Sanatın Yeni Keşifler Arayan İkilisi; ha:ar
Yazı Boyutu:
Teknolojik trendleri geleneksel sanatın unsurlarıyla yakınlaştıran Hande Şekerciler ve Arda Yalkın’ın oluşturduğu sanatçı ikilisi ha:ar ile üretimleri üzerinden sanatta denedikleri yenilikleri konuştuk.
Sanat pratiklerini hem yeni dönemin trendlerine uygulayan hem de geleneğin formlarıyla birleştiren bir ekip; ha:ar. Heykeltraş Hande Şekerciler ve yeni medya sanatçısı Arda Yalkın’ın ortak çalışmaları sonucu sanatsal ürünler ortaya koyan ikili sanatla teknolojiyi yakınlaştırma konusundaki eserleriyle dikkat çekiyor. Klasik sanat yaklaşımını yeni teknolojilerle birleştiren ikili resim, heykel gibi konvansiyonel yöntemlerin yanı sıra video, animasyon, müzik, jeneratif sanat hatta yapay zekayı eserlerinde kullanıyor.
Contemporary Istanbul’da tamamen yapay zekayla üretilen bir heykel çalışması olan “Disruption” ile dikkat çeken ekip bu kez yeni bir sergi ile geldi. İkilinin son çalışması geleneksel sanat tekniklerinin yeni medya ile harmanlandığı “Benküre/Planet I” adlı sergi, ha:ar’ın odağına her daim “insan”ı aldığı yapıtlarında konvansiyonel sanat yapma şekillerini ters yüz ederek çıktığı estetik arayışına devam ediyor. İkili teknik konulardaki ustalıkları vasıtasıyla, sanat tarihinin değişmez kurallarından dijital teknolojinin rastgele kaynaklarına, kullandıkları detayları bir arada sunarak belirsizlikle oynuyor.
ha:ar, “Benküre”de “kendimize bakışımızı” yani kim olduğumuz hakkındaki düşüncelerimizi; bu düşüncelerin nasıl geliştiklerini ve ne tür etkileşimler yaratabileceklerini yeni üretim şekilleri aracılığıyla keşfetmeyi irdeliyor. İsmi“ Yerküre” kelimesi dönüştürülerek oluşturulan “Benküre”, bu etkileşimler ve benlik duygusundan uzaklaşarak tek tipleşen, yine de benzersiz ve özel olduğuna inandırılan insanlar üzerine yoğunlaşıyor.
Bireysel pratiklerini harmanlayarak yeni ve özgün bir ifade biçimi sunan ha:ar’ın; disiplinler arası çalışmalarından oluşan “Benküre”/Planet I” başlıklı sergisi, Odeabank’ın sanat platformu O’art tarafından 27 Ekim – 4 Kasım 2022 tarihleri arasında Zülfaris, Karaköy’de sanatseverlere sunuluyor.
Çağdaş sanat gündemine eserleriyle damga vuran Hande Şekerciler ve Arda Yalkın ikilisiyle “Benküre/Planet I” sergisi üzerinden üretimlerini, sanat anlayışlarını ve hayallerini konuştuk.
Sizi en son Contemporary Istanbul’daki “Disruption” çalışmanız ile izleyiciler takip etti bu kez “Planet-I” ile geldiniz. Sizi takip edenler beklentiyi yüksek tutuyorlar mı sizden merak ediyorum. Her seferinde çıtayı biraz daha yukarı taşımak gibi bir beklenti var mı üzerinizde?
Hande Şekerciler: Biz fikirlerimizi paylaşmanın yeni yollarını arayan, meraklı çocuklarız sadece. Eserlerimizi biçimlendirirken olabilecek en iyi haline getirmek için çalışıyoruz. Sırf daha iyi işçilik elde edebilmek için bronz dökümhanesi kurduk, resimlerimizin render sürecini en verimli ve istediğimiz detayda yapabilmek için mini bir render farm’ımız var. Bunları yaparken “çıtayı yukarı taşıyalım” diye düşünmüyoruz. Ne var ki insan doğası ileri doğru gitmeye programlı, ister istemez bizim de aklımıza gelen her yeni fikir bir öncekinden daha kompleks oluyor. Üzerine çalışılan işler zaman geçtikçe olgunlaşıyor, kavramlar derinleşiyor. Onları en iyi şekilde ifade edebilmek için çalışıyoruz. Sonuç her seferinde daha ileri gitmek oluyorsa ne ala.
