Dünyanın En Ünlü Sanat Eserleri Hakkında Bilinmeyenler
Yazı Boyutu:
Dünyada en çok ilgi çeken sanat eserleri hakkında ilginç bilgileri öğrenmek ister misiniz? “Son Akşam Yemeği” tablosundan “David” heykeline, dünyaca ünlü sanat eserlerinin arkasında yatan gizli kalmış hikayeleri sizin için bir araya getirdik.
Sanat, biriciktir; çünkü herkesle farklı şekilde konuşabilir. Sizin için ifade ettiği şey, arkanızda durup aynı eseri inceleyen diğer kişi için değişiklik gösterebilir. Bu anlam değişkenliğinin yanı sıra sanat eserlerinin kendine ait hikayeleri de vardır. Bu hikayeler yüzyıllar içinde anlatılsa da, onları sadece yakından bakanlar görebilir. Biz de dünyaca ünlü sanat eserlerinin arkasında yatan gizli kalmış hikayeleri sizin için bir araya getirdik.
Leonardo da Vinci, “Mona Lisa”; 1503
Her ne kadar Leonardo da Vinci’nin bu eserinin kendi kadın halinin portresi olduğu iddia edilse de, Mona Lisa’nın Floransalı ipek tüccarı eşi Lisa Gherardini olduğu biliniyor. Tablonun ismi, Lisa Giocondo’dan türetilen “Joconde” olarak Fransızca’ya uyarlanırken, “Giocondo” kelimesi İtalyanca’da “mutlu” anlamına geliyor. Arka planında sfumato tekniği kullanılarak dumanlı ve bulanık bir etki yaratılıyor. Mona Lisa’nın yüzünde kaş ve kirpik olmaması, 16. yüzyıl modasına bağlı olarak zamanla silinmiş görünüyor. Louvre Müzesi’nde sergilenen bu eşsiz eser, gizemli gülümsemesi ve etkileyici bakışlarıyla sanatseverleri kendine hayran bırakıyor.
Leonardo da Vinci, “Last Supper” (“Son Akşam Yemeği”); 1495 – 1498
Leonardo da Vinci’nin bir diğer ünlü eseri “Son Akşam Yemeği”, Milano’daki Santa Maria delle Grazie Manastırı’nda yer alıyor. Eser, İsa’nın çarmıha gerilmeden önce “Biriniz beni satacak” sözünü söylemesi üzerine havarilerin verdiği tepkileri konu alıyor. Orijinal halinde İsa’nın ayakları da resmedilmişken, 1652’de duvara bir kapı açılması gerektiği için ayaklar tahrip oluyor. Eserde, İsa’nın sağında oturan ve geleneksel olarak Aziz John olarak tanımlanan karakterin kadınsı görünümü nedeniyle Maria Magdalena olduğu iddiası dikkat çekiyor. Dan Brown’un Da Vinci Şifresi romanında ele aldığı bu konu, tartışmaları daha da popüler hale getirse de gizemini korumaya devam ediyor.
Vincent van Gogh, “The Starry Night” (“Yıldızlı Gece”); 1889
Vincent Van Gogh’un “Yıldızlı Gece” tablosuna ilham olan küçük kasaba, Fransa’nın güneyindeki Saint-Rémy bölgesi olarak biliniyor. Van Gogh, bu eseri Saint-Paul-de-Mausole psikiyatri kliniğinde yatarken, penceresinden gördüğü manzarayı olağanüstü bir şekilde tuvale aktararak sanat tarihinin ölümsüz parçalarından birini ortaya çıkarmış. Ancak araştırmalar, Van Gogh’un odasından böyle bir manzaranın görünmediğini, bu nedenle manzaranın memleketi Hollanda’dan esinlenerek oluşturulduğunu gösteriyor. Sanatçının empresyonist tarzını yansıtan fırça darbeleri, renk seçimleri ve dairesel hareketler, tabloya bakanlara ışığın hareket ettiği hissini veriyor. Günümüzde dünyanın en değerli sanat eserlerinden biri olarak kabul edilse de Van Gogh, bu tabloyu bir başarısızlık olarak gördüğü için satışa çıkarmamış.
Michelangelo, “David” (“Davut”); 1504
Michelangelo’nun “David” heykelinin hikayesi, 1504’te tamamlanmasından 43 yıl önceye dayanıyor. İlk olarak Agostino di Duccio tarafından Herkül heykeline dönüştürülmek istenmiş, ardından Antonio Rosselino tarafından devralınsa da mermerin zorluğu nedeniyle terk edilmiş. 1501 yılında Michelangelo, bu mermer blok üzerinde çalışmaya başlayarak tek parça mermerden 5,18 metre uzunluğunda ve 5.443 kilogram ağırlığında bir başyapıt ortaya çıkarmış. David’in elinde taş yerine yalnızca sapan bulunması, güçten ziyade aklı ve hazırlığı temsil ederken, yüzündeki endişeli ifade Goliath’a karşı mücadele öncesini yansıtıyor. Michelangelo’nun heykel üzerinde çalışırken süreci kimseye göstermemek için gizlilik içinde ilerlediği de söyleniyor.
