Londra Hakkında Her Şey
Yazı Boyutu:
Londra, tarihi zenginlikleri, kültürel çeşitliliği ve modern yaşamın sunduğu ayrıcalıklarla dünyanın en özel şehirlerinden biri. Thames Nehri boyunca uzanan büyüleyici manzaraları, ikonik yapıları ve her köşesinde farklı bir hikaye sunan mahalleleriyle bu şehir, hem gezginler hem de burada yaşamayı hayal edenler için benzersiz bir deneyim sunuyor. Londra’nın sunduğu her detayı keşfetmeye hazır mısınız?
Basından düşmeyen Kraliyet Ailesi, ikonikleşen iki katlı kırmızı otobüsleri, üzerindeki köprüleriyle Thames Nehri, sisi ve yağmuruyla ünlenen Londra; aynı zamanda sokaklarında her dilden, her ırktan insanın dolaştığı bir dünya şehri… Dünyanın en ünlü kraliyetinin başkenti olan Londra, aynı zamanda dünyanın en kozmopolit şehirlerinden de biri. Sokaklarında, Türkçenin de dahil olduğu 300’den fazla dilin konuşulduğu tahmin ediliyor. Londra 9 milyon nüfusuyla aynı zamanda Avrupa’nın en kalabalık kenti ve gerçek anlamda şaşırtıcı… Bir yandan alabildiğine özgür, bir yandan alabildiğine gelenekçi… Monarşik kültürü sıkı sıkıya yaşayan ama diğer taraftan da sıra dışı gecelerin yaşandığı açık bir şehir Londra…
Seyahatiniz kaç gün olursa olsun gezmeye vakit kalmayacak kadar müzesi olan şehirde dünyanın birçok farklı mutfağının en iyi restoran temsilcileri de bulunuyor. Neredeyse insan sayısı kadar ağaç barındıran Avrupa’nın en güzel şehirlerinden Londra, atılan her adımda mutlu etmeyi başarıyor.
Yazıyı sizlere sunmak için hazırlanırken bu şehri çok iyi bilen, defalarca rehberlik yapmış ve yıl içerisinde de birkaç kez Londra’ya giden; turist rehberi, TV programcısı, seyahat yazarı ve tarihçi Saffet Emre Tonguç’tan tavsiyelerini de rica ettik ve bizi kırmadı. Saffet Emre Tonguç’un çok kıymetli arşivinden Londra’yla ilgili notlarının da desteğiyle hazırladığımız bu içeriğin çoğunun onun kaleminden çıktığını da ayrıca belirtmemiz gerek. Hazırsanız tüm güzelliğiyle sizi saracak bir Londra gezisine hoş geldiniz!
Londra’ya Ne Zaman Gidilir?
Yağmur havasıyla ünlü bu şehrin her mevsim sürpriz yapabileceğini tahmin etmek zor değil. Ama böylesine dolu bir şehri yılın her günü ziyaret edebilirsiniz. Hava güneşli de olsa yağmurlu da olsa Londra’da görebileceğiniz ve yapabileceğiniz birçok şey var. Londra’ya ilk defa gelecekler, çok bilinen yanlışlardan biri karşısında şaşırabilir. Şehirde hep şiddetli yağmur yağdığı bilgisi yanlış. Weather Guide’e göre Londra’nın Roma’dan daha az yağış alan bir şehir olduğunu da görebilirsiniz. Çoğunlukla havanın kapalı olması, yağmurun şiddetli olmasa da kendini sıklıkla lakin hafif yoğunlukta göstermesi bu şehrin yağmurun çok yağdığı şehir olarak tanınmasına sebep olmuş.
Eğer sıcak ve yağış ihtimalinin minimumda olduğu zamanlarda Londra’ya gelmek isterseniz haziran, temmuz, ağustos ve eylül aylarının en risksiz zamanlar olduğunu söyleyebiliriz. Ekim ayında sıklaşan yağmurlar mayıs sonuna kadar devam edebiliyor. Kış aylarında ise Gulf Stream sıcak su akıntısı sayesinde tüm İngiltere gibi Londra da çok sert olmayan iklime sahip oluyor. Tabii ki kışın -özellikle ocak ve şubat ayların- kar yağışı ve soğuk bir hava oluyor ama bu durum şehri keşfetmenize engel olmuyor.