Arda Yalkın: Açıkçası bizi özellikle takip eden bir izleyicimiz var mı, varsa bizden beklentileri nelerdir, bunları hiç düşünmedim. ha:ar’ın geçmişi sadece dört yıl. Bunun iki senesi de ortak kapasitemizi keşfetmekle, bir dil ve söylem oluşturmakla geçti. Özellikle İtalya’daki sergilerden sonra şunu anladık, galerilerin bembeyaz dört duvarı içinde kalma fikri çok sıkıcı. İçinde bulunduğumuz ekosistemin gerçeği bu tabii ama bunu aşmanın yollarını bulmaya çalışıyoruz; elimizdeki bütün imkanları bizi dört duvar arasında kalmaya ve bize verilene razı olmaya, sadece beğenileni üretmeye zorlayan yapının dışına çıkmak için kullanıyoruz. Bu hedef için iş birlikleri kuruyoruz; kendi ilişki ağlarımızı ve üretim yöntemlerimizi geliştiriyoruz, Bütün kazancımızı atölyemize, araştırmalarımıza, teknik altyapımızı geliştirmeye ve yeni eser fikirlerine yatırıyoruz. İmkanlarımızı ve sahnemizi başka sanatçılarla paylaşmaya gayret ediyoruz. Bu da bizi özgürleştiriyor ve her seferinde daha kompleks fikirleri hayata geçirmemizi -görece- kolaylaştırıyor.
Dört yıllık bir çalışmanız olan MindFlow adlı çok katmanlı yerleştirmenin bir uzantısı olarak mı okumalıyız Benküre’yi? Süreci biraz anlatır mısınız, bu sergi fikri nasıl doğdu ve bugüne kadar nasıl evrildi?
Arda: Sergi kavramsal olarak daha önceki sergilerimizin bir devamı gibi aslında. ha:ar, bir çok işinde, kendimiz – hayal ettiğimiz kendimiz ve kendimiz – teknolojinin olmamızı istediği insan arasındaki savaşı işliyor. Teknoloji kelimesini özellikle kullandım çünkü özellikle son yüzyılda insanlığın sürüklendiği yönü belirleyen şeyin düşünce (felsefe) değil teknolojinin kendisi olduğuna inanıyorum. Benküre, -tamamen değil amakurmaca benliklerimizi dünyaya pazarlarken oluşturduğumuz ikonografi ile ilgili bir sergi çoğunlukla. Benim Ortodoks ikonografisine takıntım var. Dini referanslardan bağımsız olarak ikona üreticilerinin kendilerini “tanrının iradesi ile yönlendirilen aracılar” olarak tanımlaması ve milyonlarca insanın buna inanması bana büyüleyici geliyor. Sanırım, sosyal medyaya angaje olduğumuzdaki ruh haimizi biraz ikonagraflara benzetiyorum. Kendi ikonografimizi yaratmaya çalışıyoruz ve çoğumuz yavaş yavaş oradaki benliğimiz ile hastalıklı bir ilişki kuruyoruz. Oradaki bizi de -tıpkı ikonalar gibi- kutsal kabul ediyoruz. MindFlow bu omurgaya uymuyormuş gibi gözükse de, aslında bağlantılı. Son derece kuralcı, hatta kurallar olmadan icra edilemeyen klasik müziğin enstrümanlarını ve bu müziği icra eden sanatçıları alıp, tamamen rastlantısallık ve doğaçlama ile yönlendirerek alternatif bir müzik eseri üretilmesine aracılık ettik. Bunu bir tür ikonoklast eylem olarak düşündük.