Edvard Munch, The Screem” (“Çığlık”); 1893
Dışavurumcu sanatçı Edvard Munch’un “Çığlık” eseri, beş farklı versiyonu ile biliniyor. İlk iki versiyon, 1893 yılında suluboya ve pastel ile yapılmış olup Oslo’daki National Museum ve Munch Museum’da sergileniyor. 1895’te pastel ile yapılan üçüncü versiyon, açık artırmada yaklaşık 120 milyon dolara satılmışken, aynı yıl taş baskı tekniğiyle siyah-beyaz dördüncü versiyon ortaya çıkıyor. Munch, eserin gördüğü büyük ilgi üzerine 1910’da son versiyonu resmediyor. “Doğanın Çığlığı” olarak adlandırılan bu eser, cinsiyetsiz figürü sayesinde kaygının evrensel sembolü haline gelirken, yüz ifadesi Scream filmindeki maskeler dahil pek çok sanat eserine ilham vermeye devam ediyor.
Pablo Picasso, “Les Demoiselles d’Avignon” (“Avignonlu Kızlar”); 1907
Modern sanatın başlangıcı kabul edilen “Avignonlu Kızlar”, Pablo Picasso’nun Afrika ve İber sanatlarından esinlenerek idealize edilmiş güzellik algısından uzaklaştığı bir eser olarak biliniyor. Tabloda yer alan beş kadın figürün yüzleri, maskelerden etkilenerek kaba ve sert hatlarla resmedilmiş. İlk başta Avignon’un Evi ismini vermek isteyen Picasso, eleştiriler nedeniyle tabloya “Avignonlu Kızlar” adını veriyor. Kadın bedenlerini aklındaki gibi çizebilmek için Jean-Auguste-Dominique Ingres’in Türk Hamamı tablosundaki figürlerden ilham alıyor. 1907’de stüdyosunda sergilendiğinde “ahlaksız” olarak nitelendirilen bu eser, Picasso’nun tuvale aktarmadan önce yüzlerce eskiz çalışması yaptığı bir başyapıt olarak sanat tarihinde yerini alıyor.
Johannes Vermeer, “Girl with a Pearl Earring” (“İnci Küpeli Kız”); 1665
Johannes Vermeer’in “İnci Küpeli Kız” tablosundaki modelin kimliği, tıpkı Mona Lisa gibi uzun süre merak edilen bir konu olmuştur. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda modelin Vermeer’in kızı Maria olduğu anlaşılmaktadır. Tablo, modelin anonimliği ve gizemli bakışları sayesinde, sanat dünyasının en büyülü eserlerinden biri olarak kabul ediliyor. Eser, Vermeer’in Kızı veya Hollanda Mona Lisası gibi isimlerle anılmaktadır. Vermeer’in, tabloyu yaparken el hareketlerini daha iyi görebilmek için odasına birçok ayna yerleştirdiği söylenmektedir. Ayrıca, zamanla yaşanan pigment bozulmaları nedeniyle arka planın parlak yeşilden siyaha dönüştüğü biliniyor.
Grant Wood, “American Gothic” (“Amerikan Gotiği”); 1930
Grant Wood’un “Amerikan Gotiği” tablosu, Amerika’nın taşra idealini resmettiği ve Art Institute of Chicago’da sergilenen önemli bir eser. Wood, kadın model olarak annesini kullanmak istese de, annesinin uzun süre ayakta duramayacağını düşündüğü için bu görevi kız kardeşine verir ve ona annesinin önlüğünü giydirip yaka iğnesini takar. Resimdeki erkek model ise Wood’un 62 yaşındaki dişçisidir. Tablo, Amerikan kırsal yaşamını yansıttığı için poz veren kardeşinin duruşu ve tavırlarıyla bu duyguları aktardığı biliniyor. Tabloya bakanlar, figürlerin yüz ifadelerinden dolayı soğuk bir evlilik ve yalnızlık temalarını hissediyor ancak ressam, figürleri bir çiftçi ve kızı olarak çizmeyi amaçlamıştır. Tablodaki ev ise, günümüzde ABD’nin Ortabatı eyaletlerinden biri olan Lowa’da turistlerin ilgisini çekiyor.
