Sanatçı Sohbetleri: Hamza Kırbaş
Yazı Boyutu:
Çalışmalarıyla yurt dışında birçok sergi ve bienale katılan sanatçı Hamza Kırbaş ile kariyerinin gelişimini ve gündeminde yer alan New York Residency Unlimited ve Art Basel Miami süreçlerini konuştuk.
Hamza Kırbaş yurt içi ve yurt dışında eserleri sergilenen genç yaşına rağmen kariyerine birçok başarı sığdıran bir sanatçı. Sanat pratiğinde, kavramları ve analizleri izleyiciye imgeler aracılığıyla sunmayı hedefleyen ve disiplinlerarası çalışmaları olan Kırbaş video art, enstalasyon, heykel, performans, dijital animasyon, interaktif enstalasyon gibi birçok alanda işler üretiyor.
Çalışmaları Türkiye başta olmak üzere Almanya, Brezilya, Baja California, Ekvador, İngiltere, New York, Malta, Macaristan, Polonya, Fransa, Hong Kong, Yunanistan ve İtalya’da birçok sergi, festival ve bienalde sergilendi. Ayrıca birçok uluslararası sanat platformunda ödüller aldı.
New York (RU) Residency Unlimited sanatçı programına davet edilen ve Art Basel Miami’nin 20. edisyonuna bir performansı ile katılacak olan Hamza Kırbaş ile kariyerini ve çalışmalarını konuştuk.
Öncelikle sizi tanımayanlar için kariyerinizden ve çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Genç yaşta oldukça dolu dolu geçirilen bir deneyiminiz var. Nasıl başladı ve bugüne kadar nasıl evrildi?
Tabii ki, kariyerim konusunda biraz daha geç bir tarihten başlamak istiyorum. Çünkü şu an beni yaratan şeyin deneyimler olduğunu düşünüyorum. Batman’da doğdum ve fotoğrafçı bir ailede büyüdüm. Özellikle sanat eğitimimden önce fotoğraf ve kamera ile tanışmam, deneyimlemem sanat hayatımın temel taşlarını oluşturdu. Tabii uzun süre bu işlerle uğraştıktan sonra Batman Üniversitesi’nde resim, heykel vb. eğitimler alarak lisans eğitimimi bitirdim. Başlangıç noktam tabii ki lisans eğitimim oldu ve özellikle atölye hocam sevgili Seçkin Aydın’ın bugünkü beni var etmede çok katkısı oldu. Bu süreçte lisans eğitimimi bir yıl Polonya’da devam ettim. Özellikle bu bir yıllık süreç her anlamda benim için bir dönüm noktası oldu. Sanat tarihinde gördüğüm sanatçıların yapıtlarını Avrupa’daki müzelerde ve galerilerde görmek gerçekten bir kıvılcım yaratmıştı bende ve asıl yoğunlaşmam bu dönemde başladı. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi Resim bölümünde yüksek lisansımı tamamladım. Elbette bugünü yakalamak için hızlı olmak gerekiyordu ve ben son on yıldır sürekli araştırma yaparak dünyada neler olup bittiğini gözlemliyorum. Uluslararası sergilerde, bienallerde ve festivallerde yapıtlarımı sergileme sürecim bu dönemde başladı. Her sergi, her araştırma, her okuma benim için deneyim oldu. Bunun için hep şu cümleyi kullanırım bu deneyimler, okumalar ve gezmeler her şeyi daha net görebilmek için bir gözlük metaforu oldu benim için. Şu anda da New York’dayım ve dünyanın en prestijli sanatçı residency platformlarından biri olan (RU) Residency Unlimited programına üç aylık bir süreç için davet edildim. Bu süreç benim için inanılmaz bir deneyim oluyor ve sanırım bir süre New York sanat ortamında mücadele etmeye devam edeceğim.
Çalışmalarım konusunda ise interdisipliner bir yaklaşımım var yani birçok sanat pratiğini üretimlerimde kullanmaktayım. Dışarıda gördüklerim beni besleyen en önemli şeyler aslında bir bakış açısı diyebilirim bunun için. Bir sosyolog gibi gözlem yaparım ve herkesin bakmadan önünden geçtiği ayrıntıların peşinden giderek bu ayrıntıların bir zamanlar bir bütünün parçası olduklarını bulurum ve asıl resmi yeniden yaratırım. Elbette süreç sadece bunlarla sınırlı değil bazen bir zaman yolcusu gibi daha önce gördüklerimi ve görebileceklerimi bugün yeniden yorumluyorum sanırım. Bu süreçte fikrimi, düşüncemi en iyi nasıl somutlaştırabilirim derken malzeme kendisini bana göstermeye başlıyor ve bu bazen bir heykel bir resim bir yerleştirme veya bir 3D animasyon olarak ortaya çıkmaya başlıyor.