Hande: Benküre hem içerdiği işlerin üretimleri, hem mekanı ele alışımız itibariyle “beyaz küp” sergilerinden farklı, çok zor bir prodüksiyon. Odeabank O’art’ın ana destekçi olarak varlığı, vizyonumuzu koşulsuz desteklemeleri ve projeye olan katkıları kendi başımıza yapabileceğimizin çok ötesinde bir sergi gerçekleştirmemizi sağladı. Hikayesine bakarsak, bu sergi aslında 2020 Mart ayında, bambaşka bir içerikle gerçekleşecekti. Fakat pandemi oldu. Bizde “bir, iki ay sonra yaparız” diyerek ertelediğimiz serginin içeriğini, önce Ankara ardından da Venedik, Milano ve Londra’da yaptığımız sergilerde olgunlaştırdık. Bu sergilerde gösterdiğimiz eserlerin üzerine yeni fikirler, yeni seriler ekleyip bambaşka bir şekilde yeniden kurguladık. Benküre // Planet I, son birkaç yıldır üzerine çalıştığımız Impossible Sculptures
serisinin yeni edisyonlarının yanı sıra, daha önce hiç bir yerde göstermediğimiz, Refraction isimli vitray serisi gibi yeni yapıtlardan oluşuyor. CI’da gerçekleştirdiğimiz heykel-performansı “Disruption”’ın çıktısı olan mermer heykelin bitmiş hali de sergide görülebilecek. Son birkaç solo sergiyi ha:ar ile benim solo işlerimi iç içe gösterecek şekilde planlamıştık. Bu sergi de yine aynı şekilde benim yeni başladığım “saudade” isimli serimin ilk yapıtlarını içeriyor.
Proje bu kez hangi teknolojik unsurları içeriyor? Diğerlerinden farklı olarak yeni bir iddiadan söz edebilir miyiz?
Arthur Clarke “Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez” demiş. İkimiz de teknolojinin gittiği -ve insanlığı sürüklediği- yeri anlamak ve sunduğu imkanları sonuna kadar kullanmayı çok önemsiyoruz. Bunun iki ana nedeni var; ilki iş akışımızı hızlandırmak, dolayısıyla daha kompleks fikirleri hayata geçirmek. İkincisi -ve bence daha önemlisi- bugünü anlamamıza ve bugün hakkındaki fikirlerimizi ifade etmemize imkan tanıyan yeni ve benzersiz medyumlar keşfetmek. Teknolojiyi bir tür sihir olarak kullanmak bize çok uyan bir yöntem değil. Salt teknolojiye yaslanan bir eser ürettiğinizde ve ardından o teknolojinin daha gelişmişi kullanıldığında -ki bu beklenen bir şey- eserinizin söyleyecek bir sözü kalmamış olur.
Bizim sergimizde ise öyle yerden tavana kadar projeksiyonlar ve başka görsel oyuncaklar yani çok fazla “sihir” yok açıkçası. Serginin kavramsal omurgasından bağımsız olarak teknolojiye “Bugünün araçlarına bir rönesans sanatçısı sahip olsaydı neler yapardı?” fikriyle yaklaştık. Yapay zekanın “yaratıcı ortak/Creative Collaborator” tarafını bolca kullandık. Hem “Disruption”, hem “Refraction” hem de “MindFlow” da yapay zeka eserlere değişik seviyelerde katkıda bulundu. Her üç eserin de çıktıları bambaşka. MindFlow aynı zamanda bizim ilk gerçek jeneratif işimiz. Burada yapay zeka ile insan bedenine, insan bedeninden jeneratif bir videoya oradan da müzisyenlere ve yine ekranlara ve hoparlörlere doğaçlama bir bilgi akışı yaratarak bir “yeni müzik” eseri ortaya çıkarmaya çalıştık ve sanırım başarılı olduk. Refraction” serisi tamamen yapay zeka kullanarak tasarladığımız ve geleneksel yöntemlerle ürettiğimiz vitray çalışmalarından oluşuyor. Normalde bir mimari eleman olarak kullanılan vitrayı kendi kendilerine ışıyabilen, bağımsız parçalar halinde ürettik ve Zülfaris’e bir tür mimari müdahale şeklinde yerleştireceğiz. Impossible Sculptures CGI resimlerden oluşan ve zaten çok bilinen bir serimiz. Serginin girişinde ise yine yapay zeka kullanarak tasarladığımız ve CI’da bir robot kol kullanarak ürettiğimiz “Disruption” adlı mermer heykel var. Hande’nin “saudade” serisinden mermer heykelleri ise bence sergiye bambaşka bir dokunuş yaptı. O dünyayı benden daha farklı algılıyor ve salt kendi enerjisi ile ürettiği her heykel bir tür meditatif etki yaratıyor izleyicide. ha:ar’ın işlerinde ise her zaman uyarıcı, provoke edici bir yön var. Bu tezat bizim çok hoşumuza gidiyor.
