeyi ve fikirlerin anlatmak istediğim hikâyeyi veya duyguyu etkili bir şekilde ilettiğinden emin olmak için test etmeyi içeriyor. Her proje, çiçek toplamak veya malzemeleri hazırlamak gibi kendi anılarına sahip olduğu için hepsi nihai fotoğraf çalışmalarıma katkıda bulunuyor.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

İlhamım genellikle hayranlık, merak, kusurlar, nostalji ve mizah gibi unsurlardan doğuyor. Sıradan, günlük unsurları keşfederek onların benzersiz hikâyelerini ve duygularını açığa çıkarmaya çalışıyorum. Farklı kişisel hikâyeleri dinlemek ve kendi deneyimlerim üzerine düşünmek, yaratıcı sürecimi zenginleştiriyor. Heykellerim ve fotoğraflarım aracılığıyla bu ilhamları yakalamayı, izleyicileri sıradan şeylere farklı bir açıdan bakmaya ve kusurlardaki güzelliği takdir etmeye teşvik etmeyi amaçlıyorum​.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Anastasia Fainberg, “Cocktail For The Evening”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Işık, kompozisyon ve diğer görsel unsurlara büyük bir özenle yaklaşıyorum. Objelerin seçimi, dokuları, renkleri ve diğer özellikleri göz önünde bulundurarak duyusal bir keşfe çıkıyorum. Işık, atmosferi oluşturmak ve objelerin belirli özelliklerini vurgulamak için kritik bir rol oynuyor. Gölgeleri ve yansımaları manipüle ederek belirli duygular uyandırmayı hedefliyorum. Kompozisyon, anlatıyı güçlendirmek ve izleyicinin gözünü yönlendiren görsel bir diyalog yaratmak amacıyla özenle tasarlanıyor; böylece ana unsurlar vurgulanarak bir denge ya da gerilim duygusunu elde ediyorum.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Yiyecek fotoğrafçılığı, özellikle jöle ve tereyağı gibi hassas malzemelerle çalışırken zorluklar çıkabiliyor. Örneğin, jölenin yumuşaklığını fotoğraflamak, onu hazırlamayı öğrenmeyi, sertleşmesini beklemeyi ve dikkatlice düzenleyip fotoğraflamayı gerektiriyor. Benzer şekilde, tereyağının yumuşaklığı ve erime eğilimi, hızlı ayarlamalar yapmayı zorunlu kılıyor. Her proje, çiçek toplamak ya da malzemeleri hazırlamak gibi unutulmaz deneyimlerle bağlantılıdır ve bu ayrıntıların her fotoğrafın anlatısını zenginleştirdiğini düşünüyorum.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

İzleyicilerin eserlerimi gördükten sonra tatmin olmuş, ilham almış ve düşünceli hissetmelerini umuyorum. Amacım, onların kendi deneyimlerine dair bir düşünme sürecini tetikleyen duygular uyandırmak ve günlük objelere bakış açılarını değiştirmek oluyor. İzleyicileri kendi duyumlarına ve düşüncelerine daha yakından bakmaya teşvik ederek, hem kendileri hem de başkalarıyla daha derin bir bağ kurmalarına yardımcı olacak kalıcı bir izlenim yaratmayı amaçlıyorum​.

Carla Van De Puttelaar

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

İstanbul’da çeşitli sergilerimden olan eserleri sergiliyorum ve sadece doğal ışık kullanıyorum. Örneğin, performans sanatı ve çorap kullanımıyla tanınan Britanya-Gana kökenli sanatçı Enam Gbewonyo’nun portresinde, sanatçının kendi eseri de portrenin bir parçası olarak yer alıyor. Bu portre, 2017 ilkbaharında başlattığım Artfully Dressed: Women in the Art World adlı serinin bir parçası. Bu projenin konsepti, sanat dünyasındaki birçok yetenekli kadını öne çıkararak onların başarılarını, zekâlarını, güçlerini ve güzelliklerini sergilemekti. Bugüne kadar bu seri, çeşitli kültürel geçmişlere, milletlere, yaşlara ve mesleklere sahip 600’den fazla kadını içeriyor ve proje devam ediyor. Bu seri, benim için de hayat değiştiren bir deneyim oldu ve New York, Amsterdam, Londra gibi yerlerde sergilendi.

Ayrıca moda tasarımcısı Iris van Herpen ile iş birliği içinde oluşturduğum Synergia sergisinden birkaç fotoğraf da sergiliyorum. İkimiz de Amsterdam’da yaşıyoruz ve daha önce de birlikte çalışmıştık, ancak bu sefer her şey mükemmel bir şekilde bir araya geldi.

Buna ek olarak, Rembrandt serisinden, özellikle kırmızı örgülü kızın fotoğrafını da sergiliyorum. Bu seriyi Rembrandt House Müzesi için oluşturmuştum ve bu, beni konfor alanımın dışına çıkmaya ve daha fazla modelle çalışmaya teşvik etti, bu da sanatsal pratiğimde önemli bir gelişmeye yol açtı. Old Masters resimleri üzerine düşünmek, benim için bir tutkudur.

Ayrıca bir sanat tarihçisiyim ve doktora tezimi 17. yüzyıl İskoç portreleri üzerine yazdım. İnsanlarla, özellikle kadınlarla çalışmanın yanı sıra, çiçekleri de eserlerime dahil etmeye başladım. Partnerim Fred G. Meijer, 17. yüzyıl Hollanda natürmortları konusunda dünyaca ünlü bir uzman. Bu döneme ait birçok çiçek natürmordunu inceledikten ve renkleri ile kompozisyonlarına hayran kaldıktan sonra, arkadaşlarımızın bize hediye ettiği beyaz güllere de hayran kaldım. Mutfağımdaki bu güllerin üzerine güneş ışığı düştüğünde, onların soluşunu tekrar tekrar fotoğrafladım. O zamandan beri çiçekler, genellikle kendi bahçemden temin edilerek eserlerimde önemli bir öğe haline geldi ve Garden of Eden sergimde yer buldu.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

İnsanlar beni her zaman büyülemeye devam ediyor. Çocukken sınıf arkadaşlarımın portrelerini çizerdim. Amsterdam’daki sanat akademisinde resimden fotoğrafçılığa geçiş yaptım, ancak portreler ve insan figürü eserlerimde merkezi bir yer tutmaya devam etti. Çoğunlukla kadınları tasvir ediyorum ve çalışmalarım oldukça otobiyografik nitelikte.