Üretimlerinizle beraber yurt dışına açılımınız ilk nasıl oldu?
İlk sergi deneyimlerim lisans dönemindeyken yurt dışında oldu. Tabii lisans döneminde Batman’daydım fakat yurt dışı İstanbul’dan daha yakın geliyordu bana. Çünkü bilgisayar başında dünyanın her yerine yapıtlarımı dakikalar içerisinde gönderebiliyor ve uluslararası jürilerin önüne çıkarabiliyordum. Bunu yaparken aynı zamanda yoğun bir araştırma içerisine giriyordum ve sanat dünyasında neler olup bittiğini de görüyordum. Bu durum kendimi her zaman güncel tutmamı sağladı ve bir noktada zamanda yolculuk yaptığımı hissediyordum. Tabii bu süreç üretimlerime de yansıdığı için uluslararası binlerce sanatçının başvurduğu açık çağrılarda onlarca sergi, bienal ve festivale yapıtlarım seçiliyordu ve ödüller alıyordum.
Yurt dışında nasıl reaksiyonlar aldınız? Yerli ve yabancı izleyiciden bir yaklaşım farkı gözlemlediniz mi?
Açıkçası yurt dışı izleyicisinden aldığım reaksiyon sayısı az çünkü çoğu zaman sergilerime fiziksel olarak gidemiyordum. Hatta şunu da söylemek istiyorum 2019 yılında yedi farklı ülkede sergi, festival ve bienalde yapıtlarım sergilenecekti bunlardan birisi Venedik’te gerçekleşen ve dünyanın her yerinden başvuru yapan sanatçıların olduğu uluslararası Venice Art Land Prize’da “Poweirsm” adlı video yapıtım eleştirmenler ödülü almıştı ve ödülümü almak üzere sergiye davet edildim. Fakat vizeden ret cevabı alınca gidememiştim daha sonra ödülümü kargo ile bana gönderdiler ama ödül kargoda kayboldu. Belki de ödülüm hâlâ dolaşımda kim bilir şu an nerede. Bu konuda belki de kendi ülkemizde var olan sanat sistemini de gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu benim hikâyem eminim benimle benzer hikâyeler yaşayan sanatçılar da vardır. Gerçekten bir mücadele veren sanatçılara destek vermek gerekiyor maddi manevi.
Yerel ve yabancı izleyici arasında tabii ki yaklaşım biçimi farklılıkları mevcut. Gidebildiğim sergilerimde gözlemlediğim kadarıyla yabancı izleyicinin sanat imgesini daha iyi tanıdıklarını düşünüyorum. Tabii bunun sebebini öğrenmek çokta zor değil çünkü yabancı izleyici yüzyıllardır sanatın, felsefenin, sosyolojinin doğduğu topraklarda yaşıyor. Bir diğer nokta ise farklı coğrafyalar farklı olguların bireyi farklı şekilde şekillendirmesi yani imgeyi algılama biçiminde farklılıklara neden olabiliyor. Yerel izleyicinin ise yapıtınızı izlerken imgeyi nasıl gördüğünü fark edebiliyorsunuz. Çünkü burada da ortak imgelere sahip olduğumuzu biliyoruz.
Kendi çalışmalarınızı nasıl tanımlarsınız ve tematik olarak bir çerçeveye oturtmanızı istesem neler söylersiniz?