Londra’ya geldiğinizde büyük bir kutlama görmek isterseniz de şehrin havasının değiştiği bu tarihleri not alabilirsiniz:
- Mart: The Head of the River Race
- Mayıs: Chelsea Çiçek Fuarı
- Haziran: Trooping the Colour
- Temmuz: Wimbledon / Hampton Court Garden
- Ağustos: Notting Hill Carnival / The Proms
- Eylül: Totally Thames
- Kasım: Lord Mayor’s Show
- Aralık: Yeni yıl ve Noel kutlamaları
Londra’da Metro Ağı ve Şehir İçi Ulaşım
Öncelikle doğru kelime kullanımıyla başlayalım. Çünkü şehir içinde raylı sistem ulaşımına, alışkın olduğumuz gibi ‘Metro’ ya da ‘underground’ değil ‘Tube’ deniyor. Tube sayesinde Londra’nın neredeyse her noktasına ulaşabilirsiniz.
Tube ve diğer toplu ulaşım kullanımınız için yurt dışında kullanıma açık, temassız özelliği olan kartınızı kullanabilirsiniz. Ancak bu pahalı olan yöntem. İstasyonlardan alabileceğiniz ve birkaç günlük paketleri de olan Oyster adı verilen kartları kullanmak çok daha avantajlı oluyor.
Londra’da Yaşamanın Güzellikleri
Londra, tarihi dokusu ve modern yaşam tarzını eşsiz bir şekilde harmanlayan bir dünya metropolüdür. Şehir, sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda kültürel, sanatsal ve sosyal bir deneyim sunar. Her köşesi bir hikaye anlatan Londra, hem sakinlerine hem de ziyaretçilerine unutulmaz anılar biriktirme fırsatı sunar.
Londra’da yaşamak, dünya mutfaklarından en seçkin tatları deneyimlemek, uluslararası üne sahip tiyatroları ve müzikallerini izlemek, Victoria & Albert Museum, Tate Modern veya British Museum gibi ikonik sanat merkezlerini keşfetmek demektir. Herkes için bir şeyler sunan bu şehir, sınırları olmayan bir kültürel derya gibidir.
Doğa severler için ise Londra, geniş yeşil alanlarıyla bir cennet gibidir. Hyde Park’ta yürüyüş yapabilir, Regent’s Park’ta piknik keyfi yaşayabilir veya Richmond Park’ta serbestçe dolaşan geyiklerle unutulmaz bir gün geçirebilirsiniz. Thames Nehri boyunca yapılan yürüyüşler, şehrin büyüleyici manzarasını farklı bir perspektiften görme şansı sunar.
Londra’nın en büyük avantajlarından biri de global bir şehir olmasıdır. Farklı kültürlerden gelen insanlarla tanışma, uluslararası bir topluluğun parçası olma ve geniş bir perspektif kazanma fırsatı sunar. Eğitim, kariyer ve yaşam standartları açısından sunduğu imkanlarla, dünyanın en çok tercih edilen şehirlerinden biridir.
Modern yaşamın ihtiyaçlarını karşılayan teknoloji ve altyapısıyla Londra, sakinlerine her açıdan konforlu bir yaşam sunar. Metro ağı, tren hatları ve bisiklet yollarıyla şehirde her yere kolayca ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda, Londra’nın farklı mahalleleri kendine has bir atmosfer sunar; tarihi dokuyu koruyan Notting Hill’den modern yaşamın merkezi Canary Wharf’a kadar her bölge kendine özgü bir yaşam tarzı sunar.
Londra’da yaşamak, yalnızca bir şehirde ikamet etmek değil; farklı deneyimlerin, kültürlerin ve olanakların bir araya geldiği, her anını dolu dolu yaşayabileceğiniz bir yaşam tarzını benimsemek demektir.