Daha önce de belirttiğim gibi, Caravaggio, Rembrandt, Rogier van der Weyden, Van Dyck, Rubens ve Vermeer gibi Old Masters isimlerden bir şekilde ilham alıyorum. Onların ışık ve gölge ustalığı, dram, duygular, durgunluk ve eserlerindeki inceliğin, sanatsal pratiğim üzerinde derin bir etkiye sahip​ olduğunu düşünüyorum.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Carla Van De Puttelaar, “Synergia Series”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Işık mucizesi, çalışmalarımın merkezinde konumlanıyor. Belirttiğim gibi, yalnızca gün ışığını kullanıyorum ve ışığın beklenmedik güzelliği beni her seferinde büyülüyor. Özellikle dış mekânda yapılan çekimlerde, neyle karşılaşacağınızı asla bilemezsiniz, bu yüzden anın ilhamına uyum sağlamanız gerekir. Işığın nihai güzelliği, en değerli unsurlardan biridir ve bu ışığı konumla ve mükemmel kompozisyonla birleştirerek gerçekten büyüleyici bir fotoğraf yaratabildiğimde büyük bir heyecan duyuyorum​.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Synergia sergisi üzerinde, modeller ve kıyafetlerle sabah saatlerinden akşama kadar çalıştığımı hatırlıyorum. Tüm fotoğraflarımda olduğu gibi bu seride de sadece gün ışığı kullanıldığından, hava kararana kadar çekime devam ettik. Aralık ayında, Amsterdam’da yılın en karanlık zamanında küçük bir ekiple her şeyin bir günde tamamlanmış olması gerçekten büyüleyiciydi. Üç kadının olduğu fotoğraf, ekibin favorisi oldu. Modelleri ve kıyafetleri sahneye yerleştirirken, her şeyin tam olarak doğru olması için uzun bir süre hareketsiz kalmaları gerekiyordu; daha sonra hiçbir şey eklenmedi. O an özel bir şeylerin olduğunu biliyor ve heyecanlanıyordum, ancak aynı zamanda küçük bir yanlış hareketin grubun konsantrasyonunu ve ilhamını bozabileceğinden de endişe ediyordum. Neyse ki her şey yolunda gitti. Şu anda bu fotoğraf, Iris van Herpen’in sergisiyle birlikte, Brisbane, Avustralya’daki Queensland Sanat Galerisi ve Modern Sanat Müzesi’nin dış cephesinde büyük boyutta sergileniyor.

Artfully Dressed: Women in the Art World projesi için çektiğim portreler, beni birçok olağanüstü kadınla tanıştırdı ve onlarla ilgili düşündüğümde hafızamda pek çok güzel anı canlanıyor. Mücevher tarihçisi Diana Scarisbrick’i portresi için ziyaret ettiğimde, 89. doğum günü olduğunu öğrenmiştim. Birlikte sevdiğimiz konular arasında yer alan cameo da dahil olmak üzere pek çok konuyu konuştuk, ancak portre için doğru anı bulmakta zorlandım. Kendisine saçını tekrar taramasını rica ettim, bu da bana kompozisyonu yeniden düşünmem için bir fırsat verdi. Odayı geçerken, en güzel sıcak akşamüstü ışığı yüzüne vurdu ve içimden “Lütfen orada kal!” demek geçti, ancak ışığın aynı kalması umuduyla birkaç gergin dakika boyunca beklemek zorunda kaldım. Neyse ki ışık aynı kaldı ve bu portre serinin en unutulmazlarından biri oldu. Londra’daki Ulusal Portre Galerisi tarafından, Tate Direktörü Maria Balshaw ve üç diğer portremle birlikte satın alındı. Bu değerli anları asla unutmayacağım.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Öncelikle, izleyicilerin işlerimi beğenmesini ve vizyonum ve ışığımla büyülenmelerini umuyorum. Benim için her parça bir ruha ve izleyicilerin kendilerini bulabileceği, ilgilenebileceği benzersiz bir dünyaya sahip. Portrelerimde amacım, her kişinin güçlendirici bireyselliğini, güzelliğini ve gücünü ortaya çıkarmak. İzleyicilerimle bir bağlantı kurmaya çalışıyorum, ister 212 Photography Istanbul’da ister gelecekte başka bir yerde olsun. İşlerimin izleyenlerin zihinlerinde kalıp, onların yeni eserler yaratmasına ilham vermesini umuyorum, tıpkı benim diğer sanatçılardan hem çağdaş hem de geçmiş dönem sanatçılarından ilham aldığım gibi.

Ellen Mary Croni

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

Bu fotoğrafların çoğunu, pandemi sırasında yeni doğum yapmış bir anne olduğum dönemde, benim için yeni olan şehirde yaşarken yaptım. Şimdi geriye dönüp baktığımda, bu fotoğrafların, gün boyunca biriktirdiğim enerjiyi ve kaygıyı dışa vurmanın bir yolu olduğunu söyleyebilirim. Böylesine benzersiz stresli bir dönemde, bir bebekle ilgilenmeyi öğrenirken aynı zamanda fotoğraf yapmayı, fotoğraf gözüyle düşünmeyi de öğreniyordum. Hem ebeveynliği hem de fotoğrafçılığı öğrenmeye hâlâ devam ediyorum. Sürecim esasen kameranın önüne çeşitli şeyler koyup sonra içlerinden bir görüntü çıkarıp çıkaramayacağımı, hoşuma gidecek bir şey yaratıp yaratamayacağımı görme üzerine kuruluydu.

Her bir fotoğrafı çekmek için ne kadar zamanım olduğunu bilmiyordum ve çevremde ne varsa kullanıyordum: Yiyecekler, nesneler, evdeki rastgele malzemeler; bunlar normalde etkileşimde bulunacağım ve fotoğraflarını çekeceğim insanlar ve yerlerin yerini alıyordu. Dürüst olmak gerekirse bu, tamamen içgüdüsel, aceleyle yapılan bir egzersizdi; bir sürü hata ve dağınıklık yaptım ve dosyalar tam anlamıyla karmakarışık. Güzel kumaşlar ve yiyeceklerle çevrili olma lüksüne sahip olduğum için çok şanslıydım. Yemek yemek, deney yapmak ve tüm bunları belgelerken dışarıda dünyanın dönüyor olması inanılmaz bir lükstü. Bu fotoğrafları birinin görmek isteyeceğini hiç düşünmemiştim ve bazen şimdi onlara bakmak zor geliyor. Ama onları yine de yaptım, o an kendimi tatmin etmek, bir tür rahatlama yaşamak, parlak ya da tuhaf ya da komik bir şeyle dikkatimi dağıtmak ve diğer şeyleri bir süreliğine unutmak için.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