Kendi yapıtlarımı tanımlamam gerekirse eğer onlar bazen bir soru, bazen bir cevap, bazen de izleyiciyle iletişim kurmaya çalışan yeni bir dil olabilirler. Yapıtlarım gündelik hayatın içinde yer alan imgelerden oluşuyor. Geçmiş, şimdi ve geleceği bir araya getiren ve yeni bir şimdi yaratan imgeler olabilirler. Genelde kendi hayat serüvenimde tanık olduğum, bir parçası olduğum şeyler bana ilham kaynağı oluyor. Örneğin birçok yapıtımda çocukluğumdan kalma imgeler yer alıyor. Bu imgelerin anlamlarından yola çıkarak bugün etrafımda olan imgeler ile bir araya geliyorlar. Yapıtlarımda dikkat ettiğim bir diğer nokta ise yeni bir imge yaratmak ve bu imgenin izleyici ile nasıl bir iletişim kurduğunu keşfetmek istiyorum. Yapıtlarım genelde sosyo-politik ve kavramsal bir zeminde duruyor. Bu zeminde yapıtlarımı evrensel bir dil olarak ortaya koymaya çalışıyorum. Yani daha spesifik olarak sadece bir noktada anlam bulan imgeleri kullanmaktan kaçınıyorum. Sosyo-politik alt yapıda toplumsal hareketler, kimlik, aidiyet ve göç gibi kavramlar etrafında dolaşıyorum. Herkesin olduğu bir yerde ben de varım.
New York’taki (RU) Residency Unlimited sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte nasıl kazanımlarınız ve deneyimleriniz oldu?
Residency Unlimited (RU) programının özellikle New York’ta olması iyi bir deneyim oldu bir sonraki sürecim için. İlk baştan itibaren çok yabancılık çekmedim çünkü daha önce de Avrupa’nın farklı kentlerinde benzer programlara katılmıştım. Tabii süreç boyunca birçok farklı sanatçı ve küratörle tanışma fırsatım oldu. Özellikle New York merkezli küratör ve galeri sahipleri ile görüşmeler yaptım, yapıtlarımı gösterdim ve yapıtlarım üzerine sohbetler ettik. New York sanat ortamına bir başlangıç olarak güzel bağlantılar kurdum. Residency sürecinde farklı grup sergileri ve iki kamusal alanda performans gerçekleştirdim. Bu performanslardan ilki 2018 yılında video art olarak yaptığım ve çocukların sokakta oynadığı bir sokak oyunu performansı olan ‘‘Powerism’’i yeniden New York bağlamında gerçekleştirdim. Bir diğer performans ise son dönemlerde farklı pratiklerde ürettiğim Pinokyo Sendromu serisinden ”The Pinocchio Syndrome: They are among us” performansını kamusal alanda gerçekleştirdim. Her an yeni deneyimler elde etmeye devam ediyorum. Önümüzdeki süreçte de hazırlıklarını yaptığım farklı projeleri hayata geçireceğim.
Önümüzdeki takvimde ise Art Basel Miami var. Art Basel Miami’ye hangi çalışmanızla katılacaksınız, detaylarını paylaşır mısınız?
Art Basel Miami’de sıkça bahsettiğim ‘‘Powerism’’ performansını bağımsız olarak gerçekleştireceğim. Öncelikle Powerism’den sıkça bahsetmemin nedenini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu yapıtın farklı versiyonları mevcut çünkü Powerism performansını bir toplumsal hareket olarak nitelendiriyorum. Bu performansın zaman ve mekân özgürlüğüne sahip bir yapısı var. Tıpkı iktidarcılıkta olduğu gibi her zaman her yerde iktidar ile karşılaşabiliriz. Art Basel Miami’nin kendisi de bir güç alanı tabii ki. Performansı gerçekleştirdiğimde spesifik olarak sadece Art Basel Miami odaklı değilim. Çünkü Powerism küresel bir olgu bu duruma birkaç örnek vererek açıklık getirmek isterim. 1974 yılında Alman sanatçı Joseph Beuys’un Amerika’da gerçekleştirdiği “Ben Amerika’yı seviyorum, Amerika da beni” performansına ve Andy Warhol’un “Campbell’s domates çorbası kutularına da bir gönderme niteliğindedir. Joseph Beuys yaptığı performansta Amerika topraklarına ayak basmadan havalimanından sedye ile sergi salonuna getiriliyor ve vahşi bir kurt ile havada asılı bir kafeste bir hafta boyunca kalıyor. Performansını bitiren Beuys Amerika topraklarına ayak basmadan Almanya’ya tekrar geri dönüyor. ‘Art Basel Miami’ de gerçekleştireceğim ”Powerism” performansında da salça kutularını ayaklarımın altına koyarak tüm Art Basel Miami’yi ayaklarım yere basmadan gezeceğim. Farklı coğrafyalarda ve farklı zaman dilimlerinde aynı imgenin çokta farklı olmayan anlamlarını görmeye başlıyoruz. ”Powerism” imgesi Andy Warhol’un “Campbell’s domates çorbası kutularına da bağlam doğrultusunda atıfta bulunmaktadır.
