Sanatçı Sohbetleri: Çağatay Odabaş
Yazı Boyutu:
Eserleriyle izleyiciyi duyguların ötesinde bir yolculuğa çıkaran sanatçı Çağatay Odabaş ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Çağatay Odabaş’ın “Işık. Gölge. Sahneler” sergisi, mum ışığının büyülü dokunuşuyla sinemanın kült sahnelerini yeniden canlandırıyor. Bu sergide, ikonlaşmış filmlerden alınan ve hafızalarımıza kazınan anlar, sanatçının noktalamalı tekniğiyle yeni bir yorum kazanıyor. Mum objesiyle başlayan bu yolculuk, izleyiciyi yalnızca sinemaya değil, aynı zamanda ışık ve gölgenin dans ettiği derinlikli bir sanatsal deneyime davet ediyor. Tuvalin yanında QR kodlar, izleyiciyi dijital ve fiziksel dünyalar arasında gezintiye çıkarırken her sahneye daha yakından bakma ve yeniden keşfetme fırsatı sunuyor.
Bizlerin yıllardır tanıdığı Türk sanatçılar arasında noktacılık tekniğini ilk uygulayanlardan olan Çağatay Odabaş’ın tekniği bu sergide değişti mi?
Çağatay Odabaş: Aslında değişmedi, önceki dönemde yaptığım işlerden çok farklı değil. Benim daha önce yaptığım portrelerden farklı bir iş gibi dursa da bunlar film karelerinden alınmış birer mum. Önemli filmlerden mumlu sahneler… “Şeytanın Avukatı”, “Amadeus” gibi. Ama sergide Çağatay Odabaş’ın klasiklerinden dört adet figürlü eser var. Hem yeni eserlerle köprü kurmak hem de bu eserleri desteklemek adına.
Neden mum?
Çağatay Odabaş: Mum yaşayan bir obje. Mumu ilk yaktığınız zaman titrek ve ürkek bir ışığı vardır; yeni doğmuş bir çocuk gibi heyecanlı başlar. Sonra insanın orta yaşı gibi güzel ve kıvamında yanar ve en sonunda yaşın getirdiği dinginlikle yanar ve söner. Yani bir insanın yaşamına benziyor. Mumu seçmemdeki diğer neden ise film yönetmenlerinin mumu zamansız bir obje olarak film karelerine yerleştirmiş olmaları. 1700 yılında geçen film sahnesinde de var, 2000’li yıllarda geçen bilimkurgu film sahnelerinde de. Mumların yerini değiştirsek zamanı hiç anlamayız; yani zamansız bir obje. Mumlar kameranın kadrajında olmasına rağmen zamansızlığını koruyabilen büyüleyici bir obje.
Mum sanat tarihinde Van Gogh’un önemli bir eserinde aydınlanma ve bilgelik olarak yorumlanır. Sinema tarihinde de böyle bir okuma yapabilir miyiz?
Çağatay Odabaş: Elbette yapabiliriz. Ünlü sanatçılar Caravaggio ve Rubens mum ışığını hem bir araç olarak hem de bir obje olarak kullanmışlar. Çünkü mum ışığı resimlerini de aydınlatmış, resimlerinde konu olarak da yer almış. Yönetmenler de aynı şekilde kullanıyor. Kimi yerde yakın plan çekip sonra onu sunmak için mumdan yararlanıyorlar, kimi yerde ise bir olayı anlatırken görünüp kaçan bir obje olarak görülebiliyor. Burada da her bir film sahnesinden farklı farklı mumlarla karşılaşıyoruz.
Buradaki eserlerimde koyu formlar üzerinde mumları sunuyorum. Amacım mumlu sahneleri temizleyip stilize ederek göstermek. Bir bakıma Caravaggio gibi davrandım. Karanlıkla birlikte ışığı göstermek istedim.
QR kodları neden var?
Çağatay Odabaş: Her bir eserdeki QR kodları okutulduğunda resmedilen filmlerden sahneler otuz saniyeliğine izleyicilerin karşısına çıkıyor. Böylece izleyici eserle empati kurabiliyor, hangi filmlerden sahneler olduğunu öğrenebiliyor. Özellikle estetik güdüyle gelen ve filmler hakkında fazla bilgi sahibi olmayan izleyici de filmleri izlemek istiyor. Öte yandan filmleri bilerek gelenler ise film sahnesini görmek istiyor. Her anlamda izleyiciyi yakalamaya çalışıyoruz. İzleyici film sahnelerinde etkilensin ve aklında izler kalsın.
Çağatay Odabaş genellikle film izleyicisinin en çok etkilendiği sahneleri resimlemek ister. Ancak bu sergide mumlu sahneler mi yoksa yine can alıcı sahneler mi ön planda?
Çağatay Odabaş: Aslında geçmişte yaptıklarımda da kimsenin görmediği ya da görmezden geldiği sahneleri resmettiğim oldu. Ama figürlü sahneleri resimlerken mutlaka o figürle empati kurmam gerekiyor. Bazen koleksiyonerler gelip bana “Şu filmi yapar mısın?” diyorlar, ancak ben o filmle, karakterlerle ya da yönetmenle empati kuramazsam asla resim yapamam.
