Cumhuriyetten Günümüze Sanat
Yazı Boyutu:
Cumhuriyetin 101. yılının kutladığımız bugünlerde; sanat alanında görülen değişiklikleri, tablolar ve sanatçılar açısından günümüze kadar nelerin değiştiğini dönemlerle ilişkilendirerek ele aldık.
Osmanlı dönemine dayanan Batılılaşma hareketleri, Cumhuriyet dönemine yansımış ve tüm sanat alanlarını kapsayacak şekilde geliştirilmiştir. Öncelikle sanat eğitimi alanında başlayan değişiklikler sonrasında giderek sanatın tüm alanlarına doğru yayılarak etkisini göstermiştir. Gelin hep birlikte; Cumhuriyetimizin 101. yılını kutladığımız bugünlerde, Cumhuriyet döneminden bugüne kadar sanat alanındaki değişimleri keşfedelim.
Cumhuriyet Döneminde Sanat Eğitimi
Cumhuriyet döneminde sanat eğitimi alanında yapılan ve bu dönemin misyonuna en yaraşan davranış, kız ve erkek öğrencilerin ayrı eğitim aldıkları Sanayi Nefise Mektebi ile İnas-i Sanayi Nefise Mektebi’nin tek bir çatı altında toplanarak İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde birleştirilmesi oldu. Akademideki eğitimlerin daha nitelikli hale getirilmesi için 1936-1937 yıllarında Avrupa’dan öğretim elemanları da getirtildi. Bu isimler arasında ise resim atölyesinin idaresini üstlenen Fransız Léopold Lévy başta geliyordu. Tüm Avrupa’dan gelen öğretim elemanları, 1948 yılına kadar Akademi’nin eğitim anlayışını belirlemişlerdi. Güzel Sanatlar Eğitimi sadece İstanbul ile sınırlı kalmamış, 1930 yılında Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü’nün (Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü) resim bölümü açılmıştı. Eğitime önem veren Cumhuriyet döneminde, resme yetenekli tüm öğrenciler Avrupa’nın başkentlerine gönderilmişti. Bu gönderimdeki amaç ise öğrencilerin Batı’daki yeni deneyim ve kimliklerini yurda taşıyarak toplumsal değişimlerde öncü olmalarının istenmesiydi.
Yurttan Geziler
Sanat eğitimi ve hayatının Türkiye’de sadece büyük şehirlerde kalmasından rahatsızlık duyan Cumhuriyet dönemi insanları, çağdaş sanatı Anadolu’ya da taşımak istedi. Bu yüzden Anadolu kültürünü araştırmak ve bu kültürü çağdaş sanat yoluyla ifade etmek için Halkevleri’ni kurdular. Bu düşünceden yola çıkarak “Yurttan Geziler” başlıklı bir proje ortaya çıkarıldı. 1937-1944 yılları arasında gerçekleşen “Yurttan Geziler” programıyla 58 ressam Türkiye’nin 63 iline gönderildi. Bu proje sayesinde devlet resim sanatına sadece katkıda bulunmadı, aynı zamanda 675 adet resimden oluşan bir sanat koleksiyonu oluşturdu. Türkiye’de bu dönemlerdeki diğer büyük eksiklik ise bir sanat müzesinin olmayışıydı. Sanatçıların isteği ve Atatürk’ün de emri sayesinde; 1937 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi, İstanbul Resim Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Tablolarda Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyet dönemindeki sanatın büyük değişimini anlatan ilk tablolardan biri, Sanayi Nefise Mektebi’nin de ilk öğretmenlerinden olan Ömer Adil’in tablosudur. “Göreve Hazır Ol’” isimli tablo, Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine geçişi işlerken, aynı zamanda ev işleriyle meşgul olan modern Türk kadınını ve geleceği simgeleyen Türk genç kızını anlatır.