Bence her şeyden önce fotoğrafladığım materyallerden ilham alıyorum; fiziksellikleri. Bu yüzden peynirin veya domatesin hissetme, koklama veya etrafta dolaşma şekli benim için ilginç. Bunu bir resme koymaya çalışıyorum, ilginç olduğunu düşündüğüm şekilde, aynı zamanda resmini yaptığım şeye karşı da adil davranıyorum.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Ellen Mary Croni, “Persimmon 2”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

O dönem tamamen niyet veya önceden düşünmeden yaklaştım bu unsurlara. Gerçekten bilinçli bir şekilde hareket edemezdim; fotoğrafları planlayacak ya da zamanlayacak ne vaktim ne de zihinsel alanım vardı. Kızım uyuduğunda -ve eğer uyursa- kelimenin tam anlamıyla geçici stüdyoma koşup bir fotoğraf yapmaya çalışıyordum ve ne kadar zamanım olacağını bilmiyordum. Bu yüzden tek amacım, “vaktim dolmadan bir şeyler yapmak”tı. Bu yaklaşım en iyi haliyle bana içgüdüsel bir seviyeye ulaşmamda yardımcı oldu, ama kötü fotoğraflar da çıkabiliyordu. Orada ince bir çizgi var.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Pandemi dönemi herkes için çok zor geçti; ancak ailem çok şanslıydı ve bu süreci atlattığımız için minnettar olmaya devam ediyorum. Fotoğrafları yaparken yaşadığım diğer bir deneyim ise anne olmayı öğrenmekti; bu yüzden anneliğin getirdiği tüm kısıtlamalar ve fırsatlar fotoğrafları büyük ölçüde şekillendirdi.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Açıkçası, görüntülerin bir şekilde insanlarda yankı uyandırmasını, umarım olumlu bir etki bırakmasını umuyorum. En çok da izleyicinin görüntülerle kendi şartlarına göre iletişim kurmasını istiyorum. Bu eserler hakkında kimseden bir şey talep etmiyorum ve onların görülüyor olmasını takdir ediyorum. Eğer birileri beğenip nedenini konuşmak isterse, bu en güzel şey olur.

Genco Gülan

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

Bu yıl, 2024 sonbaharında, 212 Photography Istanbul’da “Huzursuz Poseydon” (2021) isimli yapıtımı Moda Sahili’nde, denizin içinde, yüzer halde sergileyeceğim. Huzursuz Poseydon iklim krizine dikkat çekmek isteyen bir yapıt. Onun yerine birkaç alternatif de düşündük, tartıştık, ben Moda İskelesi için mekâna özgü bir takım projeler de geliştirdim ama “Huzursuz Poseydon” artık ikonik bir karaktere bürünmüş durumda. Yapıtın İstanbul’a dönüşü çok güzel olacak…

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

“Yüzen Heykeller” başlıklı serime on, on beş yıl evvel başladım. Bu seriyi hazırlarken bir heykelin veya resmin denizde nasıl yüzebileceğini merak edip araştırdım. Issız sahilleri dolaşıp suda yüzen doğal ponza taşları toplayarak bir dizi çalışma yaptım. Bunları suda ve denizde denedim ve sergilemeler yaptım. Daha sonra işin içine mermer, polimer, plastik gibi farklı malzemeler de girdi.

Kavramsal açıdan da antik dönem heykel ve seramikçiliğini de araştırmaya çalıştım. Bol bol müze gezdim. Sivri dipli amforaların biçemleri sayesinde doluyken bile suda yüzdüklerini gördüm. Poseydon ve Okeanos portrecilik örneklerine baktım. Benzer bir dizi figür heykel (Örneğin; Sponsor 2017) ve dijital render hazırladım. Bunlardan birini suyun altına indirdim ve aylarca beklettim. Şimdi yurt dışına heykel ihraç etmeyi beklerken figürlerimde yapay zekâdan yardım almaya başladım.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Genco Gülan, “Huzursuz”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Yapıtlarımda içerik kadar biçim de beni için önemlidir. Doğru bir kompozisyon baş tacımdır! Bunun nedeni sadece ‘Güzel Sanatlar’ yapıyor oluşumuz değil aynı zamanda acı reçeteleri şekerli macunlara, pembe renkli kağıtlara sarmamızın gerekliliği… Kimse artık kötü haber duymak istemiyor. Ama gündüz kabuslarından nasıl kurtulabiliriz? Bizi ancak doğal gün ışığının salgılatacağı melatonin kurtarabilir…

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Sanat yapıtının doğada karşılaştığı koşullar, beyaz kutu (White box) ortamından çok farklıdır. Galeri ve müze size yalıtılmış ortamlar, sabit durumlar sunarken doğada koşullar sürekli değişkendir. Müzenin havuzuna çıktığınız an rüzgar eser, akıntı başlar, gün ışığı ve sıcaklık bile değişken hale gelir. Sanatçı ve yapıtı arenaya çıkarken mücadeleye hazırlıklı olmalıdır.

Güney Kore’deki Tri-Bowl Müzesi’nde küratör arkadaşım Tal Lee yapıtlarımı dış mekândaki havuzun içinde sergilememi isteyince bütün projem değişti. Suyun içinde yüzer halde seramikler ve onların içinde de birer radyo olunca çok renkli bir iş ortaya çıktı. İnsanlar çok eğlendiler; Türkçe ve Korece müzikler ve konuşmalar birbirine karıştı.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Yapıtımın seyirciyi şaşırtmasını isterim. Hatıralarına girmeyi hedeflerim Ama asıl onu, iki arada, bir derede bırakmak isterim ki, oto pilottan çıksın, karar mekanizmaları yeniden çalışmaya başlasın. Böylece sevgili seyircim yeni fikirler üretsin ki bana da ilham versin! Ben de yeni ve eşsiz projeler yapayım…

Gül Ilgaz

Eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi? 212 Photography Istanbul’da sergilediğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

Çalışmalarım genellikle belirli bir hissiyatın ya da ruhsal bir sürecin tetiklediği duygu durumlarıyla başlıyor. Bu duyguların imgesel ve kavramsal olarak tercüme edilmesi süreci ise, uzun ya da kısa bir zaman diliminde, çeşitli çalışmaların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu çalışmalar bazen fotoğraf, bazen video, bazen de mekân yerleştirmesi olarak izleyiciye sunuluyor. “Taş ve Ten” serisini yaparken, bir tekinsizlik duygusundan yola çıkmıştım. Deniz ve ufuk çizgisinin geniş olduğu bir yer arayışındaydım ve Garipçe, bu iş için uygun bir yerdi. Sanatçı arkadaşım Özgül Arslan ile Garipçe’ye gittik ve ufuk çizgisinin net göründüğü yüksekçe bir yerden çekimler yaptık. Taş çekimleri için Özgül, taşları havaya atarken, ben de çekim yapmaya çalışıyordum. Sonuç olarak çektiğimiz onca fotoğraftan sadece bir tanesi çalışma için uygun oldu. Bu çekimlerin ardından atölyemde bilgisayar başında da oldukça fazla zaman geçirerek bu çalışmayı tamamladım.

