The Persona! 'Sanatsal Ruh Yaradılışta Verilen Bir Hediyedir, Sonradan Kazanılamaz!'
Yazı Boyutu:
Uğur Batı’nın bakış açısıyla ressam Akın Ekici’ye ve sanatına yakından bakıyoruz.
‘Zihnimiz bir süngerdir, duygularımızsa bir nehir’ diye güz ayında bir ağaç çizmeye devam etti ressam. ‘Günebakan’ diye adlandırdığı bir çiçeği çizmeye başladı. Daha çok sarımtırak bir ağaçtı bu. Sonuçta bir ağaçtı ama yine de günebakandı. Diyebilirsiniz ki bunun ağacı olmaz, bitkidir bu. Belki öyledir, belki de değildir. Ama sizi rahatlatalım. Hayali bir ağaçtı zaten. Sanki günebakandan bir şeyler çalmıştı ama kesinlikle o değildi. Can Yücel şiirindeki gibiydi, o ağaç ya da bitki mi anlatır bu meşhur dizelerinde:
Bazısı da günebakan diyor ayçiçeğine
Ben günebakanı yeğliyorum
Belki de güne yöneldiğim için yine
Ama siz de bilirsiniz ki
Gün aydındır gece de gece
Ama ne zaman diyeceğiz birbirimize günaydın?
Ben de onu diyorum ya işte
Bak kardeş şimdi üslup meselesini düşünmeye başladın.
Can üstat, bir hayat nasıl yaşanılır anlatıyordu bu dizelerde.
Diyelim de bilin, ressamın ağacı, güz kokusundaydı. Güzün kokusunun izlerini sürüyordu resimde. Ağacın yaprağının ortasında, titrek bir çiğ damlası gibi sabah güneşi parıldıyordu. Ağaç sanki sadece vardı… Var olmanın gücüydü. Var olabildiği için güçtü… Ağaç, ışık ve oksijenin olmadığı, bir bitkinin asla yetişemeyeceği düşünülen bir ortamda, “kurunun” içinde filizlenmeye başlayarak güneşin yüzeyine doğru yol alıyordu. Işık, su ve havayla, dünyanın kaynağı bu üç elementle, ölümüne mücadele ediyordu aslında. Yaşamak için. Yaşayabilmek için. Ressamın Zeytin Ağacı tablosu da çok güzel, çok hayali, salt yeşil bile olmayan bir ağacı anlatır mesela. Ne gösterişlidir, ne hayal doludur o tablo da bu arada. Biz Günebakan Ağacına geri dönelim. Tüm amacı, yaşayabilmesi için gerekli olan ışığa ve oksijene kavuşmaktı. Toprağın zifiri karanlığında kendiliğinden köklenir; ışığın son huzmesinde olgunlaşırdı. En sonunda koyu katran topraktan başını çıkararak havaya ulaşırdı. Toprağın yüzeyinde “güneş açtığında” artık büyümesi sonlanmıştı. Bundan sonra, dikenli bir dokusu olan yuvarlak tomurcuklar doğurmaya başlardı. Bu tomurcuklar birkaç zamanda yeterli su ve besinle boyu neredeyse bir metreye varan, çapları metreye ulaşan dev çiçek başlarına dönüşürlerdi. Sarı çiçekler. Çiğdemli çiçekler! Ne ala! Ne velut! Nefes alabilmek, yani yine yaşayabilmek için bunu yapardı. Sakura Ağaçlarını da çizerken pembesinden güç almıştı ressam. Bunları not olarak ekliyoruz. Biz hep not olarak ekleriz zaten!
Günebakan, çok nazik görünümlü bir ağaçtı. Ressamın diğer resimlerinden gelmiş gibiydi bu ağaç. Gül Döngüsü’ndeki gibi kırılgandı. Derin Coşku’daki gibi maviydi. Hatta tüm kaynaklarda ‘gerçek nazik ağaçlar’ olarak anılırlardı. Fakat aynı zamanda çok sağlam karakterli bir bitkiydi. Bu büyük yaprakları, insanları bile üzerinde taşıyabilecek kadar güçlüydü. Şekerrenk çiçekleri bunca çamur içinde büyümelerine rağmen, saf ve kirlenmeden açarlardı. Her zaman da temiz kalırlardı. Çünkü bitki, yapraklarına gelen en küçük toz zerresini bile orada tutmazdı. Bu pisliklerin kendisine zarar vereceğini bilirdi. Silkinir ve onlardan kurtulurdu. Hemen ardından, yaprağa düşen yağmur damlalarını, tozları süpürmek amacıyla kullanırdı.
