Sanatçı Sohbetleri: Serina Haratoka
Yazı Boyutu:
Sanatçı Serina Haratoka ile farklı disiplinlerdeki yolculuğunu, arkeoloji tutkusunu ve eserlerindeki Akdeniz duygusallığını konuştuk.
Serina Haratoka, “Rüya Mağaraları” adlı sergisiyle 24 Aralık 2024-24 Ocak 2025 tarihleri arasında Tokatlıyan Han’ın beşinci katında sanatseverlerle buluşuyor. Rüya, mağara ve renk metaforları etrafında çerçevesini oluşturan sergi, Denizhan Özer küratörlüğünde hayata geçiyor.
Kendinizden ve işlerinizden bahsedebilir misiniz?
Bu soru bana geçen gün tanıştığım bir gazeteciyi hatırlattı. “Siz kimsiniz?” diye sorunca ağzımdan “ressamım” kelimesi çıkıverdi oysa aslında ressam olduğumu düşünmediğimden ya da sadece ressam olduğumu düşünmediğimden sesim neredeyse sönen bir balon gibi çıkıverdiği için karşımdaki kişiye hiç ilginç gelmemiştim. Şimdi sizin sorunuza daha heybetli kelimeler seçeyim…
“Sanatçıyım” demek dilimizde garip karşılıklara taşıyor anlamı, oysa ki hayatta söyleyeceği şeyleri farklı sanat dallarıyla ifade eden biri olarak sabit bir etiket veya titr ihtiyacı duymamak konusunda oldukça tutarlı bir insanım diyebilirim. Multidisipliner bir sanatçı.
Mimarlık, sinema ve görüntü yönetmenliği eğitimleri aldım, şimdi de üçüncü üniversite eğitimimin tam ortasındayım arkeolojinin sanırım en zor dalını okuyorum. Protohistorya ve Ön Asya arkeolojisi. Yıllardır devam eden yoğun öğrencilik süresinde ikinci bir katman açıp uzun yıllar tüm dünyada turist rehberliği yaptım. Dünyayı öğrenmek, gezmek ve ekonomik olarak özgür olmak adına bana büyük bir tecrübe katan 15 senem oldu.
Bütün bu yolculuğun ilk adımları teknik resim ve karakalem resim eğitimleri ile atıldı sonra ışık, mekan, kültür, tarih ve mitoloji birer baharat gibi bugünkü durağa ulaşmamda yardımcı lezzetler oldu. Sinema eğitimini Barcelona’da aldım oldukça küçük bir sinema okuluydu ancak öğretmenleri İspanyol sinemasında ve belgeselciliğinde çok tecrübeli insanlardı. Başka bakış açıları ve çok uluslu bir üretim süreci içinde imgeyi ışık ve gölge ile şekillendirmeyi, minimal tavırlarla, dolu bir duygusal etki yaratmayı orada öğrendim demeliyim. Akdeniz kültürünün yoğun duygusal iniş çıkışlarını çok iyi anlayan ve bizzat yaşayan biri olarak aslında asıl hedefimi yaptığım eserlerle duygusal bir kanca atıp insanları o hislere davet etmek olarak özetleyebilirim.
Yolculuğun sanırım yarısındayım ve bu aralar resim, fotoğraf, heykeli andıran enstalasyonlar ve yazı ile kendimi ifade ediyorum. İşler de bu medyumlar ve teknikler arasında dalgalanıyor ve şekilleniyor.
Sanatla uğraşmaya nasıl başladınız?
Oldukça şanslı bir öğrenci olarak resim sanatına hem teknik resim hem karakalem resim eğitimi ile İtalyan Lisesi’nde başladım. Çok değerli bir ressam olan Gülseren Südor ilk resim öğretmenimdi. Bir tarafta Venedik Sarayı’nı öteki tarafta Fransız Yetimhanesini gören bir resim odamız vardı. Camdan bakıp hayallere kapıldığım çok anım olmuştur. Bir sefer zannediyorum 13 yaşlarında bir İtalyan sarayında sergim olduğunu hayal etmiştim. Gerçekten de katıldığım ilk uluslararası sergi Venedik’te harika bir sarayda gerçekleşti.
Üniversitede fotoğraf sanatına merak saldım. Sanat tarihi ile de epey haşır neşir olunca hem İstanbul’da hem Anadolu’da tarihi yapılar, antik kentler, kültürel miras ile ilgili bir dia koleksiyonu oluşturmaya başladım. Üniversitede fotoğraf öğretmenim Ufuk Duygun bana babamın eski rus analog kamerasıyla ışığı, filmi, lensi nasıl algılamamla ilgili çok kıymetli bilgiler verdi. Böylece mekanları ışık, hikâye, imge gibi filtrelerle algılamaya başladım.