“Ayrılık” fotoğrafı ise üçlü bir serinin parçalarından biri. Bu çalışma için yine deniz ve ufuk çizgisinin arka planda olması gerekiyordu, ancak fikir kafamda tam olarak netleşmemişti. Bu sefer bana arkadaşım Nur Arıoğul eşlik etti ve birlikte Kilyos’un yolunu tuttuk. Yine yüksek bir yer olmalıydı. Eski duvarların bulunduğu bir yerde çekim yaptık, ancak o mekânı bulana kadar epeyce yer dolaştığımızı hatırlıyorum.

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Fotoğraf işlerimde sıklıkla yatay kompozisyonlar kullanırım; bunun sebebi, yataylığın daha dingin ve feminen bir bakış açısı sağlamasıdır. Bu yataylık bazen biraz abartılı da olabiliyor. Özellikle “Ayrılık” adlı çalışmamda, uzun bir yatay kompozisyon tercih etmemin nedeni, geçmiş ve geleceğe işaret eden bir zaman dilimini simgelemesidir. Renklerin yoğunluğunu azaltarak da biraz gerçek dışı, rüyamsı bir atmosfer yaratmayı amaçlıyorum.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Gül Ilgaz, “Stone and Scale”

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Bu sergide yer alan “Arta Kalanlar” çalışmam, uzun yıllara dayanan bir pratiğin sonucudur. Kumaş ve tül, her zaman işlerimin bir parçası olmuştur. Tüle bastığım fotoğraflar veya rüzgarda salınan perdeler, işlerimde yer alan imgelerden bazılarıdır. Kumaş kıvrımları, akademinin ilk yıllarında her öğrencinin çalıştığı desen etütlerinden biri olduğundan, geçmişten bugüne taşıdığım bir öge olarak sık sık işlerimde yer alır. “Arta Kalanlar” serisinde, terk edilmiş bir evden geriye kalan, beyaz örtülerle kaplanmış mobilyaları andıran bir tür heykel yaratma isteğiyle, kumaşı sabitlemek ve katı hale getirmek, birçok deneme yaptığım bir süreçte ortaya çıktı. Bu denemeler, aralıklı da olsa 6-7 yıllık bir süreçte olgunlaştı. Büyük olmayan atölyemde, kumaşı büyük leğenlerde tutkallamak ve mobilyaların üzerine giydirmek, kendimi adeta kumaşla güreş tutan bir güreşçi gibi hissettirdi.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

İzleyiciye özellikle bir şey hissettirmek ya da düşündürmek gibi bir amacım yok. Yaptıklarımı, ortak bilinç alanından gelen bir ifade olarak görüyorum; benim hissettiklerim olmasa bile izleyici bir şeyler hissedecektir diye düşünüyorum. Bir yapıtı oluştururken, kendi deneyimlerimden ve hislerimden yola çıkıyorum, ancak izleyici de kendi yaşam deneyimiyle yapıta bakıyor, ona katkıda bulunuyor ve onu zenginleştiriyor. Onun ne hissetmesi gerektiğine bir sanatçı olarak ben karar veremem. Zaten bir sanat eserine bakarken, izleyicinin “Sanatçı ne hissetmiş?” sorusundan ziyade “Ben bu sanat eseri karşısında ne hissediyorum ya da ne düşünüyorum?” diye sorması daha uygun olur.

Hakan Sorar ve Ahmet Rüstem Ekici

212 Photography Istanbul’da sergilediğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

212 Photography Istanbul yıllardır ilgi ile takip ettiğimiz bir festivalin ötesinde bizleri uluslararası değerli sanatçılarla buluşturan bir oluşum. Geçtiğimiz edisyonda Hakan Sorar dijital görüntü oluşturma üzerinden sanal bir beden ile kurguladığı manzarayı ve animasyonunu sergileme şansı bulmuştu. Bu sene St Benoit Kilisesi’ne mekâna özgü bir çalışma üretme teklifi geldiğinde oldukça heyecanlandık. Ama bir yandan da neredeyse tüm tarihi yapılarda olduğu gibi hali hazırda vitrayları, heykelleri, resimleri ve mimarisi ile oldukça etkileyici bir yapı içerisinde bir sergi fikri bizi kaygılandırdı. Bu noktada önümüzde üç seçenek vardı. Ya eserin mekânda kamufle olarak var olması, ya kontrast bir hisle varlığını göstermesi ya da durağanlığın ötesine geçmesi gerekiyordu. Yoğun mekân analizi sonrasında aktarmak istediğimiz hikâyeyi kurguladık.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