Genellersem, Benküre’de teknolojiyi çok yoğun olarak kullandık ama seyircinin deneyimi konvansiyonel sanata daha yakın olacak diyebilirim.
ha:ar ikilisini teknolojik trendlerin sanata yansımalarını estetize etme yönünde nasıl bir yere koymak lazım. Teknoloji genelde dijital art ile özdeşleştiriliyor. Çalışmalarınız radikal bir yaklaşım olarak görülebilir mi? Kendi işinizi nasıl tanımlarsınız?
Hande: Teknolojiyi nasıl ele alıyoruz, bunda hem fikir olalım. Bir takım organik içeriklerle pigment üretip bunu yumurta akı vb malzemelerle karıştırarak boya hazırlarken, bu boyaları kimyasal olarak üretebilir hale gelip tüplere koymak da bir teknolojik ilerlemedir. Sanatçı o tüpteki boyayı kullandığı için çığır açmaz, o boyayı kullanarak tuvale aktardığı fikirle açar. Bizim robot kolla gerçekleştirdiğimiz performans o robotu estetize etmek için gerçekleştirilmedi. Yapay zeka ile tasarlanmış bir heykeli oluşturmak için bir buçuk tonluk bir mermer bloğu izleyicinin önünde yontarken amacımız, 30 asistanın belki de aynı sürede ve mükemmeliyette yapamayacağı bir işin üretim sürecini paylaşarak teknolojinin sanatı nasıl dönüştürdüğünü tartışmaya açmaktı.
Kısacası, bizim teknoloji güzellemek ya da sizin deyişinizle estetize etmek gibi bir motivasyonumuz hiç olmadı ama teknoloji zaman zaman ha:ar’ın estetik diline katkıda bulunacak şekilde eserlerimize dahil oluyor. Biz teknik ve teknolojileri sadece gerektiği kadar ve gerektiği yerde bir araç ve iş birlikçi olarak kullanıyoruz.
Işık her zaman ha:ar’ın işlerinde önemli bir rolde. Bu seferki çalışmanın ışık yönünden baş enstrümanı vitray mı? Tapınak çağrışımı yapan vitrayla, günümüzün dijital ekranları arasında nasıl bir bağlantı var? Modern bir ışık deneyimi sunuyor mu bu çalışma?
Hande: Modern bir ışık deneyimi değil de çağdaş vitraylar tanımı daha uygun bize göre. Tapınak çağrışımı konusunda haklısınız. Biz bu seride hayranlıkla izlediğimiz müzelerdeki o ulvi, sizin tabirinizle tapınaksı havayı yakalamaya çalışıyoruz. Bu bir yandan, her bireyin kendi dünyasının ikonu olduğu ve bunu toplumun geri kalanıyla ekranlar üzerinen paylaştığı günümüz dünyasının bir alegorisi, ilham kaynaklarımıza da bir gönderme.
Heykeller ise tarihsel kültür birikiminin yansımaları ikonikliklerin orijinal aurasına yeni bir yorum getiriyor mu? Bu heykellerin amorf ikonalar olduğunu söyleyebilir miyiz?
