Sanatçı Sohbetleri: Ülkü Yılmaz
Yazı Boyutu:
Sanatını öznelliğin karanlık uçurumunda geçen masalda görsel bir diyalog olarak tanımlayan Ülkü Yılmaz ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Decollage Art Space, 30 Mayıs tarihinde Ülkü Yılmaz’ın “Unnamed” adlı solo sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçı “Unnamed” sergisinde, sınırlamalar ve yönlendirmeler olmaksızın, kelimelerin yetmediği duyguları işleri üzerinden, estetik kaygıdan ziyade güçlü bir dışavurumla, kendini ifade etme biçimi olarak bizlere aktarıyor.
Kendinizden ve işlerinizden bahsedebilir misiniz?
1978 İstanbul doğumluyum, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu bölümü mezunuyum uzun bir süre hem restorasyonu hem de sanat üretimimi 24 saati gündüz ve gece olarak iki ayrı biçimde kullanarak, her iki alanda da yoğun bir tempo ile çalışarak sürdürdüm. Borusan Contemporary ve Resim Heykel Müzesi gibi kurumlar bünyesinde sanat tarihine katkıda bulunduğum güzel işler yaptım fakat benim için sadece resim üretimime aracı olan hayatımın bu kısmını 2 yıl önce tamamen sonlandırarak sadece resim ürettiğim ve yaşamımın sonuna kadar da öyle kalacak bir karar aldım. Şimdilerde İstanbul’da bulunan atölyemde çalışıyorum. Şu anda Decollage Art Space’de devam eden kişisel sergimin bitişi olan 7 Temmuz 2024 tarihi sonrası Fransa’da üye olduğum bir sanatçılar grubu birliği ile hem ortak hem de bireysel olarak hareket edeceğim bir üretme sürecine geçiş yapacağım.
İşlerimi aklımın başında olmadığı, dünyayı kalbimle gördüğüm bir yerden üretiyorum… Duygularımı somut halleri ile betimlemek için sembollere ihtiyaç duyduğum bir dünyada sanat tarihi bana ilham veren en önemli kaynak…
Sanatla uğraşmaya nasıl başladınız?
Hatırladığım bir zaman dilimi yok maalesef… Sanat hatırlayamadığım en küçük yaşlarımdan itibaren kendimi ifade etmenin tek yolu oldu. Bilgisayarların olmadığı bir ortamda geçen çocukluğum boyunca eğlenmek için de öğrenmek için de sürekli kitap okurken okuduğum masalların resimlerini kopyalamak muhtemelen sanata dair ilk anılarım…
Çalışmalarınızı hazırlarken ilham aldığınız noktalar nelerdir?
Birçok farklı ülke ve şehirde yüzlerce müze, binlerce eser gördüm… Beni en çok etkileyen her zaman klasik eserler olmuştur… Sanat dünyası olarak hâlâ yapılmışın üzerine yeni bir hikâye koyabildiğimizi düşünmüyorum… Bİll Viola gibi bir video sanatçısının son derece dijital dünyaya hitap eden hikâyesinin çıkış noktasında ve devam eden hikâyesinde dahi Rönesans tablolarına göndermeler varken, aynı biçimde günümüz sanatı bana da ilham vermekten çok uzak bir yerde şekilleniyor… Çalışmalarımın her birinin geçmiş sanatından ilhamla üretilmiş bir öyküsü var…
Hangi sanat akımı sizi daha iyi tanımlar?
Sembolizm.
Yaptığınız bütün işler arasında en heyecan verici ve özel işiniz hangisi?
Kesinlikle şu anda Decollage Art Space’de devam eden “Unnamed” sergisindeki bütün işler. Çünkü her bir iş bir öykünün ayrılmaz birer parçası. Birinin eksik olması demek hikâyenin eksik anlatılması demek olur. İzleyicinin hikâyeme başından sonuna hem görsel hem işitsel açıdan şahitlik edeceği atmosfere sahip bir sergileme biçimi var galeride. Öyle zannediyorum ki şu sıralar İstanbul’ da gerçekleşen en görülmesi gereken sergilerden biri. Bunu işlerin sanatçısı olduğum için değil geçmişte birçok sergi kurulumunda profesyonel olarak yer alan müzeci bir izleyici olarak söylüyorum.
Decollage Art Space ekibi, galeriden ziyade bir müze çalışma disiplini ve vizyonuna sahip. Bu kesinlikte sanatçının hikâyesinin doğru bir yerden anlatılmasına olanak ve özgürlük sağlayan bir çalışma biçimi. Türkiye’de böyle bir galerinin olduğunu bilmek ve kendileri ile çalışma şansını elde etmek benim için çok değerli bir deneyim oldu.