Lise yıllarının başlarında Günal Salt ile karakalem çalışmalar yaptık sonra bir süre Beyoğlu’nda atölyesi olan bugünün usta ressamlarının atölyelerini ziyaret etmeye başladım. Kitap fuarından param bir seferde ödemeye yetmediği için senetle dev bir sanat kitabı aldım ve akımları ve ressamları çalışmaya başladım.
Çok küçük yaşlarda edebiyat ile tanışmış olmam, görsel sanatlara ilgim ve biraz daldan dala atlayarak bütün sanat dallarının arasında bir yerlerde kendime yer edinmeme sebep oldu.
Çalışmalarınızda hangi bakış açılarını ön plana çıkarıyorsunuz?
Çalışmalarımın hissizleşen dünyamızda insanların bir şeyler hissedebilmesi için bir tetikleyici olmalarını istiyorum. O yüzden o duygu bana nereden nasıl ne formda geliyorsa o şekilde ifade etmeye çalışıyorum. Bazen bir fotoğraf bazen soyut bir resim bazense figüratif bir anlatım olabiliyor. Değişkenlik uçucu ruhuma ve pratiğime iyi geliyor. Kendimi eskiden daha iyi olduğum tekniklere dönmek için zorluyorum. Ve hem kendimle bu şekilde bir mücadele bir taraftan da karşındaki izleyicinin zihnini, kalbini ve ruhunu hapsetmiş modern dünya kafesi ile mücadele var diyebilirim.
Bu duygusal tetikleme metaları çoğunlukla on binlerce yıldır var olan mitlere, ritüellere ve onların modern dünyaya yansımalarına, felsefe ve psikolojideki karşılıklarına sırtını dayıyor. Her şey daha basitken yaşayan bir insanın hikayeci, ruhani ve keşfedici dünyasından bugünün her şeyi bildiğini sanıp kendini beton kafeslere hapsetmiş insanına bir bakış gibi.
Çalışmalarınızı hazırlarken ilham aldığınız noktalar nelerdir?
Ünlü İspanyol düşünür Ortega y Gasset’in söylediği zaman zaman da Picasso’ya atfedilen biz söz vardır: “Altamira’dan sonra her şey bir çöküştür”. Çöküş kelimesi oldukça sert bir ifade olsa da bu sözü, insanın modernleşme süresinde kendinden, özünden, doğadan ve doğaldan kopuşuna bir veryansın ediş gibi algılayabiliriz. Benim en büyük ilhamım; paleolitik çağ insanlarının kendilerini ifade etmek için, doğa ile bağlantı kurmak için, kutsallarını yaşatmak ve bir şekilde o bağlantı sayesinde hayatta kalacaklarına inandıkları için yaratma eyleminin içini sonuna kadar doldurdukları resim, heykel, müzik, dans ve hatta tiyatro sanatlarının ilk adımları attıkları mağaralardır.
Hangi sanat akımı sizi daha iyi tanımlar?
Geçenlerde İtalya’da küratörlük yapan Sanat Tarihi doktorası olan bir arkadaşım benim işlerin ve kendime has anlatım tarzım üstüne çalıştığını ve bu çağın ekspresyonist sanatçılarından biri olduğumu düşündüğünü söyledi. Açıkçası daha önce bir akıma dahil olmakla ilgili bir fikrim olmamıştı ama ben de fikrine katılıyorum. Dışavurumculuk benim için uygun bir akım olabilir.
Yaptığınız bütün işler arasında en heyecan verici ve özel işiniz hangisi?
2021 yılında Bilgi Üniversitesi Göç Araştırma Merkezi liderliğinde gerçekleşen Öteki Hikayeler sergisi için büyük bir enstalasyon yapmıştım. Kafkasya’dan sürülen Çerkes atalarımı onurlandırmak için yaptığım “Ağıt” isimli çalışma aylarca bol gözyaşı, bol duygu yüklediğim binlerce metre ipliği Karadeniz’in dalgalarına çevirdiğim akordeonla çalınan eski bir Çerkes şarkısı eşliğinde dönen bir platformda yüzbinlerce insanın gemilerde ölerek Karadeniz’e atılmasını anlatıyordu. Duygusal olarak hem etnik kimliğimi temsil ettiği için hem de insanlık tarihinin az bilinen kara anılarından birini hatırlattığı için benim için çok özeldir.