Kilise mimarisi içerdiği formlar ve eserlerle halihazırda oldukça etkileyici. Ölçek olarak da sanatın alışagelmiş beyaz küp sergileme biçimlerinden çok daha farklı bir yerde konumlanıyor. Okul tarafından hazırlanmış mekânın tarihsel sürecindeki tüm şahitlikleri ve dönüşümlerine odaklanan bir kitapçık bizim en büyük ilham kaynağımız oldu. İstanbul şehir merkezinde yüzlerce yıldır var olan ve süreç içerisinde mimari kimliğinin yanına eklemeler yapmış bu yapının kendi sürecindeki tüm olayları bir döngü içerisinde aktarmak istedik. Kısaca ilham kaynağımız kilisenin dokusu, mimari yapısı, yıldız sembolleri, bakır/pirinç/antik altın dokuları ve işlemeleri oldu. Tüm bu yüzeylerin şahitliklerini bir döngü içerisinde aktarmak istedik. Bunu yaparken 212 Photography kimliğine yakışacak şekilde yeni nesil görüntü üretme araçlarının peşine düştük. Bilgi ve düşüncelerimizi kelimelere, kelimeleri ise yapay zekâ araçları ile sese, 3B modele, videoya ve görüntüye dönüştürdüğümüz bir deneyim oldu bizim için. Dini yapılar sadece dini ritüellerin gerçekleştiği yapılar olmanın çok ötesinde olabiliyor. İnsanları bir araya getiren kubbenin fonksiyonu toplumsal olaylara göre kimi zaman değişebiliyor. Bu etkileyici yapının dispanser, gözlemevi, aşevi gibi kullanımlarını olaylar zincirleri ile kaynaştırmak istedik. Tıpkı mekânın girişi gibi su ile başlayan bir video bizi yüzeylerin anlatım biçimlerindeki detaylarla, düğünler, salgınlar, cenazeler ile buluşturuyor.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Hakan Sorar ve Ahmet Rüstem Ekici, “Arevehkn”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Ana ekran çalışmamızın tüm dokusu kilisenin yapısında var olan unsurlardan ilhamla ortaya çıktı. Kubbede var olan yıldızları tüm kurguda görmek istedik. Yapının gözlemevi olarak kullanılmış olması, bilime verdiği değer, yüzlerce hayvanı kapsayan taksidermi koleksiyonları bize son derece geniş çalışma alanı sundu. Fotoğrafı ve videoyu yeni biçimlerle üretip yeni yüzeylerle nasıl buluşturabiliriz sorusunu sorduk. Bu noktada dini yapıların son derece kuvvetli illüzyon kurguları ile örtüşecek malzeme ve tekniklerin peşine düştük. Hologram holofan cihazı bu noktada kavram olarak kullanmayı çok sevdiğimiz bir cihaz. Üstündeki yüzlerce çipe her an aktarılan imgenin parçalanmış görüntüleri gözümüzü kandıracak bir hızda dönerek yeni bir illüzyon yüzeyi oluşturuyor. Bunu video ve fotoğrafı ekran ve kağıt üzerinde deneyimlemeye yeni bir biçim olarak kullanmayı ilham verici buluyoruz. Hemşire üniformalı yerleştirmemizde ise burada çalışıp İstanbul’a hizmet vermiş onlarca çalışana ve mekanı son terk edenleri anmak istedik. Duvara dönük imgeleri ile yine yapay zekâ görüntüyü tekstil yüzeyle buluşturarak yerleştirmemizi kurguladık. İstanbul’daki birçok yapı gibi depremler, yangınlar, doğal yollar, istilalar ile hasar görmüş yapının mimari dönüşümüne vurgu yapmak istediğimiz mimari bloklar da bu şekilde mekana yayılıyor. Mahfillerde ise hologramik görüntü ile var olmamış insanların portreleri ile karşılaşıyoruz. Bazı dokular bize yüzleşmeye dair sorular soruyor.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Tarihi yapıların en büyük zorluklarından biri bol dokulu yüzeyleri ile oldukça etkileyici alanlara sahip olmaları. Bu noktada eser belirlerken mekânda zıtlık yaratmak veya mekânın ruhuna, dokusuna paralel bir yolda ilerlemek gibi seçimler üzerine çalıştığımız kavramı nasıl kurgulayacağımız konusunda bizi zorladı. Aynı zamanda tarihi yapılara göstermemiz gereken saygı, asım ve prodüksiyon işleri ile de beyaz küpten daha zorlayıcı olabiliyor. İlk defa bu kadar değerli bir yapı içerisinde bir eser sergiledik ve mimarinin huyuna gitmiş olmak bize iyi hissettirdi. Çünkü izleyici sadece sanat eserine değil her zaman gezmek için ulaşılır olmayan bir yapıyı da deneyimleyecekler. Kokusu, dokusu, ışığı, nem oranı, akustiği ile şehir gürültüsünden kopup başka bir yere geçtiğinizi çok net hissettiren bir yapı.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Yapay zekâ videoların yarattığı sürreal geçişler bilişsel yükleme ile izleyiciyi neye odaklanacağını şaşırdığı bir süreç yaşatabiliyor. Bu videoda hangi sembolü neden gördükleri üzerine sorular onları şehir merkezindeki bir yapının geçmişinden izlerle buluşturacaktır. Yapının gündelik dönüşümüne ek fonksiyon olarak dönüşümü üzerinden mekâna dair bilgilerle karşılaşacaklar. Hareketli yüzeyler, AR deneyimleri, projeksiyon, LED ve hologram cihazlarının sunduğu yüzeyler mağara döneminden günümüze yüzeylerde iz bırakma dürtümüz ve araçlarına dair çeşitlilik ile karşılaşacaklar. Ama bahsettiğimiz gibi en güzel yanlardan birisi bir galeride belki de sadece sanat eserlerine odaklanırken tarihi yapılarda mekânı deneyimleme biçimleri eklenince izleyicinin farklı duygular yaşayacağından eminiz.

Hung Keung

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

Bu sanat eserini oluşturmanın en büyük zorluğu iç ortamın sıcaklığını etkili bir şekilde artırmaktı. Sıcaklığı yükseltmek için sürekli ekipman kullandık ve bu da bitki ve çiçeklerdeki fiziksel değişiklikleri etkiledi. Bitkilerin yüksek sıcaklıklar altında dönüşümü, yaşamdaki döngüsel değişiklikleri yansıtıyor. Prodüksiyon ekibimiz, yalnızca sıcakta çalışan personel üzerindeki fiziksel yükü değil, aynı zamanda bu koşullar altında fotoğraf ekipmanımıza getirilen zorlukları da yönetmek zorunda kaldı. Bu deneyimler, yaratıcı süreç boyunca paha biçilemez olduğunu kanıtladı. Sonuçta, bu yaşam döngüsü değişikliklerinin büyüleyici etkilerini yakalamayı ve sunmayı başardık.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

Çalışmam, doğadaki mistik yaşam durumuna benzersiz bir bakış açısı sunarak, çiçeklenmeden solmaya kadar yaşam döngülerini tasvir ederek Çince karakterleri kişileştiriyor. Bu vakıf, sanat eserlerimi dijital sanat, Çin felsefesi ve kültürel mirasın kesiştiği noktada diyaloğa önemli katkılar olarak konumlandırıyor. ‘Dört Mevsim’ serisinde, dijital programların Çince karakterleri farklı kişiliklerle nasıl iç içe geçirebileceğini araştırıyorum. Yazı tipiyle tanımlanan her karakter, benzersiz bir işlevi ve kişiliği bünyesinde barındırıyor.

Bu keşif şu soruyu gündeme getiriyor: Dijital çağda gelişmek için Çince karakterlere benzersiz semboller ve anlamlar verilebilir mi? Bir yapay zekâ sistemi kullanarak, her birine farklı kişilikler bahşeden Çince karakterler üretir ve onlarla etkileşime girerim -başıboş, nazik, romantik, duygusal, masum ve bağımsız. Bu karakterler atmosferde sürüklenir, rüzgarla birlikte hareket eder ve çevrelerine uyum sağlar. Ortamdaki ince değişiklikler, benzersiz özelliklerine göre tepki veren karakterlerden farklı tepkileri tetikler.