İnas-i Sanayi Nefise Mektebi kurucusu olan ilk kadın ressamımız Mihri Müşfik Hanım, bir paşa kızı olarak dünyaya gelir. Batı’da sanat eğitimi almak istediği için Roma’ya kaçar ve oradan da Paris’e gider. Hem sanat hayatı hem de kendi hayatını Amerika’da New York şehrinde sonlandıran Mihri Müşfik Hanım, maalesef kimsesizler mezarlığında yatmaktadır. Ünlü saray ressamı Zonaro’nun da öğrencisi olan kadın ressamımız aynı zamanda ünlü Türk kadın ressamlardan Nazlı Ecevit, Alile Berger ve Fahrülnisssa Zeid’in de resim öğretmeni olmuştur.
Mihri Müşfik Hanım’ın elimizde olmayan ama çok ünlü bir eseri ise “Mareşal Üniformalı Mustafa Kemal Portresi”dir. Cumhuriyet döneminde ilk yapılan Atatürk portresi olduğunu söylemek mümkündür. Portrecilik tekniğinde yetenekli olan Mihri Müşfik Hanım, hem Cumhuriyet yandaşı olmasından hem de Atatürk’e bir teşekkür niyetiyle 1922 yılında onun portresini yapmak ister. Mareşal ve Gazi unvanlarını kazanan Atatürk, Mihri Müşfik Hanım’ı Çankaya Köşkü’ne portresini yapmak üzere davet eder. Atatürk’ün haki renkli kumaştan üniformasıyla resmedilmiş tablo, üç metre boyutunda ve yağlı boya tekniğiyle yapılmıştır.
Cumhuriyet döneminin diğer bir kadın ressamı ise aynı zamanda Mihri Hanım’ın da yeğeni olan Hale Asaf’tır. Hale Asaf da yapmış olduğu portrelerde Cumhuriyet’in hedeflemiş olduğu modern kadın kimliklerini resmetmiştir.
1945 Sonrası Paris Ekolü
1940’lı yıllardan itibaren “Modernizmin mirası” başlığı altında, farklı kuşaklara ait sanatçılar tarafından iki farklı eğilim vardı: 1940 öncesinde Avrupa’da eğitim almış sanatçı kuşağı çalışmaları ve 1937-1949 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim almış Léopold Lévy’nin öğrencileri.
Avrupa’da eğitim alanlar modern sanat olgusunu toplumsal, sosyal ve ekonomik zorluklara rağmen köklenerek oluşturmaya çabalıyorlardı. Kısacası bu yeni sanatçılar, sanatta bir devinim yaratmaya çalışıyorlardı. Bu değişimler de ülkede görülmeye başlanmıştı. Dolmabahçe Resim Heykel Müzesi’nin açılmasını, Güzel Sanatlar Akademisi’nde bir lüks kitap şubesinin kurulmasını, önemli binaların üzerine sanatçılar tarafından freskler yapılmasını ve Londra, Paris şehirlerinde Türk resim sergilerinin açılmasını bu yenilikler arasında saymak mümkündür.
İkinci bir yönelim olarak Léopold Lévy’nin öğrencileri daha çok gerçekçilik arayışı içindeydiler. Sanatçılar eserlerini üretirken topluma karşı olan sorumluluklarını ön plana çıkarıyorlardı. Fakat bu sorumluluğun politik olmadığını belirtmek de fayda var. Dönemin ünlü sanatçılarından Abidin Dino, sanatçıların somut görüntülerden yola çıkarak şiirsel bir gerçeklik aradığını söyler.
Sanatçı ve akademisyen Fransız Léopold Lévy’nin de dönemin sanat öğrencilerine vermek istediği şeyler, sağlam bir desen bilgisi, doğadaki formların doğru bir perspektifle yorumlanması, özgün form arayışı içerisine girmeleri, hiçbir sanatçıyı kopya etmeden kendi çizgilerini geliştirmeleri ve kübizmi savunan tutucu davranışı değiştirmesiydi. Lévy’nin teşviki ile yazının başında da belirttiğimiz gibi özgünlük arayışı içerisinde olan yetenekli Türk sanatçıları, 1945 yıllarında Paris’e gitmek istedi ve böylece Türk Sanat Tarihi’nde “Paris Ekolü” doğmuş oldu.