Şu anda üzerinde çalıştığınız veya çalışmayı planladığınız işlerden bahsedebilir misiniz?
“Unnamed” sergimde yer alan “Self Icon” işinin devamı bir seri üzerinde çalışıyorum.
Güncel serginiz “Unnamed” hakkında bilgi verebilir misiniz?
“Unnamed”, sanat yolculuğumda yaklaşık 10 yıldır devam eden bir hikâyenin kalp ağrısını görsel bir dille anlatan en son durağı. Mekâna girildiği andan itibaren izleyiciyi John Berger’in “Kelime dağarcığımız çok fakir olduğu için hayatta başımıza gelen pek çok şey isimsiz kalır…” sözleri karşılıyor.
Bu sergiye belli bir isim vermek işlerimi üretirken sözlerle ifade edemediğim hiçbir duygunun karşılığı olmayacaktı dolayısıyla sergiye “İsimsiz” demek süreç içinde hissettiğim kalp ağrısının ve öfkenin beni sanatıma yaklaştıran en önemli iki duygu olduğunu kelimelerden daha güçlü olan görsel bir dille izleyicinin hissetmesini sağlıyorum. Bu sadece benim için değil, genel anlamda canımız yandığı zaman elimizin kalbimize dokunma hareketi acıyı sevgiden çok daha fazla fiziksel olarak hissettiğimiz anlamına gelmez mi? İşlerimi betimlerken, acıyı romantikleştiriyor ve aynı zamanda teselli de buluyorum ve kendimi daha az yalnız hissettiğim bir süreci tecrübe ediyorum… İnanıyorum ki, “Unnamed” sergisinin atmosferine girildiği andan itibaren bütün duygularım izleyicide kendi hisleri olarak yer bulacak…
Sergide Piero Manzoni’nin “Artist’s Shit” işinden temellük ettiğim son dönem işlerimden biri bundan sonraki süreçte yolculuğumu belirleyecek bir eser oldu. Bu sergiye kadar kalp sembolünü anatomik olarak betimlerken bu sergi ile beraber kalp imgesini “Artist’ s Heart” söylemi ile Piero Manzoni’nin “Artist’s Shit” konserve kutularında saklanmasını istediğim duyguları ile beraber koruma altına alarak aslında bir taraftan da kavramsal bir iş üretmiş oldum. Sergi aynı zamanda izleyicinin işitsel anlamda da interaktif bir yolculuğa çıkmasına vesile oluyor. “Unnamed”in en büyük işlerinden biri olan ve tuval üzerine yağlı boya olarak betimlediğim “Awareness of the Void” eseri çok yetenekli sanatçı arkadaşım, İrem Hakyemez tarafından dijital ortamda hareketlendirilip, gerçek kalp atışı sesi ile bütünleştirildi. İzleyici sergiyi gezerken, hem gerçek zamanlı olarak kalp atışını görüp hem de sesi ile beraber hissederek bütün işlerimin duygusunu tecrübe ediyor. Serginin metni çok sevdiğim ve üretim yolculuğumda duygularımı anlayan nadir arkadaşlarımdan biri olan ve aynı zamanda Galeri Fe’nin uzun zamandır yöneticisi çok değerli Esin Koçuk tarafından kaleme alındı. Bir sanatçının kendini tanıyan insanlarla çalışması gerçekten sonuçta ortaya çıkan işin çok daha içten olmasına neden oluyor. Umuyorum ki, 3- 4 yıl sonra Esin’in küratörlüğünde bir kişisel sergi de yapmak istiyorum. Serginin sanat koordinatörlüğünü Hakan Kürklü yaparken, kurulum anlamında küratöryel çalışması benim ve çok sevgili Melisa Şahin tarafından gerçekleşti.
Bu sergi Fransa’da sanat kariyerime devam edeceğim yolculuğum öncesi Türkiye için uzun bir ara vermeden önce gerçekleşen son sergim. Elbette bir solo sergi ile geri döneceğim fakat şimdilik gelecek 3-4 yıl boyunca Türkiye’de sadece karma sergilerde yer almak istiyorum.
Pop Quiz
Sanatınızı üç kelimeyle tanımlayabilir misiniz?
Karanlıkta bir peri masalı… Anlattığım şey tam olarak bu. Gotik bir tavrım olduğunu ve vanitasa göndermelerle işler ürettiğimi düşünenler var ama hiçbir biçimde bu kavramlara yakın değilim. Anlattığım şey ışığı, rengi olmayan bir dünyada geçen kendi peri masalım. “The Fairy Tale in the Abyss” İngilizce ifadesi fakat uçurum veya boşluk değil kalbimin anlattığı. Türkçeye başka nasıl çevrilir bilemiyorum tabii…
İmkânınız olsa tanışmak istediğiniz sanatçı kim olurdu?