Kelimeler ve çevreleri arasındaki bu etkileşim, çalışmamın temel kavramını oluşturuyor. Geleneksel 2B sunumlarından özgürleştirilen Çince karakterlerin, sanat ve teknolojinin entegrasyonu, onları dijital çağda ve sanal alanda dinamik varlıklara dönüştürmesi yoluyla kişilik ve duygularla iç içe geçip geçemeyeceğini sorgulamayı hedefliyorum.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler

Bu konuda ilham kaynağınız neydi?

Yaşam felsefesini Doğu ya da Asya perspektifinden yeniden incelemek için kullandığım zaman ve mekân kavramı sürekli ilgimi çekiyor. Bu yaklaşım, geleneksel felsefeleri çağdaş bir bağlamda keşfetmeme ve yeniden yorumlamama, varoluşun doğası ve içindeki yerimiz hakkında yeni bilgiler vermeme izin veriyor.

“Nasıl” ile ilgili olarak felsefemi, zaman ve mekân kavramlarını yaratıcı sürecime entegre ederek, yaşamın daha derin anlamlarını Doğu perspektifinden keşfetmeme izin vererek uyguluyorum. Bu, deneyimlerimizin ve çevrelerimizin varoluş anlayışımızı nasıl şekillendirdiğini göz önünde bulundurarak çevremdeki dünyayla yansıtıcı bir şekilde etkileşime girmeyi içerir.

Pratik olarak, şimdiki an hakkındaki farkındalığımı artırmak ve sanatsal konularımla daha derinden bağlantı kurmama yardımcı olmak için farkındalık tekniklerini sıklıkla kullanırım. Doğadaki ve insan etkileşimlerindeki ince değişimleri gözlemleyerek, bu dinamiklerden ilham alıyorum ve onları işime çeviriyorum.

Felsefi fikirleri tartışmak yeni içgüdülere ve bakış açılarına yol açabileceğinden, başkalarıyla diyaloğu ve iş birliğini de teşvik ediyorum. Bu işbirlikçi yaklaşım, yaratıcı sürecimi zenginleştiriyor ve ortak bir keşif ve anlayış topluluğunu teşvik ediyor.

Nihayetinde amacım, izleyicilerle kişisel düzeyde rezonansa giren, kendi deneyimlerini ve onlardan kaynaklanan felsefi soruları yansıtmalarını isteyen bir sanat yaratmak. Bu uygulama ile soyut felsefi kavramlar ile somut sanatsal ifade arasındaki uçurumu teknoloji aracılığıyla kapatmayı hedefliyorum.

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Sanat eserimde, insan ruhuyla zengin, incelikli ve derin bir bağlantıyı somutlaştıran geleneksel Çin manzara resminin ruhunu ve özünü korumaya çalışıyorum. Işığın ve kompozisyonun dikkatli bir şekilde manipüle edilmesiyle bir derinlik ve atmosfer duygusu yaratmaya odaklanıyorum.

Parçalarımda ışık ve nesnelerin hareketi çok önemli bir rol oynuyor, sadece konuları aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda duyguları uyandırıyor ve ruh halini belirliyor. Öğeler arasındaki hassas geçişleri vurgulamak için ışığı kullanmayı, izleyicileri eser içindeki nüansları keşfetmeye davet eden uyumlu bir denge yaratmayı hedefliyorum.

Nesnelerin bileşimi ve hareketi de yaklaşımımın hayati yönleridir. İzleyicinin gözüne rehberlik edecek ve parça boyunca bir hareket hissi yaratacak öğeleri dikkatlice düzenliyorum. Katmanlaşma ve perspektif gibi teknikleri kullanarak, doğa ve insanlığın birbirine bağlılığını vurgulayarak düşünceli bir deneyimi teşvik ediyorum.

Nihayetinde amacım, izleyicilerin sanat eseriyle daha derin bir düzeyde etkileşime girmesine izin vererek bir zamansızlık ve yansıma duygusu uyandırmaktır. Bu görsel unsurlar aracılığıyla yaşamın zenginliğini ve doğanın döngülerinde bulunan kalıcı güzelliği aktarmayı hedefliyorum.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Bu eserlerin yaratılması sırasında karşılaştığım önemli zorluklardan ve unutulmaz deneyimlerden biri, sanatsal nesnelerde değişikliklere neden olabilecek mümkün olduğunca sıcak bir ortam yaratmaktı. Bu işlem, ısıya tepki verirken her nesnedeki geçişleri gözlemlemek için 30 ila 45 dakika beklememizi gerektiriyordu. Bu bekleme süresi sadece bir sabır testi değildi; malzemelerin dönüşümü ve değişimin özü üzerine düşünmemi sağlayan unutulmaz bir deneyim oldu. Isı altındaki nesnelerin kademeli evrimine tanık olmak, geçicilik temalarını ve yaşamın döngüsel doğasını vurgulayarak çalışmama bir derinlik katmanı ekledi. Bu deneyim, yaratıcı süreçte sabrın ve gözlemin önemine olan inancımı pekiştirdi ve sonuçta parçalarımın nihai sonucunu zenginleştirdi.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

İzleyicilerin Doğu felsefesinin kusursuz entegrasyonunu ve teknoloji ile güzellik duygusunu takdir etmelerini istiyorum. Amacım, sanatsal ifade ve yorumlama yoluyla yaşam döngüsünün anlamını düşünmeleri için onlara ilham vermek. Çalışmalarımı deneyimleyerek, umarım dönüşüm ve geçicilik temalarıyla daha derin bir bağlantı hissederler ve kendi yaşamları ve çevrelerindeki dünya hakkında düşünmeye teşvik ederler. Nihayetinde, diyalog ve iç gözlem için bir alan yaratmayı, izleyicileri sanatın geleneksel bilgeliği ve çağdaş yeniliği nasıl birleştirebileceğini keşfetmeye teşvik etmeyi, paylaşılan insan deneyimimizi daha iyi anlamayı teşvik etmeyi hedefliyorum.

Okyanus Çağrı Çamcı

212 Photography Istanbul’da sergilediğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

Eve Dönüş Yolları sergisinde, en büyük kabuslarımdan biri olan evsizlik korkuma odaklanıyorum. Uzun zamandır üretim pratiğimde aile, ev ve kuir kimlikler üzerine çalışıyorum. Kendimi anlama yolunda, aslında benden önceki kadın+ hikâyelerini araştırıyor ve eksik olan parçamı bulmaya çalışıyorum. Eve Dönüş Yolları sergisinde, 2019’dan günümüze ürettiğim eserlerin bir seçkisi yer alıyor. Bu seçki, öz aile hikâyemden başlayarak benim ilişki biçimlerime evriliyor.