Ebury: Londra’nın Kalbinde Yeni Bir Yaşam Deneyimi
Londra’da konaklamayı bir üst seviyeye taşımak isteyenler için Ebury konut projesi iyi bir fırsat sunuyor. Londra’nın tarihi ve modern dokusunu bir arada sunan yeni bir yaşam alanı: Ebury. SW1 posta kodunun prestijini taşıyan bu özel proje, yalnızca bir konut değil, aynı zamanda çağdaş yaşamın bir parçası olmayı vaat ediyor. Ebury, 16 katlı etkileyici kulelerden Sutherland Apartmanları’na kadar geniş seçenekler sunarak hem zarif bir yaşam alanı hem de nefes kesici Thames Nehri manzarasıyla Londra’nın ruhunu hissedebileceğiniz bir adres sunuyor. %100 elektrikle çalışan sürdürülebilir daireleri, 12 saat özel konsiyerj hizmeti ve tasarımıyla dikkat çeken 4 bahçe meydanı ile Ebury, yalnızca bir yaşam alanı değil, aynı zamanda geleceğin yaşam tarzını bugüne taşıyor.
Efsanevi Duke of York Meydanı’ndaki butik mağazalara ve Londra’nın ödüllü restoranlarına birkaç adımda ulaşabileceğiniz bu proje, şehrin tüm enerjisini kapınızın önüne getiriyor. Tarihi Thames Nehri boyunca keyifli yürüyüşler yaparken veya Sloane Square ve Victoria istasyonlarına kolayca ulaşarak, şehrin en prestijli noktalarını keşfetmenin tadını çıkarabilirsiniz. Ebury, Londra’da sadece bir ev değil, bir yaşam tarzı arayanlar için eşsiz bir fırsat sunuyor. Hem tarihi hem de modern bir çevrede ayrıcalıklı bir yaşam için bu projeyi keşfedin!
Londra’da Görülecek Yerler
Londra tam bir kültür ve sanat merkezi. Onlarca tiyatro, sinema, sanat galerisi, kültür merkezine sahip olan bu kentte seçenekler neredeyse sonsuz. Toprakla, yeşille haşır neşir olup şehrin parklarında negatif enerjinizden arınmak istiyorsanız, Kensington Gardens’tan başlayıp Hyde Park’tan geçip St. James Park’a kadar uzanın…
Eğer amacınız eğlenceyse birbirine yakın olan, Soho, Leicester Meydanı ve Covent Garden yakınlarında dolaşın. Chinatown’da Çin yemekleri yiyebilir, barlarla dolu olan sokaklardan geçip tiyatrolar bölgesine geçebilirsiniz.
Yürüyüş için Sloane Street, Knightsbridge, Chelsea, King’s Road, Notting Hill, Regent Street, Bond Street, Hampsted Heath Park, gece manzarası için de South Bank ve Waterloo ilginç yerler. Thames üzerine yapılan ilk köprü olan London Bridge’den başka nehir boyunca Southwark, Blackfriars, Waterloo, Charing Cross ve Westminister köprülerini görebilirsiniz.
The London Eye
London Eye yani “Londra’nın Gözü” isimli bu büyük dönme dolap 2000 yılında milenyumu kutlamak için yapıldı. En yüksek noktası 135 metre. Londra’nın bir diğer çok ünlü yapısı olan Tower Bridge yani Kule Köprüsü’nün yaklaşık iki katı yükseklikte! Toplam 32 kapsülden inşa edilmiş ve her bir kapsülü, 25 kişilik kapasiteye sahip. Bir turu yarım saat sürüyor. Dolap oldukça yavaş hareket ediyor ve bu sayede yolcular dönme dolabın durmasına gerek kalmadan inip binebiliyorlar. Her gün saat 10.00 ila 21.00 arası çalışıyor. Yükseklik korkunuz yoksa müthiş bir deneyim. Muhteşem bir Londra manzarasını 135 metreden seyredip şehri keşfedebilirsiniz. Bulutsuz bir günde binilirse 40 kilometre ötesini görmek mümkünmüş fakat Londra’da bulutsuz günler ne yazık ki sık sık görülmüyor. London Eye ilk yapıldığında 2005’e kadar orada tutulup sonra başka bir mekâna taşınması öngörülmüş. Fakat öyle ilgi görmüş ki Londra’nın kalıcı yapıtlarından biri olmuş.