Günebakan tüm Doğu kaynaklarında gerçek bir efsaneydi. Borcak Güneşi gibi. O resimde de bir efsane vardı. Hindistan’da, eski Mısır’da. Hatta Antik Yunan’da ve Roma’da da olan bir efsane. Günebakan ağacının tüm bu kültürlerde, güneşi, doğumu ve aydınlanmayı simgelediğine inanılırdı. Ressamın diğer tablosundaki Işığın Gücü’de burada saklıydı. Günebakan, insanoğlunun durmak bilmeyen mücadelesi ile de özdeşleştirilirdi. Ressamın Son Bahar tablosuna bir vurgu yapalım, o tabloda bunu görürüz. O, yaşamın devamının sembolüydü. Yaşama kararlılığının. Her türlü zorluğa rağmen ayakta kalınabileceğinin ifadesiydi. Aynen bir başka tablo olan Günebakan Erguvanlardaki gibi. Hikâyeleştirmek istedik. Aslında bir resim ya da tüm resimler böyle okunabilir diye. Sanat öylesine salt rengine bakabileceğin bir şey değildir. Hayali senindir. Sen onun olursun. Bir ressamın diğer resimleriyle ilişkilendirebilir, hikâyeye sahip çıkabilirsin.
Bu yazıda aynı zamanda bir “resim okuma denemesi” olarak son 10 yılın en önemli ressamlarından Akın Ekici’nin Günebakan tablosundan yola çıkarak bir manzum ile giriş yaptık. Ressamın farklı tablolarının özelliklerini tek bir tablosunda erittik edebi olarak. Ne güzel de oldu kanımca.
Güzellik Önemli! Sanat Bunun İçin Var
Güzellik önemli. Sanat tartışıyoruz sonuçta. En çok güzellik için yapılıyor. Düşünüyorum da 20. yüzyılın ilk çeyreği sanatsal değişim ve yeni oluşumların baş döndürücü hızlara ulaştığı özel bir zaman dilimiydi. Yeni düşüncelerin ortaya çıktığı bu dönem, sanat alanında da yeni ve özgür adımların atılmasına neden oldu. Sonra zaman ilerledi. Teknoloji işin içine girdi. Formasyonlar girdi. Zaman faktörü girdi. Hep denk gelinen, hep olan, her yeniliğe geleneksel bir karşı duruşun yanı sıra, destekleyici tutumlarda beraberinde gelmişti. Biz gelişirken onlar vardı. Bu yüzyılın başlarında nesnellikten ilgisini koparan resim, yaratma özgürlüğüne kavuşmaya başlamış ve türdeşleşmişti. En önemlisi de tarzını, üslubunu, ihtimalleri, bakışını çok daha fazla genişletti. Sanat; görünebilir olan şeyleri iletmenin yolu gibiydi önce, şimdi onları görünür kılmaya başlamıştır. Görünür kılınan şey, anlamdı, yeni zamanda, ihtimallerdi, nesnelerin soyut düşünsel varlığıydı. Kendisiyle sınırlı kalmadı, tasarımı, mimariyi, endüstriyi, kent kültürünü vb. unsurları da yanında taşıdı. Sanatı belirleyen temel kategori, nesne, geometri, kültür, renk, anlamlar, alımlamalar oldu ve tüm bunlar belirli bir düzen sergiledi. Sanat, düşünsel ilgiler düzeyinde varlık koşullarını buldu, salt soyut bir sanat olarak kendine özgü varlığını elde etti ya da en somut olanı kendine aldı. Böyle olunca da Akın Ekici gibi hem geleneksel, hem çağdaş, hem yapısalcı, hem önder/ilerici sanatçıları tanımaya, onları izlemeye başladık.