Mumlu sahnelerde burada ilk katta daha günümüze referans veren ve “White Cube” tadında bir kurgu yarattık. İki karakter daha çok günümüzden, üst kattan karakterler ise daha farklı bir zaman dilimine referans veriyor. Yani figürlerle mumlar arasında bu şekilde bağlantı kurmaya çalıştım.
Türk filmlerinden kareler var mı?
Çağatay Odabaş: Burada “Gibi” dizisinin senaryosunu çok sevdiğimden ötürü bu diziden bir mum sahnesini aldım. Çok eğlenceli bir sahne. Başka bir Türk filmi yok.
QR koduyla birlikte eserler boyutunda bir küçülme var. Bu dijitalleşme sanat pratiğini kolaylaştırdı mı zorlaştırdı mı?
Çağatay Odabaş: Kolaylaştırdı. Teknoloji geliştikçe bence el yapımı işler daha da değerli olacaktır. Fişini çektiğinizde kendini gösteremeyen bir sanat eseri yüzyıllar boyu kendini de ifade edemez. Teknoloji geliştikçe biricik olanlar her zaman en kıymetli olacaktır. Ben figürleri de yaparken bir karakteri sadece bir kere yaparım; ikinci defa asla yapmıyorum. QR kod ile teknoloji adına seyirciye daha fazla alan sunmak için yararlandım. Ancak teknolojinin çok fazla işin içine girmesini istemiyorum.
“Hangi sanatçının ne kadar ölümsüz olacağına gelecek nesiller karar verecektir.”
2025 Sanat Trendi ne olacak?
Çağatay Odabaş: Hangi sanatçının ne kadar ölümsüz olacağına gelecek nesiller karar verecektir. 2024 yılının teknolojisiyle yapılmış bir eser elli sene sonra eskiyecek ve o eseri besleyecek teknoloji bile olmayacak. Sotheby’s ve Christie’s gibi müzayedelerde en değerli eserler Richter ya da Rothko’nundur. Her zaman biricik, zor ulaşılan ve zor bulunan bir adım önde olacaktır. Ben de burada noktacılık tekniğini araç olarak kullanarak film sahneleri amaç ediniyor ve önemli sahneleri ölümsüzleştirerek biricikleştiriyorum.
Sanat eserine dönüşen filmler neye göre seçiliyor?
Çağatay Odabaş: Sinemadaki çeşitliliğe çok inanıyorum ve sinema izleyicisi de farklı tür filmler sayesinde çok güzel doyuma ulaşıyor. Christopher Nolan ve Tarkovsky sinema izleyicisine hep farklı tatlar sunar. O yüzden her türlü filmden faydalanmayı seviyorum. Sinema da sanat tarihi gibi çok çeşitli eserler var.
Ruzy Galeri’nin ilk katında daha geçmişe dönük sergilerin yüzü karşılıyor. Bu katın tüm konsepti galeri kurucusu Esra Hanım’a ait. Yani ben yönetmen bir bakıma, o da görüntü yönetmeni oldu. Bu yaratılan atmosfer sanat izleyicisinin eserlerle daha sıkı bir bağ kurmasını da sağladı. Bu kattaki eserlerde iki figürümüz var. Bir tanesi “Vampirle Görüşme” filminde Brad Pitt var. Bu film 1700-1800 yıllarında geçiyor. Scarlett Johansson yine Christopher Nolan’ın filminden.
Burada 8 mm film kamerası var, duvarların boyanması, koku ve ayrıca bu sergi için dünyaca ünlü opera sanatçısı ve besteci Rahman Altın özel bir beste yaptı. Tamamıyla bu sergiye ait bir soundtrack var. Yani aslında biz burada bir nevi film çektik. Yönetmeni ben, görüntü yönetmeni Esra Hanım, senaryodaki oynamalar galeri küratörü Polina’nın, müzik Rahman Altın’ın gibi… Oyuncular da resimler oldu.
Sanat izleyicisini neler bekliyor? Sinema, müzik vs. gibi
Esra Çevik: Bizim seçtiğimiz sinema oyuncularına bir etkinlik yapmayı planlıyoruz. Sanatı seven film oyuncularını davet etmek istiyoruz. Rahman Altın da bu etkinliğe katılarak bestesini belki söyleyecek.
Bu sergide bir görüntü yönetmeni gibi çalışmışsınız, bunu yaparken neden etkilendiniz? Bir film sahnesi mi yoksa sanatçının film sahnelerine olan bakış açısı mı sizi etkiledi?
Esra Çevik: Çağatay’ın sinematik dünyasında yapmış olduğu işler hem geçmiş hem gelecek hem de… Ama beni daha çok etkileyen eski döneme ait olan yapıtlar. Mumlar zamansız olmasına rağmen, bende mum olgusu daha çok geçmişi anımsatıyor.
“Sanat fuarlarını gladyatörlerin arenalarına benzetiyorum. Biz sanatçılar, birer gladyatörüz.”