Waterloo Bridge
Thames Nehri üzerindeki Waterloo Köprüsü 1817 yılında açılmış. 370 metre uzunluğundaki köprü adını İngilizlerin ünlü zaferi Waterloo’dan alıyor. Londra’nın Güney Southbank tarafını Somerset House’un bulunduğu Kuzey Londra’ya bağlıyor. Şehrin meşhur adreslerinden olan London Eye da köprünün yakınında yer alıyor.
Cleopatra’s Needle
Mısır’ın bu antik dikilitaşı M.Ö. 1460’ta Mısır firavunu III. Thutmose tarafından Heliopolis antik kenti için yaptırılmış. Dikilitaşın iki yanında iki bronz sfenks var. Mısır Hidivi Muhammed Ali’nin hediye ettiği bu anıt İskenderiye’den 1878’de İngiltere’ye getirilmiş. 180 ton ağırlığında, 21 metre yüksekliğindeki anıt kırmızı granitten yapılmış. Dikilitaşın üzerindeki yazılarda Mısır firavunlarına methiyeler var. İki yanındaki sfenkslerse 1885’de eklenmiş. 2. Dünya Savaşı’nda aldıkları hasarları sfenkslerin üzerinde görebilirsiniz. Bu dikilitaşın benzerleri Paris Concorde Meydanı’nda, New York Central Park’ta ve İstanbul Sultanahmet’te var.
Thames Nehri
Thames Nehri’nin adının Keltçe Tamesa isminden geldiğine inanılıyor, anlamı ‘karanlık’ demek. Nehir neden gri kahve arası koyu bir renkte biliyor musunuz? Elbette dipteki çamurun ve şehir kirinin etkisi de vardır ama asıl nedeni nehrin içinde yaşayan diatom denilen tek hücreli nehir otları. Bu canlıların yaşayabilmesi nedeniyle nehrin sanılanın aksine temiz olduğu söyleniyor. Yıllar önce Londra şimdikinden çok daha soğukmuş ve İngiltere’nin en uzun nehri olan Thames Nehri’nin üstü tamamen buzla kaplanırmış.
Somerset House
Waterloo Köprüsü’nden geçerken bu büyük neoklasik yapı hemen gözünüze çarpacak. Binanın ortasındaki havuzlu bölüm buz pisti olarak da kullanılabiliyor. İçinde resmi kurumlar var. Kraliçe çocukken bu yapının bahçesinde oyun oynarmış. Söz konusu kraliçe olunca oyun bahçesi de böyle olsa gerek.
King’s College London
Somerset House’ın hemen yanında yer alan bu okul, Londra Üniversitesi’ni oluşturan ilk kolejlerden biri. Londra’nın en eski ve önemli okullarından. 1829’da kurulmuş. Nobel Ödülü almış birçok değerli akademisyen bu okulda öğretim görevlisi olmuş. Kral 4. George ve eski başbakanlardan Wellington Dükü de bu okuldan mezun.
Golden Jubilee Bridge ve Hungerford Bridge
Waterloo ve Westminister köprüleri arasında yer alan bu köprüler raylı sistem için kullanılıyor.
Southbank Center
Waterloo ve Golden Jubilee ile Hungerford köprüleri arasında yer alan Birleşik Krallık’ın en büyük kültür merkezi. İçinde çok sayıda farklı etkinlik alanı ve kütüphaneler bulunan bu kompleks için şehrin kültürel hayatının kalbi diyebiliriz. Southbank Center’ın hemen arkasında gösterişli cephesiyle, Birleşik Krallık’ın en yoğun istasyonu olan Waterloo İstasyonu bulunuyor.
West End
Öyle bir yerdesiniz ki her taşın altında sahne sanatları var; Lyceum Tiyatrosu, Duchess yani Düşes Tiyatrosu ve Novello Tiyatrosu burada bulunuyor. Le Miserable, Cats, Phantom of The Opera, Miss Saigon gibi ünlü birçok oyun çok uzun yıllardır bu bölgedeki, aynı salonlarda sergileniyor. Öyle ki aynı oyunda yıllar önce bebek rolünü üstlenen oyuncu bugün büyükanneyi canlandırıyor.
