Modern Zamanların Unutulmaz Aşk Hikayeleri
Yazı Boyutu:
Aşk hikayelerinin en büyüğünü ve romantiğini listeledik. 20. yüzyılın en unutulmaz aşk hikayelerini şimdi keşfedin.
Dünyanın en büyük aşk hikayelerinin çoğu ilk görüşte başlar; bir de sevgileri zaman içinde çiçeklenenler vardır… Kimi ilişkilerin dinamiği yoğun ve çok güçlü bir sevgi ile şekillenir. Kimi ise birbirini sığınak olarak gören iki kişinin kurduğu sade bir hayatta yeşillenir. Bazı aşklarsa sürekli bir desteği ve cesareti beraberinde getirir. Her biri efsaneleşir ve asla unutulmaz.
Grace Kelly & Monako Prensi III. Rainer
6 Mayıs 1955 Cuma günü, televizyonun en güzel kadını Grace Kelly için diğerlerinden çok da farklı değildir; yeni filmi için basına konuşacak, birçok röportaj verecek, kuaförüne gidecek ve Monako prensi ile tanışarak kendisi onuruna verilen gala yemeğine katılacaktır. Avrupa turnesinin yoğunluğundan yorulan ve daveti neredeyse iptal edecek olan Grace, yine de sarayın bahçesinde gerçekleştirilen galaya katılır ve sayısız gazeteci, kraliyet üyesi ve fotoğrafçı arasında prensle bir araya gelir. Bu dostane ilk buluşmanın ardından Prens Rainier, Grace’nin tazeliğinden, olgunluğundan, duyarlılığından ve kültüründen çok etkilendiğini dile getirirken Grace de prensin Avrupa’nın en büyülü bekarı olduğunu düşünür.
İkili kısa süre içinde -herhangi bir romantik eğilim olmaksızın- mektuplaşmaya; birbirlerine hayatlarındaki en özel detaylardan çocukluk anılarına kadar yazmaya başlar. Aradan geçen ayların ardından Grace Kelly ve Prens Rainer, ortak bir aile dostlarının evinde düzenlenen Christmas yemeğinde bir araya getirilir. Bu bir haftalık tatillerinde birbirlerine daha çok yakınlaşan ikilinin ilişkisi, prensin evlilik teklifi ile ‘modern zamanların en büyülü masalı’na dönüşür.
{88441}
Elizabeth Taylor & Richard Burton
İlişkileri ilk kez, 1961 senesinde Cleopatra filminin çekimleri esnasında, her ikisi de başkalarıyla evliyken başlar. İlk öpüşmeleri ise yine aynı filmin çekimleri sırasında, yönetmen ‘kestik’ dedikten sonra dahi devam eder.
Çift nihayet Montreal’deki Ritz Carlton Hotel’de 1964’ün Mart ayında evlenir. Bu ihtişamlı ve lüks düğün için Elizabeth, giydiği sarı şifon bir tuvaletini vadi zambaklarından demetler ve hayatının aşkı tarafından kendisine hediye edilen zümrüt broşla süsler. On yıl çalkantılı bir romantizmle süren ilişkileri öyle sıra dışı mücevherlerle ışıldar ki içlerinden 70 karatlık damla kesim elmas yüzüğün Taylor-Burton Diamond olarak anılması bir rastlantı değildir.
Mektupları da unutmamak gerek… Richard’ın Elizabeth’e gönderdiği kırkı aşkın aşk mektubundan birini o yan odada uyurken yazdığı söylenir. Ancak birbirlerine çok seven çift, 1973 Temmuz’unda aldıkları ortak kararla ayrıldıklarını açıklar; boşanmaları 1974 Ekim ayında sonlanır. Yine de bir sene sonra yeniden evlenirler. İkinci düğünü takip eden on aylık süreç, ilkinden daha dramatik ve karışık geçer ve yeniden boşanmaya karar verirler.
İkili bir daha evlenmese de birbirlerini ne kadar sevdiklerini her fırsatta dile getirirler. Başlangıcından son anına kadar dramatik bir tutkuyla süren bu aşk, ironik bir şekilde onları bir arada tutamayacak kadar yoğundur ve üzerinden seneler geçmesine rağmen asla eskimez.
Audrey Hepburn & Robert Wolders
Her ikisi de hayatın trajedilerini deneyimlemiş, ve her ikisi de kendisini başka insanlara yardım etmeye adamış; artık daha sade bir yaşamı tercih eden oyuncular. İlk kez 1980’de bir akşam yemeğinde tanıştıklarında Robert eşinin ölümü ile acı çekerken Audrey de mutlu zamanlar geçirmez. Bir anda birbirlerine bağlanan ikili aslında ne kadar çok ortak yönleri olduğunu fark eder ve altı ayın ardından basına birlikte olduklarını duyururlar.
Audrey’in İsviçre, Tolochenaz kasabasındaki evinde yaşamaya başlayan çift çok sakin ve sade bir yaşam sürer. 7:30’da uyanıp ev yapımı reçelli ekmek yiyerek başladıkları günleri öğlene kadar UNICEF için çalışarak, öğlen yemekleri için bahçeden sebze toplayarak, akşam üzeri dinlenerek ve üzüm bağlarında yürüyüş yaparak geçer. Dış dünyadan saklı ve güvende geçen barışçıl ilişkileri, ikisine de duygusal anlamda çok iyi gelir.