{193208}
Akın Ekici: Bir Ressamın Profili
Bazı ressamların fermanı çıkmalıdır belki de. Öyle düşünürüm. Ferleri geçmiştendir, izinleri alınmıştır, fermanı böyle çıkmıştır, onlara icazet böyle çıkmıştır. Akın Ekici de türlü türlü renkler desenleyerek pirleri, nakibleri, turkuazları, çiçekleri, günebakanları, derinleri, fırtınaları, baharları, ve insanları tuvalin içine saklamaktadır. Bunu her mevsimde yapmaktadır. Her gündüzde yapmaktadır. Her gecede yapmaktadır. İnsanın içinde ne kadar selatin ve vezir düşünce varsa, onun ruhunda ne kadar medrese, darülkurra, darulhadis varsa, insanın zihninde ne kadar mimari; han, hamam, zaviye, vezir ve ayan sarayları, çeşmeler, sebilhane varsa onu çizer aslında. Onları önce gök kubbeye, sonra kente saklamakta, ardından da bunların muhteviyatı, insanı yapılan içine saklamaktadır. Biz kendi gözümüzden görelim, kendi zihnimizden hayal edelim diye…
Akın Ekici, iyi bir hafıza avcısı. Öyle ki, hafızalarda yer etmiş olan üst üste binen dokuları, fraktal döngüleri ve hiçbir zaman kaybolmayacak olan kültür izlerini, kendine has üslubu ve teknik uygulaması ile çalışmalarına taşıyor. Akın Ekici iyi bir bulmaca ustası. Kendini takip eden ama bitmeyen, aynı olan ama oldukça değişik, karşıdan baktığında tek renkli, içine girdiğinde cümbüş, dışına çıktığında karmaşık ilginç bir biçim oluşturuyor. Ressam Resul Aytemür ile birlikte resmin temel disiplinleri olan desen, figür ve pentür üzerine yoğun çalışmalar yapan, önemli bir süre bu atölyenin ana disiplini olan desen ve figür üzerine çalışmalar yaptıktan sonra zaman içerisinde tarz ve teknik olarak kendisine daha yakın bulduğu spatula kullanımına dayalı soyut ve soyutlama alanında eserler üretmeye başlayan ressam Akın Ekici, özellikle kendisine has geliştirdiği, çok katmanlı ve kalın boya kullanımına dayalı spatula tekniği ile yaptığı eserler sanat camiasında büyük ilgi gördü. Bu süreç içinde Devlet Sanatçısı Prof. Devrim Erbil Hoca ile yaptığı çalışmalarda kendisinin çok değerli mentörlüğü ve tarz yönlendirmeleri sonrasında sanatını soyut ve soyutlama alanında ileri bir seviyeye taşıma fırsatı buldu. Buradan yola çıkarak, eserlerindeki desen, figür ve özgür renk kullanımını Resul Aytemür’dan, ritim, dinamizm ve coşku ile soyut ve soyutlama yapma becerisini de Devrim Erbil’den ilerlettiğini söyleyebiliriz ki, bu çok iyi bir karma anlamına geliyor. Ressamın özellikle metinlerinde birtakım derinlikler ve kendi içindeki tartışmaların ışığında yapılanan imge “yığılmalarını” gözlemlemeyebiliriz. Sanatçı adeta kültürde ne yaşanırsa yaşansın, onu kendince yorumlayıp, her şeye, herkese kendi izini bırakmak istiyor. Ne de olsa “Herkes kendi dünyasını yaşıyor ve yaşatmak istiyor” derim bu dünyada, o da tuvale kazıyor.
Ekici’nin Hayatına Yolculuk: Elimde Fırça Çocukken de Ressamdım Ben!
Bu yukarıdaki ara başlık önemli. Çocukluktaki zihinsel/bedensel/ruhsal gelişim, işin temeli olduğu için daha sonraki yıllara bedel. O nedenle daha sonradan “gelişeceğiniz alanla” ilgili erken dönem üretimleri çok kritik. Her zaman söylerim. Sanat, yaratıcılık, resim, aklınıza ne geliyorsa bu tür üretim alanlarında çocukluk örüntüsü çok önemlidir. Çocukluktan başlayan nöronal/beyinsel bir gelişmedir. Adeta temellerini atarsınız bir şeylerin. Akın Ekici’nin Bergama’daki öğrencilik yıllarını dinlediğinizde bugünkü resminin ilk teşkillerini görebilirsiniz. Resim defteri diyelim ona, deniz kabuklarının, ağaçların, yaprakların, doğa unsurlarının “fraktal” bir formda bir araya geldiği düzenli-kaotik bir form yakalamış Ekici daha çocukluk evresinde. Konuşunca Akın Ekici’nin annesi Emine Ekici ve rahmetli babası Yılmaz Ekici’nin Bergama Lisesindeki uzun yıllar öğretmenlik deneyimlerinin onun resim gelişiminde, bugün vardığı noktaya varmasında ne kadar kritik olduğunu görüyorsunuz. Özellikle birlikte çalıştığı öğretmen/ressamlar, Yaşar Çakıroğlu, Cengiz Yay, Dilşat Başaraner ve Necdet Başaraner’den aldığı özel eğitimler aldı. Bergama, İzmir ve Türkiye genelinde birçok resim yarışmasına katılıp ödüller aldı. İlkokul yıllarında yapmış olduğu Bergama Kermesi konulu bir resmi TRT’de gösterim ödülü alarak yayınlandı. Çocukluktan belliydi ne olacağı desek yeridir, bu da bir “örüntüdür”. Ve çok önemlidir.