Theatre Royal Drury Lane
West End’de yer alan sahne, 1663’de Londra’da tiyatro oyunu sergilenebilen yasal iki tiyatrodan biri olarak kurulmuş. Burada üç kez tiyatro binası yapılmış ama üçü de yanmış. Bu bina 1812’de yapılan ve şehrin en büyük salonlarından birine sahip olanı. Günümüzün kapalı gişe oynayan pek çok oyunu burada sergileniyor.
Kraliyet Opera Binası
Royal Opera House ise Kraliyet Opera ve Balesi’nin merkez binası. Bu bina 1732’de inşa edilmiş ama 1808 ve 1857 yıllarındaki büyük yangınlarda kül olmuş. 1858’de Parlamento binalarının tasarımcısının oğlu tarafından yeniden tasarlanarak inşa edilmiş. Binanın cephesinin, giriş salonunun ve temsil salonunun şekli aynen korunmuş.
Wagner’in ‘Yüzük’ adlı eseri Gustav Mahler yönetiminde ilk kez bu salonda seslendirilmiş. I. Dünya Savaşı’nda hükümet burayı depo olarak kullanmış. 1990’lu yıllarda 178 milyon Pound harcanarak bina geniş kapsamda yeniden yapılandırıldı. Günümüzde Kraliyet Operası ve Kraliyet Bale topluluklarının gösterileri burada yapılıyor. Ziyaretçiler ayda bir kez Kraliyet Balesi’nin provalarını izleyebiliyorlar. Şanslıysanız o gün bugündür.
Covent Garden
1970’lere kadar toptancı pazarı olarak kullanılan Piazza’nın bulunduğu Covent Garden, sokaklarında müzisyenlerin olduğu, açık hava kafelerinde insanların birbirlerini seyrettikleri bir mekân. Şık mağazalar da bu dekora zenginlik katıyor.
Ortaçağ’da burası aslında manastır bahçesiymiş. Sebze-meyve pazarı olarak kullanılıyormuş. Meydanın adı da buradan geliyor. 1960’da trafik sorunundan dolayı market şehrin güneybatısına taşınmış fakat 20 sene sonra 1980’de yeni kafeler, pub’lar, küçük dükkanlar ve sanat çarşısı olan Apple Market ile tekrar açılmış. Meydandaki pazar yüzyıllar öncesine ait olsa da tepedeki camdan çatı 1830’da yapılmış ve hâlâ kullanılıyor.
Londra’nın çok ilgi gören sokak gösterilerinin ünlü duraklarından biri Covent Garden. Sokak gösterisi kültürü burada aslında çok uzun zamandır varmış. Günlükleriyle ünlü, Londralı bir denizcinin notları sayesinde 1662’de bu meydanda gerçekleştirilen sokak gösterileri olduğu biliniyor. Burada performans sergileyen sokak sanatçıları bunları lisanslı yapıyor ve belirli bir zaman çizelgesine uyuyorlar.
Trafalgar Meydanı
Trafalgar Meydanı eskiden Charing Cross olarak bilinen bölgede kraliyet at ahırı olarak kullanılmak üzere John Nash tarafından yapılmış. Yeni yıl kutlamaları Londra’da bu meydanda gerçekleşiyor. Burası ulusal ve uluslararası organizasyonlara, kraliyet düğünlerine, protestolara, festival ve konserlere ev sahipliği yapıyor. Trafalgar Meydanı sadece Londra’nın veya İngiltere’nin değil belki de dünyanın en küçük polis karakolu bulunuyor. Karakol bir sokak lambası direğinin içinde ve tek odadan oluşan bu bölümün içinde sadece bir polis memuru bulunuyor.
