Sanatçı Sohbetleri: Canan
Yazı Boyutu:
Mistik semboller üzerine kendince geliştirdiği dille, efsunlu bir dünya yaratan sanatçı Canan son çalışmasını ve kurduğu bu gizemli evreni anlattı.
Farklı anlatım biçimleri üzerine ürettiği eserleriyle mistik unsurlara kendi yorumunu getiren, mitolojiden ilhamla sembolik formların sınırlarında gezen sanatçı Canan bu kez takipçilerine ‘efsunlu bir dünyadan’ sesleniyor. Nilüfer Belediyesi ve Türkiye Fransız Kültür Merkezi’nin iş birliğinde gerçekleşen “Yukarı Bak, Sınırlı Coğrafyanın Yıldızlı Ufukları” isimli grup sergisine katılan Canan’ın “Efsunlu Dünya Hayal Değil, Üstündeyiz” adlı sergisi 14 Mayıs – 31 Temmuz tarihleri arasında Nâzım Hikmet Kültürevi’nde görülebilir.
Canan kullandığı malzemeler ve özgün işleriyle mitolojik sembolleri kendince şekillendirdiği sergisinde imajlardan oluşan mistik bir dünya yaratıyor. Kokunun ve sembollerin olduğu bu gizemli evreni merkeze alarak sanatçı Canan ile son sergisi üzerine konuştuk.
Serginizi gezerken eski dünyanın mitolojik unsurları sizin elinizde egzajere edilmiş formlara dönüşmüş gibi bir hisse kapıldım. Serginizi siz nasıl tanımlarsınız?
Eski dünya tanımı bu sergi için yabancı geldi bana. Sergiyi kurarken Yekhan’ın başlığı olan Yukarı Bak’tan da ilham aldım. Bir cennet gibi pozitif bakmak üzerine bir tema kullanmıştı. Ben zaten pozitif bakan bir insanım. Son yıllarda kehanet ve dilek dünyası üzerine yoğunlaştım ve serginin bütününde bunlar var. Büyü, cadılar, cadı küreleri, yer altı, yeryüzü, yer üstü ve aslında dünya. Benim için cennet imgesi buraya ait bir kavram. İçinde hayvanların suların, şehvetin, aşkın olduğu imge dünyamıza baktığımızda aslında cennet burası. Mutluluk buraya ait bir kavram. Son dört yıldır semboller üzerine çalışıyorum. Sembollerin de anlamları vardı orada. Yeryüzü bir ceylanla tasvir ediliyordu, Burak ise gökyüzünü temsil ediyordu. Bütün tema; aşk, yeryüzü, yer altı ve dilek dünyası. Günlük hayatta yaşadığımız şeylerin masal diliyle anlatılması aslında. Serginin ağırlığı hem sezgisel olarak algılanıyordu hem de koku vardı. Şahmeran’da adaçayı kullandım mesela. Sanatı bir oyun olarak görüyorum dolayısıyla izleyicinin de orada oyun oynamasını istiyorum.
Dinler tarihi ve mitolojiler sizin sanatınızda ne kadar yer kaplıyor?
Dinler tarihiyle çok ilgilenmiyorum ama mitolojilerle ilgileniyorum. Adem’le Havva analizi yapıyorum mesela. Adem ve Havva mitolojisi Sümer ve Babiller’den beri var. Bir var oluş hikâyesi aslında. Yasak meyve Kuran’da buğday, İncil’de elma, Tevrat’ta da bilge ağaç olarak geçiyor. Bildiğiniz gibi yılan ve tavus kuşuyla birlikte cennetten kovuluyorlar. Bunun analizi çok basit biz doğarız, tüyleniriz, sonra da aile evinden ayrılırız. İkinci analiz ise masalları algıladığımız zaman pamuk prensesin yerleri silmesini cinsiyet eşitliği açısından eleştirel görürüz. Ben öyle görmüyorum ama insanlar öyle görüyor. Masallar analiz edildiğinde sezgisel olarak algılanır. İlla analiz etmemiz gerekmiyor ama sezgimiz bizim için algılıyor. Diğer bir analiz ise önce eril enerji Adem, sonra Havva. Bizim bilincimizin sol tarafı eril, sağ tarafı dişil enerji. Önce bilinç sonra bilinçaltı. Bir diğeri ise buğday metaforuyla ilgili. İlk insan olduğumuzda aklımızda kalan ilk bilgi buğdayla başlıyor. İnsan olmanın, hayvandan ‘homo sapiens’e geçişin ilk bilgisi olarak analiz ediliyor. Dolayısıyla evrim teorisiyle çelişmeyen ama insanların kuşaktan kuşağa bize aktardığı mitolojik hikâye olarak düşünüyoruz. Sümer ve Babiller’de ilk defa yazılıya geçmiş bu hikâye.
Sergiye başlığını veren Efsunlu Dünya, Hayal Değil Burası’ndan ilhamla bu efsunlu dünyaya karşı sizin hayallerinizde içeriksel olarak nasıl bir dokunuş oldu?