Yaklaşık iki yıldır, resimlerimde mekân oluşturmaya başladım. Daha önce genellikle mekânsız figüratif resimler yapıyordum. Mekânın belirginleşmesiyle birlikte, ev imgeleri resimlerimde ortaya çıkmaya başladı. Bazen parkenin üzerindeki bir yatak, mutfaktaki pencere veya banyodaki bir küvet, hikâyemize dair çok şey anlatabilir. Bu seçkiyle birlikte, kaosun içinde kaybolmuş ama bulunmayı bekleyen bir evi izleyiciye sunmayı amaçlıyorum.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

Genellikle beni üretmeye iten faktörler arasında rüyalarım, güncel yaşadığım kaotik olaylar ve benden önceki yaşanmış hikâyeler yer alıyor. Evlilik Serisi, Ellerim Ellerinde serisi ve Kasvetli Kutlama gibi resimlerim, ailemin boşanması ve bağımsızlaştığım döneme denk geliyor. Kaos, beni hem üretmeye hem de araştırmaya itiyor. İkili ilişkileri incelerken sadece negatif duygulardan beslenmiyorum; dayanışma, aşk ve sevgi gibi birçok pozitif duyguyu da resimlerime yansıtmanın peşindeyim. Öğrenilen ev ve aile kavramları üzerine yeniden düşünerek, dayanışma ve güvenli alanlar yaratabileceğimiz bir kompozisyon kurguluyorum.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Okyanus Çağrı Çamcı, “Bu Sana Hoşçakal Demek”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Renk paletim, kompozisyonlarımla bağlantılı olarak ve ortamın şartlarına göre, resimlerimin sergileniş biçiminde dramatik bir ışık kullanmayı hayal ettik. Sürecin başında, 2019’da, 212 Photography Istanbul’da yaptığım dijital aile resimlerim beğenilmişti. Bu sergiye davet edildiklerinde, aslında daha önce kurguladığım bir sergileme biçimi vardı. Zamanla bu sergilemeyi genişlettik. Süreçte önerilerime oldukça açık ve destekleyici davrandılar. Kuşaklararası ilişki dinamiğinin zamanla değişimine odaklandık. Bir yandan dijital işlerimin yanı sıra, son dört yıldır aktif olarak yaptığım toz pastel ve suluboya resimlerime de odaklandık. Boya türü değişse de pentur olarak bir dile hakimim ve bu dili koruduğuma inanıyorum.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Daha önce 3 metrelik bir resim yapmamıştım. Boyut olarak beni biraz zorladı, ama zorlu meydan okumaları her zaman sevmişimdir. Atölye olarak evimin bir odasını kullanıyorum ve bu yüzden resmin ölçüleri beni biraz zorladı. Bunun dışında süreç boyunca adım adım yeni resimler ürettim. Damla Durman ile üretim sürecinde iletişimi sürdürdük. Sanırım benim için en unutulmazı, Arzunun Peşinden Yürümek isimli resmimin yapım süreci oldu.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Ne kadar resmi yapan bir sanatçı olsam da bu soruya net bir cevap vermeyi kendimde uygun görmüyorum. Aslında ben, duygularla örülmüş bir izlek sunuyorum. İzleyiciler kişisel deneyimlerinden ötürü benimle ortaklıklar sağlayabilirler ya da sağlamayabilirler. Bu hikâye, bizim yaşamış olduğumuz bir hikâye olmayabilir, ancak etrafımızdaki birinin hikâyesi olabilir. Bu yüzden izleyicilerin fikri ve duygusu benim için çok önemli. Eve Dönüş Yolları’nın, izleyicilerde uyandırdığı duygunun, hayattaki farklı pencerelere bakmalarına yardımcı olacağına inanıyorum.

Stefano Perego

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

2006 yılında Milano’daki evimin yakınındaki geniş, terk edilmiş bir sanayi sitesini ilk keşfim sırasında fotoğraf çekmeye başladım. Deneyim unutulmazdı: Muazzam ama kırılgan binalar, unutulmuş nesneler, geçmişin kalıntıları ve pas ve küfün çarpıcı renkleri, hepsi güçlü mimari unsurlarla iç içe geçmişti. Bu bende derin bir hayranlık uyandırdı, terk edilmiş yapıları keşfetme ve fotoğraflama tutkusunu harekete geçirdi. Yıllar boyunca, Avrupa çapında bu sitelerden yüzlerce araştırdım ve belgeledim. İlgim, 20. yüzyılın sonlarındaki mimari tarzlara, özellikle de Vahşiliğe ve Sovyet Modernizmi’ne de genişledi. 1960’lardan 1980’lere kadar olan cesur, deneysel mimariyle karşılaştığım Eski Yugoslavya gezisi, daha derine inmem için bana ilham verdi. Dünya çapında benzer binaları belgelemek, benzersiz estetiklerini oluşturmak istediğimi fark ettim.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

İlhamım her zaman Doğu Avrupa ve eski Sovyet şehirlerinin atmosferine, özellikle de geç modernist mimarilerine dayanıyordu. En başından beri, modernist mimari fikirlerin yerel mirasla kaynaştığı bu yapıların alışılmadık güzelliği beni büyüledi. Binalar genellikle fütüristik şekillere sahipken, yıpranmış yüzeyleri nedeniyle geçmişte demirlemiş gibi görünüyorlar, fotoğraflamak için zorlayıcı bulduğum güçlü bir kontrastı oluşturdu.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Stefano Perego, “26”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

Fotoğraf gezilerime başlamadan önce internette, kitaplarda ve uydu görüntüleri aracılığıyla binaları araştırmaya, ilginç ve sıra dışı siteler bulmak için geniş alanları keşfetmeye önemli ölçüde zaman ayırıyorum. Daha sonra koordinatlarla ayrıntılı haritalar oluşturuyorum ve her yapıyı en uygun ışığında yakalamak için günün en iyi zamanını dikkatlice planlıyorum. Bir siteye vardığımda, binayı gözlemlemek, özelliklerini tanımak ve en çarpıcı açıları belirlemek için zaman ayırıyorum. Ancak o zaman tripodumu kurdum ve binanın sahnenin mutlak kahramanı olarak durmasını sağlayarak dengeli bir kompozisyon oluşturma sürecinin tadını çıkardım.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Fotoğrafçılığım sayesinde mimarlık, özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha az bilinen yapılar hakkında farkındalık yaratmayı hedefliyorum. Bu binalar, zamanlarının sanatsal değerlerini yansıtan muazzam bir yaratıcılık ve deney dönemini temsil ediyor. Bu yapıların çoğu yavaş yavaş kayboluyor veya önemli değişiklikler geçiriyor, bu yüzden fotoğraflarım hafızalarını ve önemlerini koruyarak değerli belgeler olarak hizmet ediyor.