Akın Ekici İstanbul ve Devrim Erbil Yılları
2009 yılıydı. Beyoğlu tozu derler, yıldız tozu gibidir, bir ressamın üzerine dökülüyordu. Akın Ekici, Beyoğlu Akademililer Sanat Merkezi’nde figüratif sanatın iyi/öncül örneklerini vermeye başladı. Ressam Resul Aytemür, gelenekten geleceğe diye ifade edilen türün iyilerindendi, onunla figüratif çalışmalar yaptı. Resul Aytemür ile birlikte resmin temel disiplinleri olan desen, figür ve pentür üzerine yaptığı çalışmalar bugünün Ekici resmindeki minyatürisk tavrın çekirdeği oldu. Bir süre bu atölyenin ana disiplini olan desen ve figür üzerine çalışmalar yaptıktan sonra zaman içerisinde tarz ve teknik olarak kendime daha yakın bulduğum spatula kullanımına dayalı soyut ve soyutlama alanında eserler üretmeye başladı. “Devrim Erbil Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’ndaki çalışmaları sırasında Ressam Prof. Devrim Erbil’in öneri ve değerlendirmeleri doğrultusunda sanatını geliştirdi.
Burada ressam özellikle kendine has geliştirdiği, çok katmanlı ve kalın boya kullanımına dayalı spatula tekniği ile yaptığı eserler ile sanat camiasında büyük ilgi gördü. Bu süreç içinde düzenlediği bir sergi vesilesiyle tanıştığı ülkemizin ve dünyanın önemli ressamlarından Devlet Sanatçısı Prof. Devrim Erbil Hoca ile yaptığı çalışmalar önemliydi. Tarzını oluşturmuş diyebiliriz. Eserlerindeki desen, figür ve özgür renk kullanımını Resul Aytemür Hoca’dan, ritim, dinamizm ve coşku ile soyut ve soyutlama yapma becerisini de Devrim Erbil’den alıntıladığı ve geliştirdiği söylenebilir.
Akın Ekici Resmi; “Onun Resmi!”
Akın Ekici, sanatının dilinde biçim ve olgunun, tanımlı ve istikrarlı bir örneğini veriyor. “Geleneksel” olanın modern olanda yeri olamayacağını savunanlara karşı bir manifesto onun resmi adeta. “Gelenekselle ilerleme”, “Gelenekseli içerme” karşıtlarına ve bu hususta “yerel” olandan hareketle ilerlemeden korkanlara karşı oluşan bir üslup onunki. Bunu yaparken sanatseverleri “o resme ait” bir düşünsel yolculuğa çıkaran soyut dışavurumculuğu da, biçimle oluşturulan ilginç bir estetik doğrusu. Sanatçının işlerinde resmin içsel “kuvvet”ini de görebilirsiniz. Ekici’nin figüratif nesneleri “figüral” soyutlamalara dönerek resimde dikey ve yatay hareketler içine giriyor. Bu da onun resminin yatay ve dikey hareketin renkle etkileşimini ortaya koyuyor. Öyle ki resim, resim olmaktan çıkıp, vitraya, marküteriye, batike ve diğer formalara dönüşüyor. Enteresan bir göz estetitği bu doğrusu. Ekici’nin eserleri, figüratif dışavurumun sınırlarını zorlayarak duygular ve oran arasındaki dengeyi de içeriyor. Akın Ekici’nin ABD New Jersey Art Factory’de açılan ‘Zorluk ve Direnç’ adını verdiği, küratörlüğünü Bergen Community College Digital Medya ve Sanat Tarihi Öğretim Üyesi ve Heykeltraş Dr. Feride Demir’in yaptığı sergisinde, pandemi sürecinde sanatın rolünü, iyileştirici gücünü ortaya koyarken yaptığı şey, oradaki eserleri görülmeye değerdi. Soyut göndermeler taşıyan sergideki eserler, sanatın iyileştirici gücüne işaret etmek üzere yapılmış gibiydi sanki. Kontrast zemin-şekil ilişkisi üzerine ters renklerle boyanmış figürlerin hepsi oldukça, oldukça sade ve yalındı. Bana çağrıştırdığı şey, saf duygu yoğunluğunun göstergesiydi. O sergideki Ekici resimlerinin izleyicide algı üstünlüğü oluşturduğunu düşünmüştüm. Temelinde “hiçlik” duygusu da vardı, her şey iyi olacak göndermesi de. Akın Ekici sanırım “resmin “sıfır noktası” olarak bilinen ve özünde tinsel değerler barındıran” bir sonuca da ulaşma yolunda.