Salvador Dalí, “Belleğin Azmi” – “Eriyen Saatler”; 1931
Salvador Dali, eserlerini genellikle açıklamamasıyla ünlüdür ve “Eriyen Saatler” fikrinin, Camembert peynirinin güneş altında eriyişini gözlemlerken ortaya çıktığı söyleniyor. Ancak bu açıklamanın espri olma ihtimali de yüksek. Dali, zamanın mutlak bir ölçü değil, esnek ve subjektif bir olgu olduğunu anlatmak için bu eseri yaratıyor. Tablonun en tanınan simgelerinden biri olan eriyen saat, Albert Einstein’in görecelik teorisine sanatsal bir bakış getiriyor. Ayrıca Dali’nin çocukken yaşadığı bir anı sonucu oluşan böcek fobisi, tablodaki böcek detaylarıyla kendini gösteriyor. Bu eser, Dali’nin rüyalarının yansıması olarak kabul ediliyor.
Andy Warhol, “Campbell’s Soup Cans” (“Campbell’ın Çorba Kutuları”); 1962
Andy Warhol’un 1962 tarihli “Campbell’s Soup Cans” eseri, her biri Campbell Soup Company’nin o dönemdeki çorba çeşitlerine ithafen tasarlanan 32 ipek baskı kanvas setinden oluşuyor. Warhol, bu eserlerin nasıl sergileneceği konusunda bir açıklama yapmadığı için Museum of Modern Art, kanvasları çorbaların piyasaya sürüldüğü kronolojik sırayla sergilemeyi tercih ediyor. Warhol, gençliğinde her gün tükettiği Campbell çorbalarının 32 farklı çeşidini birleştirerek pop art akımının yenilikçi estetik anlayışını ortaya koyuyor. Campbell Soup Company, Warhol’un marka logolarını izinsiz kullandığı gerekçesiyle sanatçıya karşı yasal işlem başlatmış ancak sonrasında Warhol’un marka değerlerini ikonik bir seviyeye taşıdığına karar verilerek 1986’da dava sonlandırılıyor. Eser, Pop Art tarihindeki önemli yerini koruyarak günümüzde hala geniş bir şekilde popülerliğini sürdürüyor.
Gustav Klimt, “The Kiss” (“Öpücük”); 1907 – 1908
Art Nouveau akımının en bilinen eserlerinden biri olan “Öpücük”, Gustav Klimt’in Altın Dönem’i olarak bilinen dönemde ortaya çıkmış ve günümüzde de büyük bir ilgiyle izlenmeye devam etmektedir. Tablo, yapıldığı dönemde halk arasında büyük tepkiler yaratmış olsa da, henüz tamamlanmadan önce Belvedere Müzesi tarafından satın alındığında eserin değerinin anlaşılmaya başlandığı görülmüştür. Bugün hâlâ sergilenen bu eser, sanat dünyasında ikonik bir parça olarak kabul edilmekte ve her geçen gün daha fazla takdir edilmektedir.
Pablo Picasso, “Guernica”; 1937
Tarihsel, kültürel ve santsal açıdan büyük öneme sahip olan tablo, Picasso’nun İspanya’nın Bask bölgesindeki Guernica kasabasının 26 Nisan 1937’de Nazi Almanyası’nın hava kuvvetleri tarafından bombalanması sonucu yaşanan trajediye tepki göstermesini konu alıyor. Picasso eseri yaparken tabloya renk eklemek adında ağlayan bir kadının gözyaşını kırmızı renge boyamış fakat sonrasında bu değişiklik kalıcı hale getirilmemiştir. Öte yandan Picasso, eserinde bulunan birçok sembolün ne anlama geldiği sorulduğunda bu sembollere anlam yüklemenin mümkün olduğunu ama bu anlamları kendisinin yüklemeyeceğini dile getirmiştir. Bu açıklama sonucunda tablo üzerine yapılan çeşitli incelemeler sanat ilgililerinin dikkatini çekmeye devam ediyor. 1985 – 2009 yılları arasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin girişi, Guernica tablosunun halı reprodüksiyonu ile süslenmiş olması tablonun karmaşık bir estetiğin içindeki derin anlamları bir kez daha gözler önüne seriyor.
Claude Monet, “Water Lilies” (Nilüferler”); 1895 – 1926
Empresyonist hareketin simgelerinden biri haline gelen bu tabloları çizerken Monet, görme yeteneğini gitgide kaybetmeye başlıyor ama tabloları büyük bir azim ve zevkle bitiriyor. 82 yaşında katarakt olduğunu öğrenmesinin ve ameliyat olmasının ardından üzerinde çalışmakta olduğu “Water Lilies and Japanese Bridge” tablosundaki yoğun ve parlak kırmızı, sarı, turuncu renkleri göz rahatsızlığının ilerlemesine sebep oluyor. 1958’de MoMA‘da ortaya çıkan korkunç yangında ise iki adet Nilüferler eserinin zarar görmesi sanatseverler için üzücü bir anı olarak kalmaya devam ediyor.
{44289}