1987 senesinde her iki oğlu da evden taşındıktan sonra Audrey UNICEF İyi Niyet Elçisi olur ve Robert ile birlikte seyahat etmeye başlarlar. 1992’de Somali’deki yoğun bir iş gezisinden dönen Audrey aniden rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır. Karın bölgesine yayılmış apandis kanseri teşhisi koyulan Audrey’in fazla zamanı kalmamıştır. Robert, hayat arkadaşının tek arzusunu yerine getirmek için arkadaşları Hubert de Givenchy’nin özel uçağını ödünç alır ve evlerine uçarlar. Son birkaç haftası tam da Audrey’in istediği gibi geçer; yanında iki oğlu ve Robert, bahçede kısa yürüyüşler, geleneksel aile yemeği…
Audrey, 20 Ocak 1993’te uykusunda usulca son nefesini verir; Robert’i ardında kalbi kırık bırakır.
{771697}
Frank Sinatra & Ava Gardner
Hollywood’da bir efsane haline gelmiş, aşk şarkılarının uzmanı ve her genç kızın rüyası Frank Sinatra, akıl almaz güzellikte ve seksapalitesi ile büyüleyen Ava Gardner için 20 yıllık eşi Nancy Sinatra’dan ayrılır ve hayranlarını hayal kırıklığına uğratır. Tutkusu ile yine de tüm bakışları üzerinde toplayan ilişki, arka yüzünde sayısız nedenden çıkan kıskançlık krizlerine gebedir. İkisi de çabuk sinirlense de anlaşmazlıklarını ve kavgalarını çabucak unutacak kadar birbirlerine bağlıdır.
Ava’nın televizyondaki şöhreti artarken Frank’inki azalmaya başlar; kendini gölgede ve terk edilme korkusu ile tehdit altında hisseder. Frank’in yeniden mutlu olmasını isteyen Ava onun için From Here to Eternity filminde bir rol ayarlar. Artık ikili son derece mutludur; Hollywood parti sahnesinin ortasında, her yerden gelen film senaryoları arasında… Öyle ki artık birlikte vakit geçiremeyecek kadar ayrı ve yoğun programları vardır. Sonunda, birbirlerini çok sevmelerine rağmen, 1957 senesinde boşanırlar. Boşanmalarının ardından Ava İspanya’ya taşınır ve bir daha evlenmez. Frank’in ise rol aldığı her filmin setindeki soyunma odası aynasına Ava’nın fotoğrafını astığı söylenir.
İlerleyen zamanlarda -hayatını sıkı bir tiryaki olarak geçiren- Ava, çoklu sağlık komplikasyonlarından muzdaripken masrafları Frank tarafından karşılanan bir dizi medikal müdahaleden geçer. Yine de 1990 senesinde hayatını kaybeder ve ardında Frank Sinatra tarafından yazılmış en samimi ve kişisel şarkıyı bırakır, I’m a Fool to Want You.
Diana & Reed Vreeland
Her daim fikirlerine saygı gösterilen, konuşmaları dinlenen ve stil sahibi bir çift olarak anılacaklar; Diana & Reed Vreeland.
1903 senesinde Paris’te ayrıcalıklı bir yaşama gözlerini açan Diana, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde ailesiyle New York’a taşınır. 1922’ye gelindiğinde iki kez Vogue dergisi tarafından en iyi giyinen sosyetik sima olarak öne çıkarılmıştır ve bir sonraki sene gerçekleştirilen kotilyon balasında Yale’den yeni mezun Reed ile tanışır.
O seneyi takip eden Mart ayı için evlilik kararı alan ikilinin düğün organizasyonları, Diana’nın -arasının pek de iyi olmadığı- annesinin karıştığı bir skandal yüzünden alt üst olsa da Vreeland çifti mutluluklarını hiçbir şeyin bozmasına izin vermeksizin dünya evine girer ve New York, Albany’deki çiftlik evlerinde domestik bir yaşam sürmeye başlarlar. Finans sektöründe çalışan Reed’in işleri nedeniyle ise bir süre sonra Birleşik Krallığa taşınırlar ve Diana burada bir iç çamaşırı butiği açar. Kulaktan kulağa yayılan butik ünlü müşterileriyle bir anda olağanüstü bir başarı elde eder.
1933 senesinde yeniden Amerika’ya taşındıklarında ise Diana mevcut yaşam şeklini sürdürmek için çabalaması gerektiğini fark eder. Bir gün St. Regis’te düzenlenen bir partide dans ederken stil duygusu ve modaya olan kabiliyeti Harper’s Bazaar editörü tarafından fark edilerek derginin editör kadrosuna davet edilir. Gerisi ise, dedikleri gibi, gerçek bir tarih; Diana 1937-1962 senelerindeki performansı ile derginin en uzun süre çalışan ismi olur. Sadece derginin değil, dönemin modasının nabzını da tutan öncü isimlerden olan Diana ile tüm bu süreçte ondan desteğini ve sevgisini esirgemeyen eşi 1955’te New York, Park Avenue’daki meşhur dairelerine taşınır.