Sanatçıların Paris’e gitmesindeki diğer nedenler ise ülkemizde yaratılan zorlama bir Paris romantizmi, Paris’in o dönemde özgür, dinamik bir sanat ortamı sunması, Paris şehrinin insan ilişkilerini özgürleştirmesi ve Türk-Fransız evliliklerindeki artışın gözlemlenmesi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Fransız hükümeti Paris’te eğitim almak isteyenlere burs imkânı sağlamış olmasıdır.
1945 yıllarında Paris’teki sanat ortamı çok ışıltılıydı. Paris’teki Montparnasse bölgesi, dönemin en ünlü sanatçıların buluştuğu mekan olmuştu. Farklı uluslardan ve geleneklerden gelen sanatçılar Paris’e yerleşmiş ve bu yüzden de ulus kavramı yerini “Parisli” kavramına bırakmıştı. Sonuç olarak “Paris Ekolü (Okulu)” tanımlaması ortaya çıkmıştır.
Paris’e giden ve soyut sanat türünü benimseyen Türk sanatçılarımız yapmış oldukları desenlerde bazen şiirsel bazen mimari bazen de kaligrafik etkilenmeler görülür.
1950’li Yıllardan Sonra Türkiye’deki Sanat Ortamı
Cumhuriyetin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hükümeti boyunca benimsenen politikalar sayesinde sanat alanı sürekli gelişmiş, desteklenmiş ve geniş halk kitlelerine ulaştırılmaya çalışılmıştır. Fakat 1950 yılları itibariyle kültür politikası olmayan Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle sanat alanındaki süregelen gelişmeler biraz sekteye uğramış olsa da CHP’nin geliştirdiği kültür politikaları sayesinde sanatçı sayısında artış görülmüştür. 1950’li yıllarda D Grubu ve Yeniler Grubu olarak isimlendirilen soyut, kübik ve özgün tarz üretimlerin yanı sıra, sanat ortamından bireysel eğilimler de görülmeye başlamıştır. Bireysel eğilimler, 1950-1960 yılları arasında sayıca sergileri arttırmış, önceki dönemlere göre yüzde yüzlük bir artış gerçekleşmiştir.
1950’li yıllardan sonra Türk sanatında sanayileşmenin etkisiyle sanatın durak noktası büyük şehirler olmuştu. Çünkü sanat faaliyetlerinin düşünce yaşamıyla kaynaşması için bulabileceği en elverişli ortam kentlerdir. Sanayileşmenin diğer etkileri de sanattaki üretimde nesne ve atık malzemeler kullanılmaya başlanmış, rekabet ortamı da giderek artmıştı.
Örneğin; Türkiye’nin modernist heykeltıraşlarından biri olan Kuzgun Acar, eserlerinde başta çivi olmak üzere endüstriyel ürünlere formlar vermiştir.
Kuzgun Acar, “Demir Heykel”
Altan Gürman, Türkiye’de ilk obje ve kavramsal sergiyi açmış olan sanatçıdır. Resim ve heykel dışına çıkarak montaj, oyma ve kolaj gibi teknikleri kullanır. Egemen olan soyut sanat anlayışından sıyrılarak kendi özgün tarzını yaratır.
Altan Gürman’dan sonra kavramsal sanatın diğer bir temsilcisi de Füsun Onur‘dur. Onur, sanatsal yaşamına 1960’lı yılların sonuna doğru yaptığı heykelsi çalışmalarıyla başlamıştır. Sanatçı sadece heykel ve resim yapmamış, biçimsel sanatçı aşan çalışmalar da yapmıştır. Füsun Onur, ürettikleriyle sanatın taşıdığı anlamı kavramsal olarak sorgular, gündelik yaşamı sanata dahil eder, eserlerinde basit nesneleri kullanır, klasik resim ve heykelin dışına çıkar ve hazır nesneleri bozarak birbirine uydurarak karışık bir yapı haline getirerek sergiler.