Ben eskiden yapıtlarımda kendimi yansıttığımı düşünüyordum ama insanlar kendilerini görüyorlar. O benim dünyam değil. Aslında hepimizin dünyası tabii ki bir sanatçı olarak estetik bakış açımı yansıtıyorum. Efsunlu dünya derken bir masal dünyası sanki. Bize ait değil başka bir dünyaya aitmiş gibi gözüküyor. Adem’le Havva ve diğer masallar aslında bize dair bir şey söylüyor. O efsunlu dünya da hayal değil. O ulaşamadığımız masalsı dünyanın da bize ait olduğunu düşünüyorum. Efsunlu dünya hayal değil burası derken dünyayı kastediyorum. Bakış açısıyla alakalı bir şey bu. Hayatın ne kadar güzel olduğunu fark etmek arzuladığın her şeyi gerçekleştirebileceğine inanmak zaten o efsunlu dünyayı yaratıyor. Sen burayı bir cehennem ve içinden çıkamayacağın bir yer olarak görürsen algın öyle olur. Sergideki gibi pozitif bakarsan arzuladığın şekilde yaşayabileceğine inanmak mümkün olur.
Doğu mitosları sizin işlerinizde vücut bulmuş gibi, genel olarak beslendiğiniz kaynaklarla ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz?
Buraya ait bir insanım. Burasının estetiği beni çok çekiyor, öyle giyiniyorum hatta. Dolayısıyla o estetik yaptığım işlere de yansıyor. Minyatürleri de seviyorum. Oradaki enstalasyonları üç boyutlu minyatürler olarak tanımlıyorum. O karakterleri de seviyorum çok. Cin mesela; kulaklarının olması bize hayvanî bir görüntüyü çağrıştırıyor. Bizim için korkutucu bir imge olan cin bir anda Alaaddin’in Sihirli Lambası’ndaki hediyeler getiren bir cine dönüşüyor. Mesela vakvak ağacı cehennemdeki ağaç olarak bilinir. Dallarında insan ve hayvan başı olan ağaca deniyor. Bu korkutucu ağaç daha sonra Orta Doğu’daki halılara motif olarak geçiyor. İnsanlar korkularını güzelliklere çevirmeyi başarmışlar.
“Psikolojik travmalarda acının tedavisi yine acıdan bir doz almaktır.” – Canan
Şahmeran da öyle değil mi, görüntüsü ürperti verici gibi ama yıllarca Anadolu’da insanlar evlerinin duvarına Şahmeran motifli örtüler astılar…
Belki nazarlık olarak bile kullanıldı. Şahmeran’ın hikâyesi şifa üzerinedir. Dişil bir tanrıça aynı zamanda. O açıdan da Orta Doğu’daki karakterler açısından da önemli bir şey. Hüzünlü bir aşk hikâyesi. Ben Şahmeran motiflerini çok kullanıyorum yapıtlarımda çünkü şifanın kaynağı olarak düşünüyorum. Psikolojik travmalarda acının tedavisi yine acıdan bir doz almaktır.
Eserlerinizde genelde hangi enstrümanları kullanıyorsunuz?
Bunun bir genellemesi yok. Bazen malzeme beni esinlendiriyor. Bazen bir imge, bazen bir konsept. Hiçbir zaman da kendimi sınırlandırmıyorum. İşe göre belirleniyor malzeme. Beni mesela tuval ve sulu boya yapmak hiç çekmiyor. Onun dışında yapmadığım şey kalmadı. Performans, fotoğraf, minyatür, enstalasyon, video yaptığım disiplinler. Şu anda aklımda tamamen ışıklarla heykeller yapmak var. Bitkiler girmeye başladı, evde kırılan tabakları topluyorum, kumaşlar, kurutulmuş çiçekler sevdiğim malzemeler arasında.
Yukarı Bak sergisine nasıl dâhil oldunuz ve serginin genel başlığıyla sizin temanız ne ölçüde örtüşüyor?
Yekhan Pınarlıgil beni davet etti. Biz Nilüfer Belediyesi’yle zaten bir solo sergi düşünüyorduk. Böyle bir sergi planladıkları zaman beni de dâhil ettiler sergiye. Bana serginin genel teması anlatıldığında ben de hangi işleri koyabileceğimizin üzerine düşündüm. Yukarı bakmakla, pozitif bakmak yakın bir tema. Birçok ortak nokta çıktı.
Sizin felsefenizin temelinde yatan “Pozitif bak, pozitifi yarat” düşüncesi işlerinize de yansıyor. Bunu biraz anlatır mısınız, tam olarak neyi vurgulamak istiyorsunuz?
İnsanın arzuladığı tüm arzularının gerçek olacağına inanıyorum. Yapamayacağına inanırsan yapamazsın. Hiç öyle enerjiler, gizemler, mistik konuları kastetmiyorum. Ben zihnimizin falcı olduğuna inanıyorum. Pandemide mesela herkes kaygılandı ve endişelendi. Ben hiç kaygılanmadım. Sadece aklımda kuşaklar boyunca salgınlar olmuş ve çaresi bulunmuş diye düşündüm. Ben bu çare bulunana kadar pozitif bakıyordum. Bu pozitif bakmak kaygılanmadan, endişelenmeden hayatımı idame ettirmemi sağladı. Bu beni koruyan bir şey.