1960’larda yemek borusu kanseri teşhisi konan Reed, yavaş yavaş sağlığını kaybetmeye başlar ve o dönemde Vogue dergisi editörü olan Diana, yoğun temposundan zaman yarattıkça onun bakımını üstlenir. 1966 senesinde Reed’in hayatını kaybetmesinin ardından Diana teselli edilemez.
Jane Birkin & Serge Gainsbourg
Bir yanda eksantrik Fransız şarkıcı, söz yazarı, aktör, şair, besteci ve yönetmen; hiçbir türde takılı kalmayan, devrimci, progresif ve Fransız müzik ve sinema dünyasının efsanesi Serge Gainsbourg. Diğer yanda İngiliz oyuncu ve şantöz; onlarca sene partnerinin ilham perisi olan ve ona öldüğü güne kadar şarkılar yazdıran Jane Birkin.
İkili ilk kez Slogan filminin seçmelerinde bir araya gelir; Jane tek kelime Fransızca konuşamadığı için Serge onu liste dışı bırakmayı düşünürken ağlanması gereken bir sahne ile ona bir şans daha verir. İngiliz besteci John Barry’den yeni ayrılmış olan Jane artık göz yaşlarını tutamaz ve son derece gerçekçi performansıyla rolü kapar. Film ekibi için verilen akşam yemeğinde ikili bir anda masada baş başa kalır ve Jane Serge’yi dansa kaldırır. Dansın ardından ikili bir Rus gece kulübünde görülür; Serge müzisyenleri Jane için bir şarkı çalmaya ikna eder. Bu Jane’in -kendi sözleriyle- geçirdiği en romantik akşamdır.
1969’da Paris’te Serge, Brigitte Bardot ile yakalanır; hayranlarını şaşkına çeviren bu haberin tüm dünyada yankı bulması kaçınılmazdır. Bu maceralı kaçamağın ardından çift ilk düetleri Je t’aime…Moi Non Plus (I Love You…Neither Do I) şarkısını yayınlar. Şarkı, içerdiği alt anlamlar nedeniyle Vatikan tarafından yasaklanır ve pek çok ülkede sansürlü olarak dinleyici ile buluşur.
Takvimler 1971’i gösterdiğinde sevgileri gitgide derinleşen çiftin kızları Charlotte dünyaya gelir. Yine de çok takıntılı ve tutkulu birçok ilişki gibi, duygularında sert inişler ve çıkışlar yaşayan, birbirlerini çok seven Serge ve Jane, birbirlerine çok kötü geldikleri kararı ile 1983 senesinde ayrılırlar.
Ayrılmalarına rağmen arkadaş kalan çift, sıklıkla telefonda konuşmaya devam eder. Senelerce yoğun şekilde kötü alışkanlıkları olan Serge, tüm bedenini bağımlılığına teslim eder ve 45 yaşında kalp krizi geçirir; 2 Mart 1991’de ise 5bis Rue de Verneuil’deki evinde ölü bulunur. O ana kadar Jane için şarkı yazmaya devam etmiştir.
{88426}
Carlo Ponti & Sophia Loren
Yoksulluk içinde, bekar bir annenin gayrimeşru çocuğu olarak hayata gelen Sophia, 11 yaşındayken dahi geleceğinin filmlerde yattığını bilir. 1950 senesinde katıldığı Miss Eleganza güzellik yarışmasının jürilerinden İtalyan film yapımcısı Carlo, Sophia sahneye çıktığı andan itibaren gözlerini ondan alamaz.
O esnada eşinden ayrı yaşamasına rağmen evli olan Carlo, Sophia’nın yetenek menajerliğini üstlenir ve ismini Sofia Scicolone’den Sophia Loren’e değiştirir. Takip eden 4 sene içinde 30’u aşkın filmde oynayan Sophia, henüz 20 yaşındayken Carlo’dan elmas yüzükle evlilik teklifi alır. Aralarındaki 22 senelik yaş farkı dolayısıyla ilişkilerinin yürümeyeceği eleştirilerine rağmen 17 Eylül 1957’de gizli bir törenle evlenirler. Bir ay sonra, henüz balayındalarken, Katolik Kilisesi’nin boşanmayı tanımadığı ve Carlo’nun iki eşli olduğu; Sophia ile olan evliliğinin yasal olmadığı haberi yayılır.
Mahkemelerde geçen senelerin hiçbir sonuç vermemesi üzerine Carlo Fransa’ya taşınarak İtalyan vatandaşlığından çıkar ve Fransız vatandaşı olarak boşanmayı talep eder. Takvimler 9 Nisan 1966’yı gösterdiğinde çift yeniden karı-koca olduklarını ilan eder. Film ve televizyon kariyerlerinde de başarı elde etmeye devam eden çiftin birbirlerine duydukları derin sevgi, onları iki çocuklu mutlu bir aileye dönüştürür.