Sergilerin duyulara hitap etmesi önemli. Bu sergide de farklı duyulara hitap ettiğiniz görüyorum. Sizler için de sergiden farklı duygularla ayrılmak, tıpkı bir yemek lezzeti gibi ayrılmak önemli değil mi?
Çağatay Odabaş: Buna bir örnek de sanat fuarlarıdır. Çünkü ben sanat fuarlarını gladyatörlerin arenalarına benzetiyorum. Çünkü biz bir sanatçı olarak birer gladyatörüz. Bir yıl boyunca sanat üretimimizi yapıyor, en iyi şekilde hazırlanıp o arenaya çıkıyoruz. Sonunda kimin iyi olduğu nasıl anlaşılıyor? Bir sanat izleyicisi geliyor, sanat eserlerine bakıyor, fotoğraflarını çekiyor, sonra arabasına binerek eve dönüyor ve eğer sosyal medyada sizin eserinizi paylaştıysa da siz onun aklında kalmışsınız demektir. Bu yüzden sergiden zevk alma meselesi de bu duruma benzer. Ama biz bu galeride bu sergiyi bir ileri aşamaya daha taşıdık. Beş duyuya hitap ettiğimizi düşünüyorum. Görsel olarak zaten bu seçkiyi hazırladık, duyma olarak Rahman Altın’ın bestesi var, koku olarak özel bir koku tasarlandı, tat olarak açılışta çok güzel ikramlarımız oldu, dokunmayı da ben şu şekilde tanımlıyorum: İnsanlar sergiye gelip birbirlerini gördüklerinde sarılıp kucaklaştılar. Sergimizi özetleyen ve duvarda yazılı olarak bulunan bir söz var: “Ben istiyorum ki film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın.” – Jack Tate
O yüzden sergiyi de bu cümle özetler. Çünkü bu eserlerin birçoğu koleksiyonerlere gidecek ve sonrasında tekrar bu mekanı oluşturmak çok zor. O yüzden sanatseverlerin bu galeriden çıkıp, uzun yıllar sonra da bu sergiyi hatırlamasını istiyorum.
Ruzy Galeri’deki bu sergi normal sergi sürelerinden daha fazla sürecek, 25 Aralık gibi son bulacak.
Esra Çevik: Ben bu ikinci katı dekore ettiğim için burasının böyle kalmasını istiyorum. Sanatçının satılmayan işleri olursa, eğer bu katta sergilenmeye devam edilsin istiyorum. Bu kat için Ruzy Galeri’nin 2025 konsepti olduğunu söylemek mümkün.
Çağatay Odabaş: Ben eserlerimi üretirken oldukça fazla zaman harcıyorum. Bir eserde 300.000-500.000 nokta atışı var. Yeni bir eserim bitmek üzere. Bir müddet sonra izleyiciyi etkilemek için farklı eserler getirip asacağız. Yani yeni sürprizlerimiz olacak.
Sergi süresini uzatmamızın diğer bir nedeni İstanbul yoğunluğundan ötürü sergiyi görmeyen kimse kalmasın istedik. Bir de sergide yapacağımız değişikliklerle de tıpkı mumların ışığı gibi farklı oynamalar ve etkilenmeler olmasını diliyoruz.
Bir film gösterimi düşünüyor musunuz? Buradaki film karelerinden bir seçki gibi…
Çağatay Odabaş: Neden olmasın? Sergiyle ilgili olan bağlantıyı kurmak adına önemli olabilir. Neden tablolar için bu filmler seçildi gibi… Bilgilendirme adına güzel olabilir. Bir anlamda hem filmlerin çözülmesi hem de insanların en fazla empati kuracağı bilgileri onlarla paylaşmak için güzel olabilir. Barry Lyndon, Kubrick’in en önemli filmlerinden biridir. Çünkü yönetmen mum ışığının olduğu sahneleri mum ışığında çekmek istiyor. O yıllardaki kameraların sistemi mum ışığında çekmeye imkan vermiyor. Ama Kubrick bunu başarıyor ve tüm mum sahneleri mum ışığında çekiliyor. Hatta kamera mum ışığında karakterleri daha iyi algılasın diye oyuncular daha yavaş oynuyorlar. Bu biraz aslında sanat tarihindeki Hans Holbein’in bir tablosunda, halının üstünde yer alan illüzyon tarzda resmettiği kuru kafa gibidir. Bu tür dokunuşlar sinema ve sanat tarihi arasında çok büyük paralellik gösteriyor. İşte bu yüzden hem Polina’ya hem de Esra’ya çok teşekkür ediyorum. Onlar benim hayal dünyamı anlamak için her şeyi yaptılar. Ben sanat dünyasında yirmi dördüncü yılımı kutluyorum ve gerçekten böyle bir galerici görmedim.
Ruzy Galeri’de 25 Aralık’a kadar devam edecek olan bu sıra dışı sergiyi tüm sinema ve sanatseverler mutlaka gezmeli ve deneyimlemeli.
{304823}