Hande: saudade serisinden bahsediyorsak, ha:ar’da farklı olarak kişisel işlerimde daha çok kişinin iç dünyasıyla, toplumun üzerindeki tahakkümlerinin yarattığı sıkışmışlık hissiyle ve bunu nasıl formlar aracılığıyla anlatabileceğimle ilgileniyorum. ha:ar’ın aksine topluma nasıl göründüğümüzden çok, yaşadığımız topluluğun içsel dünyamız ve benliğimizde nasıl bir etki yarattığını anlamaya çalışıyorum.
Heykel insanlığın ilk primitif sanatları arasında, dijital art ise insanlığın son keşifleri arasında. Bir heykel sanatçısı ve bir dijital sanatçının birlikteliğinden nasıl bir teknolojik yakınlaşma doğuyor? İki farklı disiplinde olmanız yakaladığınız konsensusta nasıl bir sonuç veriyor, hiç birbirinizle çatıştığınız oluyor mu mesela?
Hande: ha:ar tam olarak farklı medyumlarla çalışmanın getirdiği bu dinamik yapıyı kullanıyor. Bu sayede bir sınıra bağlı kalmadan, ikimizin ana pratikleri ve diğer olası tüm medyumlar arasında salınıyoruz. Bu sırada tabii ki kavramlar ve teknikler üzerine bolca tartışmalar oluyor.
Arda: Nedense teknik olan her şeyi ben yapıyormuşum gibi bir algı var ama hiç doğru değil, Hande benim anlamadığım bir sürü yazılım ve donanımı kullanıyor. Ortaya çıkan eserleri tek başıma yapamam. Bir de bırakın tartışmayı, çatışmalar olmadan iki kişinin beraberce sağlıklı bir yaratım ve üretim süreci gerçekleştirebileceğini sanmıyorum. Esere katkıda bulunacağına inandığımız ama karşı tarafın bir sebepten göremediği bir öneriyi, salt uzlaşmak uğruna çöpe attırmayız ikimiz de çünkü hem birbirimizi hem de kendi pratiklerimizi çok iyi tanıyoruz. Bu noktalarda ortak bir karara varmak çok kolay olamayabiliyor.
Yaptığınız işlerle yurtdışında da adınızdan söz ettiriyorsunuz. Yakın zamanda yine uluslararası düzeyde bir ha:ar çalışması var mı?
Hande: MindFlow İstanbul’dan sonra Miami The Bass Museum’da özel bir gösterim için yola çıkıyor. Heykel-performans işimiz Disruption için ABD’de bir sergi turu planı yapıyoruz. Davet edildiğimiz ve henüz değerlendiremediğimiz yurtdışı fuarları ve sergi planları var. 2023’ün de oldukça yoğun geçeceğini tahmin ediyoruz.
ha:ar sanat yolculuğunda kendini hangi kilometre taşında görüyor? Gelecekle ilgili bir iddia ya da hayalinizi paylaşın desem neler söylersiniz?
Arda: Kendi yolculuğumuzda nerede olduğumuzu soruyorsanız, bence yolun daha başındayız. Dört seneye dört yurt dışı, iki Türkiye sergisi, iki kitap (ikincisi Kasım ayında çıkıyor), fuarlar, karma sergiler ve bir de Piksel.’i sığdırdık, üstelik bu sürenin yarısı pandemi koşullarında geçti, yani oldukça üretken sayılırız. Sanırım bu yönümüzü devam ettirecek motivasyonumuzun devam etmesini isterim. Açıkçası bizim öyle ileriye dönük peri masalı gibi bir hayalimiz ya da iş insanları gibi hırslı iddialarımız yok. Hiç “Ya, düşünsene xxx de sergi açmışız, şu koleksiyonda ya da fuardayız, şöyle bir ödül almışız” diye bir diyaloğumuzu hatırlamıyorum. Daha çok, o anda uğraştığımız, son derece gerçekçi, gerçekleştirilebilir ve bizi bir sonraki -bilmediğimiz- maceraya taşıyacak işlerin yoğunluğu ile geçiyor zamanımız. Tabii bu körü körüne ilerliyoruz demek değil. Ne yöne gitmek istediğimizden eminiz, çünkü esas macera gitmek, orada olacak şeylerin hayalini kurmak değil.