1980 Sonrası Türk Sanatı ve Kültür Politikaları
1980 yılında darbe nedeniyle Türkiye’de yaşanan siyasi baskılardan ötürü farklı bir döneme girilmiş, dünyada yaşanan ekonomik politikalar çerçevesinde sanat alanında da değişimler yaşanmıştır. Bu dönemde sanat alanındaki en büyük değişim, özel sermaye gruplarının sanata dahil olmasıydı.
Doris Salcedo, “İsimsiz”; 2003
1980’li yıllar aynı zamanda yaşanan darbenin etkisiyle sanat dünyasını da ayrıştırmış, sanatçılar kendilerini yeni dışavurumcu sanat eğilimi ile ifade etmeye başlamışlardı. Üretimlerinde geleneği yeniden yorumlama çabasına girmişler, bugün ve gelecek arasında da bir bağ kurmaya çalışmışlardı. Bellek kavramını sorunsallaştırarak Osmanlı kültürünü de yeniden ele almak istemişlerdi.
Performans sanatı ve yeni dışavurum sanat akımı Türkiye’de giderek yaygınlaşmaya başlayarak sanat alanında değişik faaliyetler ve etkinlikler dikkati çeker olmuştu. 1980’li yıllarda sanat alanında yaşanan diğer büyük değişim ise İstanbul Bienali’dir. Dünya ile bağların güçlenmesi ve sanatçıların eğitim için Avrupa ve Amerika’ya gitmesi Türk sanat ortamının uluslararası fuarlarda ve piyasalarda görülmesine neden olmuştur. 1987 yılındaki ilk bienalimiz, Uluslararası Çağdaş Sanat Sergileri adı altında Beral Madra koordinatörlüğünde ve “Geleneksel Yapılarda Çağdaş Sanat” teması çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Türkiye sanat ortamının çok sayıda sanatçı ile temsil edilmesi için modern ve çağdaş sanat müzesi olmayan ülke olduğumuzdan Bienal mekânı olarak Aya İrini Kilisesi, Ayasofya Hamamı, Süleymaniye Kültür Merkezi, Resim ve Heykel Müzesi, Hareket Köşkü ve Askeri Müze salonları seçilmiştir.
1990’lardan Günümüze Türk Sanatı
1980’li yıllarda başlayan küreselleşme olgusu 90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de artık daha fazla hissedilir olmuştur. Post-modernist döneme girilmesiyle de teknolojik yenilikler doğrultusunda sanatsal ifadeler dönemin sorunlarına cevap vermeye başlamıştır. Artık sanatçılar Türkiye’nin güncel sorunlarını farklı malzeme ve tekniklerle anlatır olmuşlardır. Arter Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan ve terasında sergilenen “Mistik Nakliye” yerleştirmesini bu çalışmalardan birine örnek olarak gösterebiliriz.
Müze konusuna değinmişken de 1990’lı yıllardan itibaren özel müzecilik anlayışının ülkemize gelmesi ve üst üste özel müzelerimizin açılmasıyla da Türkiye’de çağdaş sanat anlamında büyük adımlar atılmaya başlanmıştır. Türkiye’de kadın sanatçılarımız, toplum içerisinde kadının öneminin yükselmesine paralel olarak sanat anlamında da ulusal ve uluslararası platformlarda kendilerini ispat etmişlerdir.
Günümüze geldiğimizde, Türkiye’deki sanat ortamının ve sanatçıların neredeyse yurt dışındakilere yakın bir konuma geldiğini en azından büyük şehirlerimiz için söylemek mümkündür. Elbette sanat ortamı günceli, dönemi, piyasayı ve tüm yenilikleri sürekli takip ederek gelişecek ve dönüşecektir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün de sözlerinde ifade ettiği gibi “Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir.”