Akın Akın Uluslararası Yolculuk!
Akın Ekici bugüne kadar İstanbul, İzmir, Ankara, Ulanbatur/Moğolistan, Tiflis/Gürcistan, New Jersey ve New York /ABD’de olmak üzere on bir kişisel sergi gerçekleştirdi. Soyut resimleri ile dikkat çeken Ressam Ekici eserler, dünyaca ünlü ressamların eserlerinin bulunduğu Moğolistan Milli Modern Sanatlar Galerisi daimî sergi koleksiyonuna kabul edildi. Böylece Moğolistan Milli Sanatlar Galerisine eseri kabul edilen ilk Türk ressam oldu. Ressam durmadı. Yine 2021 yılında bir eseri Tokyo Metropolitan müzesinde sergilendi. Çok önemli yerli ve yabancı küratörlerce oluşturulan ve Türkiye’nin tanıtımına yönelik özel grup sergilerinde eserleri ise Londra, Paris, Atina, Selanik, Forli, New York, New Jersey ve Bükreş gibi şehirlerde sergilendi.
Bitirirken
Akın Ekici gibi ressamlar iyi bakmamız gerekenlerden. Bizde resme olan hayranlık onun tekniğine olandır. Türkler okul öncesinden müzeleri dolaşmıyoruz. Evlerde resme özel bir ilgi yok. Bizde hayatında orijinal bir Picasso görmeden yaşamış binlerce sanatçı var. Bizde Leonardo’ya olan saygı, sevgi, hayranlık, Monet’ye olan sevgi ve hayranlık tekniğe olan bir hayranlıktır. Resim sanatının yaygın, yaşanan, hayata giren bir heyecan olmadığı biliyoruz. O yüzden bizim ikonik sanatçılara ihtiyacımız var. Sayılarının artmasına. Onları takip etmeliyiz. Cesaretlendirmeliyiz. Özendirmeliyiz. Özenmeliyiz. Onları idealize etmeliyiz. Onun için onları tanımalıyız. “Personalarını” çıkartmalıyız. Bu yazıda ben de bunu yapıyorum ve Akın Ekici Persona’sını sizle paylaşıyorum.
Akın Ekici “The Persona”
Persona, Latince kökenli olup “karakter” anlamına gelmektedir. Psikolojide kullanılan persona kavramı, maske anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra, edebiyatta kullanılan persona kavramı ise kurgusal karakter demektir. İlgi çekici bakış açısı, hikâyelerin katılım ve iç görü üretme yeteneğine dayanmaktadır. Karakterlerin ve hikâyelerin anlaşılmasıyla, hayali insanların canlı ve gerçekçi bir tanımını oluşturmak mümkündür. Bu nedenle ressam Akın Ekici hakkında bir persona ortaya koyma amacındayız, bunun maddelerle yapacağız. Bir ressamı, bir sanatçıyı, dolayısıyla Akın Ekici’yi sınıflamak, onun resminin personasını ortaya çıkarmak kolay olmasa da, bütünü zor olsa da ben bu denemeyi yapacağım. Madde madde size sunacağım:
- Akın Ekici, geometrik soyut sanatçısı.
- Sadece “öylesine” bir soyut değil bu açıklayalım. İnsan, özgürlük, vatan, birliktelik, aşk, doğa, vs gibi unsurları bir araya koyan, buradan özgün bir ahlak, toplum ve kültür felsefesine de ışık tutan çalışmalar yapmaktadır Akın Ekici. Ressam, çağın tüm açık ya da örtük mutlağa ulaşma, relativlikten kaçma ve kurtulma ideleri bir sistematiğe kavuşma gibi bir amacı da taşımaktadır.
- Ekici, “süprematik” eserler çalışıyor. Süprematizm, soyut geometriciliği idealize eden bir resim anlayışıdır. Ekici, adeta soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikâyeci öğelerin ortadan kaldırıp, nesneleri mutlak saf biçimlerin ve basit uyumların kurulmasında araç olarak kullanıyor.