Caravaggio. Sanat tarihinde Caravaggio ile beraber zanaatın, sanat olmaya başladığına net bir şekilde şahit oluyoruz. Söylenecek çok sözüm var bu konu ile ilgili fakat kısaca beni ne Caravaggio öncesi ne de sonrası herhangi başka bir sanatçı Caravaggio kadar etkilememiştir.
Tüm zamanların en önemli sanat eseri hangisidir?
Bu soruya tarihi, kavramsal, estetik vb. açıdan cevap vermek istemiyorum. Zaman açısından değil, gördüğüm an beni Stendhal Sendromu’nun eşiğine getiren, duygusal açıdan o anı düşündükçe hâlâ etkisini hatırladığım, duygusundan yüzlerce müze, binlerce eser gördüğüm halde hâlâ kurtulamadığım San Luigi dei Francesi Kilisesi’ndeki Contarelli Şapeli için Caravaggio’nun yaptığı Aziz Matta Üçlemesi diye cevap vermek istiyorum…
Türkiye ve dünyadaki galeri ve müzelerden en sevdikleriniz hangileri?
Dünyada, Paris’te bulunan Musée Jacquemart-André kesinlikle en sevdiğim müze. Kendi koleksiyonu çok ilgimi çekmiyor, müze kavramı ile karşılaştırıldığında son derece küçük bir atmosfere sahip, bir konaktan dönüştürülmüş fakat şu ana kadar dünya üzerinde ziyaret ettiğim bütün müzeler ve galeriler içinde en etkileyici geçici sergilere imza atan tek sanat kurumu benim için. 7 saat çok soğuk bir havada üşüyerek sırada beklediğim bir anım var bu müzeye dair. Girdiğimde de kapanışa çok kısa bir süre kalmıştı. Hakikaten o kadar etkileyici sergilere imza atıyorlar ki, bir kere değil bin kere görmek istiyorum her yapılan sergiyi…
Mesela bir tanesi Caravaggio ve Caravaggio’dan etkilenen sanatçıların işlerinin hem özel koleksiyonlardan hem de müzelerden ödünç alınarak gerçekleşen sergisiydi. En son ziyaret ettiğim, Füssli‘nin “Rüya ve Fantezi Arasında” sergisinin hâlâ etkisindeyim. Ve müze yaklaşık bir yıldır restorasyon çalışmaları için kapalı. Eylül de yine muhteşem bir sergi ile açılışı gerçekleşecek. Bu defa Borghese Müzesi’nin eserlerinden oluşan geçici bir sergiye ev sahipliği yapacak. Borghese eserlerini defalarca gördüğüm halde yine de nasıl bir kürasyonla sergileneceğini merak ettiğim için muhtemelen defalarca ziyaret edeceğim.
Dünyada, Hermitage Müzesi de ilk sıralarda sevdiğim müzeler arasında. Ve sevmediğim tek bir müze yok, hepsini ayrı biçimlerde seviyorum ama şunu söylemek isterim defalarca Louvre Müzesi’nde bulunduğum halde yolum bir defa bile Mona Lisa salonundan geçmedi. Böyle de sevmediğim küçük detaylar olabiliyor bazen.
Türkiye’de en sevdiğim ve ziyaret etmekten hiç sıkılmadığım tek müze kesinlikle Arkeoloji Müzesi.
Evinizde hangi sanat eserinin olmasını isterdiniz?
Sahip olmak istediğim eser salonumun duvarında asılı. Fransız bir sanatçı olan Leopid Lecomte’nin “Devant Jésus” adlı eseri.
Hangi şehir size ilham veriyor?
İstanbul… Bana sözlerle ifade edemediğim duygularımı, kalbimden geçip giden masalları, şiirleri tuval üzerinde resme dönüştürten şehir… Bütün resimlerimin ilhamı İstanbul’da olduğum dönemlere ait.
En son ziyaret ettiğiniz üç sergi hangileriydi?
Meşher’de devam eden “Göz Alabildiğine İstanbul: Beş Asırdan Manzaralar” ile yine İstiklal’deki İş Sanat Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu eserleri son dönemlerde gördüğüm iki güzel sergiydi. Suadiye’de, 7 Temmuz’a kadar Decollage Art Space’de devam edecek olan “Unnamed”i de bu listeye eklemek istiyorum elbette.
Sanatçı olmasaydınız hangi mesleği tercih ederdiniz?
Sanat tarihini dünyayı durmaksızın gezerek anlatan bir sanat tarihi anlatıcısı olmak isterdim. Tam olarak böyle bir meslek yok sanırım.
{268716}