Meydanda dört adet aslan heykeli tarafından korunan Nelson Anıtı var. Adını Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz donanmasının Fransız ve İspanyol donanmalarını yendiği Trafalgar Savaşı’ndan almış. Meydanı ilk tasarlayan John Nash olmuş ama burası birçok kez yeniden şekillenmiş: 1845’te fıskiyeler, denizkızı, deniz adamı ve yunus heykelleri inşa edilmiş. Trafalgar Meydanı’nın bir köşesinde 18. yüzyıldan kalma St. Martin-in-the-Fields Kilisesi var. Meydandan nehrin aksi istikametinde yürürseniz gecelerin meydanı Leicester’e ve onun devamındaki Chinataown’a (Çin Mahallesi) ulaşabilirsiniz.
Trafalgar Meydanı’nda güvercin beslemek yasak çünkü geçtiğimiz yıllarda güvercinlerin dışkılarının meydanda 140 bin poundluk zarara yol açtığı saptanmış ve güvercinleri beslemek yasaklanmış. Yasak üzerine güvercinlerin tamamen aç kalacaklarını düşünen protestocuların tepkisiyle 2008 yılına dek sabah 07.30’dan önce meydanda güvercin beslemek serbest bırakılmış. Sonra bu da yasaklanmış. Bu yüzden meydandaki güvercin sayısı 4000’den 200’e inmiş. Meydanda güvercin beslemenin cezası olduğunu hatırlatayım. Trafalgar Meydanı’nda yaşayan güvercinler her yıl bir tondan fazla kirliliğe neden oluyormuş. Ama bütün bu kire rağmen Amiral Lord Nelson’un heykeli neden hiç kirlenmiyor biliyor musunuz? Çünkü heykel güvercinleri engelleyen bir jelle kaplanıyor.
Trafalgar Meydanı, 1999’dan bu yana güncel sanatın en prestijli programlarından biri olan ‘4’üncü Kaide’ye ev sahipliği yapıyor. Meydanda yer alan dört kaideden üzeri boş olan yarışmaya açılıyor. Boş kaideye yarışma sonucu yaklaşık iki senede bir dönüşümlü olarak farklı bir eser yerleştiriliyor.
Lord Nelson Anıtı
Trafalgar Meydanı’ndaki anıt, Amiral Horatio Nelson’ın 1805 yılındaki Trafalgar Savaşı’ndaki zaferi anısına yapılmış. Nelson savaş sırasında yaralanınca Londra’ya getirilmiş, ölünce de St. Paul Katedrali‘ne gömülmüş. Fransız devlet adamı Napolyon’un Mısır’ı işgali sırasında Amiral, Osmanlı Devleti’nin İngiltere’den yardım istemesi sonucu bölgeye gitmiş. Fransız donanmasını büyük uğraşlar sonucunda imha etmiş. Osmanlı tarihinde ilk defa bir yabancı komutana yani Nelson’a bu üstün hizmetinde dolayı Osmanlı Nişanı verilmiş. Birçok tabloda Nelson, yakasındaki ay yıldızlı nişan ile görülüyor.
Amiral Nelson’un naaşının İngiltere’ye getirilmesi ile ilgili ünlü bir efsane var. İspanya’dan İngiltere’ye yolculuğu sırasında çürümesini engellemek için naaş, içi rom ile dolu bir fıçıya yerleştirilmiş. Fakat gemi İngiltere’ye vardığında fıçının içinde hiç rom kalmadığını görmüşler. Sonradan anlaşılmış ki gemideki denizciler fıçıda bir delik açıp tüm romu içmiş. Bu yüzden rom içkisini anlatmak için kullanılan terimlerin arasına ‘Nelson’un kanı’ da eklenmiş.
Whitehall ve Atlı Muhafızlar
Bu saray 1530 yılından 1689 yılına kadar İngiliz krallarının ikâmetgâhı olarak kullanılmış. Döneminde 1.500 odası ile dünyanın en büyük yapılarından olan White Hall, Avrupa’daki en büyük saraymış. 1622 yılındaki yangında büyük bir bölümü hasar görmüş sarayın. Neyse ki bina 1666 yılında çıkan Büyük Londra Yangını’ndan zarar görmeden kurtulmuş ama 2. Charles sarayda yine de yenilemeler yaptırmış ve babası gibi ölene kadar bu sarayda yaşamış. Daha sonra kardeşi II. James, mimar Christopher Wren’e bir şapel ile kraliçenin özel yaşamı için yeni ve geniş alanlar yaptırmış. Whitehall Caddesi özellikle üzerinde yer alan heykeller ve binaların mimarisi ile dikkat çekiyor. Bölgede görülecek önemli gezi alanlarının çoğu burada toplanmış.