Wang Chen

212 Photography Istanbul’da sergileyeceğiniz eserlerin arkasındaki hikâyeleri paylaşabilir misiniz? Bu çalışmaların ortaya çıkış süreci nasıldı?

212 Photography Istanbul’da iki video enstalasyonu sundum. Bu çalışmalar, ses manzaralarını kullanarak yaratma, bozulma ve döngüsel yıkım temalarını araştırıyor ve izleyicileri fantastik ve alametkâr yeni dünyaların ortaya çıktığı sürükleyici deneyimlere yönlendiriyor. Alternatif gerçeklik yolculukları aracılığıyla izleyicileri dijital medyanın gerçeklik algılarımızı çok duyusal bir deneyim yoluyla nasıl etkilediğini düşünmeye davet etmeyi amaçlıyorum.

“In the Woods” eserimle çağdaş yaşamdaki kaotik ve çoğu zaman ezici deneyimleri araştıran, karanlık ve uğursuz bir ormanı gerçekliğin öngörülemez doğası için bir metafor olarak kullanan çok kanallı bir projeksiyonu yansıtıyorum. Yaratıcı süreç, elle boyanmış öğelerin dijital teknolojiyle katmanlanmasını ve gerçeküstü bir manzara yaratmak için performans ve animasyonun iç içe geçmesini içeriyor. “Fractured Delights”eserimde ise geleneksel sanatı dijital manipülasyonla birleştirerek göçmen deneyimlerinin merceğinden manzaraları yeniden canlandıran tek kanallı bir videodur ve değişen kimlik ve aidiyet kavramlarını yansıtıyorum.

Animasyon yoluyla, elle boyanmış sahnelerin katmanlarını derlemek için Unity ve Adobe After Effects gibi dijital yazılımlar kullanıldı. Bazı karakterler ve sahneler stop-motion animasyonla canlanırken, diğerleri benim tarafımdan gerçekleştirilen kaydedilmiş performanslardan alındı. Dijital alanın dışında, izleyicinin manzarasını değiştirmek için alanı, nesneleri ve ses manzarasını da göz önünde bulunduruyorum.

Bu eserlerinizi yaratırken sizi ne tür fikirler veya duygular yönlendirdi? İlham kaynaklarınız nelerdi?

Çalışmam, kurgusal ve kişisel deneyimlerin araştırılmasına derinden dayanıyor. Görsel bir sanatçı olarak, imgeleme ve anlatı anlayışımla bilgilendirilen kavramları ifade etmek için çeşitli dijital öğeler, teknoloji, performans ve esnek malzemeler kullanıyorum. Farklı karakterler yaratarak, icra ederek ve anlatı sahneleri inşa ederek, sosyal yapıları öngörülen dünyamdaki perspektiflerinden inceliyorum. Yaratıcı süreçle bu etkileşim, toplumumuzdaki anlam katmanlarını keşfetmeme ve yapısızlaştırmama olanak tanıyarak yeni iç görüler ve bakış açıları sağlıyor.

212 Photography Istanbul: Fotoğrafın Ötesine Geçen Hikayeler
Wang Chen, “Fractured Delights”

Eserlerinizdeki ışık, kompozisyon veya diğer görsel öğeleri nasıl kurguladınız? Bu unsurları kullanarak neyi vurgulamak istediniz?

“In The Woods” eserimde ormanın esrarengiz, ezici ve gerçeküstü doğasını vurgulamak için ışığı kullandım, görsel anlatıya derinlik ve karmaşıklık katan gölgeler ve vurgular yarattım. Kompozisyon, izleyicinin gözünü kaotik ortamda yönlendirmek, kendilerini hem dalmış hem de şaşırmış hissettirmek için tasarlandı. “Fractured Delights” eserimdeyse dijital ve fiziksel dünyalar arasındaki kontrastı vurgulamak için ışık ve renk kullanıldı; kompozisyon, kendi değişen kimlik ve aidiyet deneyimimi yansıtacak şekilde yapılandırılmış ve parçalanmış öğeler arasında dikkatlice dengelendi.

Bu çalışmalarınızı oluştururken karşılaştığınız zorluklar ya da unutulmaz deneyimler oldu mu?

Başlıca zorluklardan biri, her iki çalışmada da dijital ve fiziksel unsurlar arasında doğru dengeyi bulmaktı. Her iki yönün de diğerini gölgede bırakmaması benim için önemliydi, daha ziyade uyumlu bir anlatı oluşturmak için birlikte çalışmaları önemliydi. Ek olarak, elle boyanmış katmanları dijital animasyonla birleştirmenin teknik yönleri, özellikle orijinal sanat eserini dijital formata dönüştürürken bütünlüğünü korumada bazı zorluklar ortaya çıkardı. Benim için, her iki eserdeki katmanlı anlatıların son aşamalarda nasıl bir araya geldiğini görmek, ilk yaratılış sürecinde tam olarak beklemediğim bağlantıları ve anlamları ortaya çıkarmak gerçekten heyecan verici.

İzleyicilerin eserlerinizi inceledikten sonra oradan hangi duygularla ya da düşüncelerle ayrılmalarını umuyorsunuz? Onlarda ne tür bir etki bırakmayı hedefliyorsunuz?

Umarım izleyiciler, parçalanmış deneyimlerimizin zengin bir yaşam halısı oluşturmak için bir araya getirilebileceğini kabul ederek, büyüyen ve çiçek açan çeşitliliğin karmaşıklığını ve gücünü takdir edebilirler. Seyircinin bilinmeyene açıklık duygusuyla ve dünyalarımızı yönlendirebileceğimiz ve inşa edebileceğimiz anlatılmamış yollar için bir takdirle ayrılmasını istiyorum. Çalışmalarım sayesinde algılara meydan okumayı ve çevremizdeki dünyayla nasıl etkileşimde bulunduğumuz ve nasıl şekillendiğimiz hakkında daha derin düşünmeyi teşvik etmeyi amaçlıyorum.

{295674}

Sinem Genç
Sinem Genç Tüm Yazıları