Bu yılki Art Basel Miami’den beklentileriniz tam olarak neler?
Art Basel Miami elbette küresel bir güce sahip dünyanın en büyük sanat olaylarından bir tanesi. İşin özünde ise benim için sadece bir sanat fuarı, galerilerin, sanatçıların ve diğer sanat dünyasından kişilerin bir araya geldiği bir organizasyon. Küresel çapta sanatçılar ve galeriler için bir velinimet fakat benim gibi bağımsız sanatçılar için durum farklı olabilir. Art Basel Miami ve bu tür benzer olayların birçok yönden derinlemesine incelemesi ve toplumsal olarak iyi veya kötü yanları tartışılabilir. Bu nedenle performansımı yaparken sıradan bir sanat izleyici rolünde olacağım. Tabii performansı yaparken nasıl tepkiler ile karşılaşacağımı şu an kestiremiyorum bu yüzden bir beklenti içerisinde değilim. Elbette izleyicinin böyle bir ortamda gerçekleştireceğim performansı anlamalarını ve bu performansı neden yaptığımı sorgulamalarını isterim.
Bu tip organizasyonlarda yer almanın sanatçılar üzerinde kısa ve uzun vadeli nasıl etkileri var sizce?
Bu tip organizasyonlarda yer almak elbette sanatçılar için bir alan fakat sadece bir alan değil yapıtlarını küresel bir kitleye sunmaları ve bu kitle ile etkileşim sağlamaları kariyerleri için önemli bir olgu. Fakat benim kişisel görüşüm bu tür organizasyonlar günümüz kapitalist sisteminin bizlere getirdiği ve yapıtların bir tüketim alanı içerisinde hızlıca tüketilen Andy Warhol’un “Campbell’s domates çorbası kutularına benzetiyorum. Gerçekten çok değerli sanat yapıtlarını bu alanlarda hemen tüketebiliyoruz. Ben ise bazen bir yapıtı yıllarca görmek isterim yıllarca güncelliğini korumasını isterim sonraki süreçlerde de sanatçılar için bir ilham kaynağı olmalarını isterim. Tabii süreci bu şekilde değerlendirdiğimde sanatçılar için hem kısa vadede hem de uzun vadede olumlu ve olumsuz etkileri olacaktır.
Son olarak yeni başlayan genç sanatçılara neler tavsiye edersiniz?
Genç sanatçılar kavramına bir türlü ısınamadım maalesef bu nedenle sanatçı arkadaşlar diye devam edeceğim. Sanatçı arkadaşlarıma kendi deneyimlerimden birkaç şey söylemek isterim. Gerçekten inandığınız bir fikriniz, bir yapıtınız varsa eğer mutlaka onu hayata geçirin. Kendi alanınızda kimse ile yarışmayın sadece kendinizle yarışın. Sevgili Seçkin Aydın’ın yıllar önce bana dediği gibi önemli olan lokomotif olmak yoksa herkes zaten vagon olabiliyor. Zamanınızı iyi değerlendirebilirseniz eğer yani kendinizle vakit geçirirken kendinizden sıkılmadan devam ederseniz geleceğe bir adım daha yaklaşmış olursunuz. Ve bir süre sonra kendi ortamınızda her açıdan bir adım ileride olduğunuzu göreceksiniz. Elbette kendinizle vakit geçirmekten kastım bu vakti iyi değerlendirmek araştırmalar yapmak, okumalar yapmak ve yaşadığınız anın farkında olmak. Mutlaka yapıtlarınızı ulusal ve uluslararası platformlara gönderin. Başarısız bir deneyim yoktur tüm deneyimler birer başarıdır. Bu süreç sizin daha iyi görmenizi sağlayacak ve dışarıda olan bitenin aslında sizin hayatınız olduğunu fark edeceksiniz işte bu noktada parçası olduğunuz bu hayatın sizlere neler getirdiğini göreceksiniz. Bir fikri bir imgeyi çok uzakta aramayın, hemen yanı başınızda onu görmenizi bekliyor.