Şu sıralar ise Aralık ayı sonunda açacağımız “Rüya Mağaraları” sergimin doğum mağarasında bulunan yine bir enstalasyon olan Ovula’ya baktıkça çok heyecanlanıyorum. Kadının yaratma gücünün her ay bedenine böylesine ilginç bir döngü ile tekrar tekrar yüklenmesi sadece çocuk doğurmak değil gerçekten her tohumu, her fikri, her duyguyu besleyip büyütüp yaratabilme gücünün kadınlara tekrar hatırlatılması gereken kutsal bir güç olduğunu düşündürüyor bana.
Ölümün ve doğumun aslında her ay bir şekilde yaşandığı bedenlerimizin bugün birer görsel metaya dönüştürülmesine bir tepki belki de. Ovula, yemyeşil doğanın içinde tekrarlayan kanlı döngümüze, bir örümcek gibi ilmek ilmek tutunduğumuz hayatın bize sunduğu güçlü salgılarımızla ördüğümüz dünyamıza bir övgü, bir adak, bir hediye gibi.
Şu anda üzerinde çalıştığınız veya çalışmayı planladığınız işlerden bahsedebilir misiniz?
24 Aralık’ta açılacak “Rüya Mağaraları” sergimin son kısmı olan Rüya Gerçek Rüya mağarasının işlerini tamamlıyorum. 30 adet, yıllar boyu görüp not ettiğim rüya ve onların neredeyse birebirlerini yaşadığım gerçek olayları bir film fragmanı gibi izleyiciye sunacağımız seriyi tamamlamak üzere son düzlükteyim diyebilirim.
Sergi hazırlıkları tamamlandığında sonraki davetler için yaptığım eskiz çalışmalarına geri döneceğim. Şubat ayında Sarajevo’da yapılacak Kültür Sanat Olimpiyatları için Filistin ve Ortadoğu genelindeki emperyalist baskıyı konu aldığım bir enstalasyon çalışmam var. Ona odaklanıp hayal ettiğim şekilde benzer acıları yüreğinde taşımış Bosna’ya götürmeyi çok istiyorum. İnsan istiyor ki doğanın mükemmel döngüsünün içinde tüm ilhamı oradan alalım ama maalesef insanlık bize sıkça sanatla dokunmamız gereken acıları yaşattığı için bazen birlikte iyileşmek bazen de aynayı en sert açıdan tutup izleyiciyi sarsmak gibi yöntemlerim olabiliyor.
Ama burada bu son yıllarda kendi toprağımızda öz vatanımızda o kadar sıkıştık ve baskıdan yorulduk ki “Rüya Mağaraları” bana ve sergiyi ziyaret edenlere bir nefes alma alanı, bir öze bakış ve bir nevi Asklepion gibi iyi gelsin istiyorum.
Güncel sergileriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?
24 Aralık 2024 – 25 Ocak 2025 arasında Beyoğlu İstiklal Caddesindeki Tokatlıyan Han’ın 5. Katında “Rüya Mağaraları” isimli bir solo sergim olacak. Ziyaretçiler için oldukça özgün bir yolculuk olacağını düşünüyorum. Koşmadan yavaşça gezecekleri, telefonları ellerine alma ihtiyacı duymayacakları, gözleriyle ve kalpleriyle nefes alıp verecekleri, farkında olmadan tatlı bir nostaljiye kapılacakları ve belki de tekrar eskiden kıymetli olan duyguları hatırlayacakları bir sergi olacağını sanıyorum.
Pop Quiz
Sanatınızı üç kelimeyle tanımlayabilir misiniz?
Renkli bir melankoli.
İmkânınız olsa tanışmak istediğiniz sanatçı kim olurdu?
Albrecht Dürer.
Tüm zamanların en önemli sanat eseri hangisidir?
Lascaux, Chauvet, Altamira gibi paleolitik çağ mağara resimleri ve Rembrandt’ın “Philosopher in meditation” tablosu.
Türkiye ve dünyadaki galeri ve müzelerden en sevdikleriniz hangileri?
Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Pera Müzesi ve Sabancı Müzesi ile Albertina, Uffizi, National Gallery, Hermitage, Gemaldegalerie.
Evinizde hangi sanat eserinin olmasını isterdiniz?
Bruegel’in Babil Kulesi.
Hangi şehir size ilham veriyor?
Barcelona, Londra, İstanbul, Havana.
En son ziyaret ettiğiniz üç sergi hangileriydi?
Tokatlıyan Han’da Polifonik bir bahçe, Taviloğlu Koleksiyonu sergisinin tüm noktaları, Gaudi eseri Casa Vicens’in dönüşümü sergisi.
Sanatçı olmasaydınız hangi mesleği tercih ederdiniz?
Bu soruya iki cevabım var biri zaten gerçekleşmiş diğeri de gerçekleşmek üzere olan iki meslek. Turist rehberi ya da arkeolog olurdum.
{322994}