- Ekici’ye tam olarak “süprematizm” çiziyor demekten de kendimi geri alıyorum çünkü süprematizm’in her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu savunan felsefesi Ekici’ye uymuyor. Ekici de süprematizm bence bir teknik, bir öne çıkarma, “bir foregrounding”.
- Bir de süprematikler, doğada bulunan biçimleri değil, yalnızca temel geometrik biçimlerin yapımcı bir yöntemle bir araya getirme amacındaydılar, Ekici’nin bunu da büktüğünü ifade etmeliyiz.
- Ekici, “nesneyi” kullanarak nesnesiz bir dünya kuruyor. O adeta aldığı tüm nesneleri “büküyor”.
- Ekici, tüm “süprematistler” açı, çember, dikdörtgen kullanırken, o resminin tüm yüzeyini geometriye çevirerek bir “üstel” semantik, biçim orataya koyuyor.
- Ekici, renkleri “tüpteki haliyle saf” kullanan bir ressam olmasının yanında, sınırlı sayıda renk kullanarak kendine has bir renk estetiği de geliştirmiş durumda.
- Ekici’ye rahat rahat birlikte çalıştığı üstat Devrim Erbil’in gelenek devamcısı denilebilir. Ekici de Erbil gibi ortaya koyduğu geleneksele uzanan tavırla, Türk geleneksel halk sanatının canlanmasına zengin bir ortam sağlayan ressamlardandır, bu huyuyla takdire şayandır.
- Ekici ilginç bir şekilde duygu ressamı olmayı da başarıyor. Resminin eskiler “velut” derler, doğurgan, velût olma durumu, çok verimlilik, çok eser vericilik anlamına gelir, olduğu doğrudur. Bu kendi çizgisi içinde ressama sınırsız bir özgürlük veriyor. Türk bayrağını soyutluyor, gözyaşını soyutluyor, uğur böceğini soyutluyor, dudakları çiziyor, aşka kapı çalıyor, kısacası bu tarz onu her şeyi “soyutlayabilecekmiş” gibi gösterirken, onu duygudan uzaklaştırmıyor.
- Bu üstteki madde ile ilintili olarak; ben bir sanat insanı olarak yaratıcı sanatın saf duygu önceliğini savunuyorum. Akın Ekici profilinde bir ressam için nesnel dünyanın görsel olayları vardır, bu da onun eserlerinde ortadadır. Öyle ki ressamın kendisi anlamsızdır; önemli olan şey ortamın oldukça dışında kaldığının hissedilmesidir ki sahi eserlerinde Akın Ekici nerededir? Bakın oldukça üstün bir özellik maddesi kaleme aldım, dikkatinize sunarım.
- Ekici’nin eserlerine baktığımızda, onun nesnel dünyanın görsel olgularını, kendi başlarına anlamsız kabul ettiğini, onlardan yola çıkarak (onları kullanarak) hislerin önemli olduğu savına ulaştığını görürüz. Onun resim temsilinde, temsile uygun olan araç daima, duygunun ya da duyunun mümkün olan en detaylı ifadesini veren ve nesnelerin bildik görüntülerini dikkate almayan anlayıştır. Bu da Türk resim sanatında onu özgünlük yolculuğuna sokan unsurlardandır.
- Ekici, fraktal bir yapı kurmuş, özgün bir isim. Akın Ekici, “fraktal” resmin dünyadaki iyi temsicilerinden biri olma yolunda. Örnekler arttıkça, uluslararası sergileri yoğunlaştıkça, serileri genişleyip, koleksiyonları çeşitlenince bu söylediğimin izini daha çok göreceğiz. Fraktallar, iriden küçüğe, çoktan aza, birbirine benzeyen, diğerini andıran, girift ve düzenli, kaotik ama tanımlı birçok geometrik şeklin oluşturduğu, sonsuzluğa doğru giden, kompleks ve göz kamaştırıcı şekillerdir. Ekici de bu yapıyı en iyi kullananlardandır.
- Ekici’yi eleştireceğim yanlar da var kuşkusuz. Ekici’nin temel geometrik formlara dayalı bir Suprematist “dilbilgisi” yaratması gerektiğini düşünüyorum. Amacı tam olarak bu olmasa bile kendi yolu bize bunu gösteriyor. Lakin bunun için figürlerinin kendi içinde “idealize” edilmesi, “tutarlılığının” hiç bozulmaması gerektiği fikrindeyim. Özellikle çok beğensem de bazı soyutlamarında çizgi kayması olduğu bakidir.