Gördüğünüz muhafızlar kraliyet geçit ve törenlerinde yer alan atlı koruma ekibinin askerleri. Pazartesi-cumartesi günleri arası her gün sabah saat 11.00, pazar günleri de saat 10.00’da atlı muhafız değişim töreni izlemeye değer.
Downing Street
Bu sokak ve içinde bulunan meşhur siyah kapılı konut halka kapalı. Çünkü burası Başbakanlık Konutu’nun mütevazi adresi Downing Street 10 numara. İngiliz diplomatlar, bakan veya başbakan sokakta konuşuyorsa büyük olasılıkla bu sokakta ve bu binanın önünde konuşuyordur. 1680’lerden kalan bu bina İngiltere başbakanlarına tahsis edilmiş. Fotoğraf çekmek isterseniz, Whitehall Caddesi üzerinden çekebilirsiniz.
Monument to the Women of World War II
Trafalgar Meydanı’na doğru ilerlerken caddenin ortasındaki refüj üzerinde 2. Dünya Savaşı’nın kadınlarına adanan anıtı göreceksiniz. 2005 yılında 2. Elizabeth tarafından Barones Boothroyd Vakfı katkıları ile John W. Mills’e yaptırılmış, İngiliz Milli Savaş Anıtı olarak özgürlük davasında kadınlara ithaf edilmiş.
Parlemento ve Big Ben Saat Kulesi
Parlemento binasının önünde yer alan “Big Ben” dünyanın en ünlü saati. “Big Ben” aslında Londra’daki saat kulesinin 13,5 ton ağırlığındaki çanının adı. Kule, St. Stephen Kulesi olarak adlandırılıyor. Ama halk Big Ben adını çok sevmiş, tüm yapı için kullanmış.
Big Ben, dört taraflı bir saat. Eski Westminster Sarayı, 16 Ekim 1834’teki yangında hasar gördüğünde sarayın yenilenmesi sırasında yapılmış. Viktorya Gotik stilinde ve 96,3 metre yüksekliğindeki kulede yer alan saatin ağırlığı ise 5,5 ton. Çan çaldığı zaman sesi 14 kilometre uzaklıktan bile duyulabiliyormuş. Dört yüzünde bulunan saatlerin her birinin çapı 6,75 metre, yelkovan kolunun uzunluğu bile 4,20 metre. Roma rakamları ile zamanı gösteren rakamlar da yaklaşık 70 santimetre uzunluğunda. Kulenin en üstte bulunan ışığına kadar olan yüksekliği 107 metre. ‘Büyük’ ismini fazlasıyla hak ediyor değil mi?
2012’de kulenin adı Westminster Sarayı Elizabeth Kulesi olarak değiştirildi. Parlamento toplandığı zamanlarda kulenin üzerindeki lamba yakılarak parlamentonun toplantıda olduğu halka duyuruluyor.
Kulenin saati nadiren hata yapmasıyla ünlü. 2. Dünya Savaşı boyunca yakındaki Avam Kamarası bile yıkılırken saat çalışmaya ve vaktinde çalmaya devam etmiş. Saatin mekanizması Edmund Beckett Denison tarafından tasarlanmış. Saatin hızı nasıl ayarlanıyor biliyor musunuz? Çok basit. Sarkacın omzuna küçük penny’ler ekleniyormuş.
Westminster Sarayı
Parlamento Binası; Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası’ndan oluşan İngiliz Parlamentosu’na 1512 yılından beri ev sahipliği yapıyor. Sarayın ve sizin bulunduğunuz semtin adı Westminster. Çevrede gördüğünüz binaların çoğu Whitehall’da bulunan kamu binaları.
Sarayın en yüksek kulesinin adı Victoria Kulesi. Eğer bu kulenin tepesinde Birleşik Krallık bayrağı göğe çekilmişse politikacıların içeride devlet işleri ile ilgili görüşme yaptığını anlayabilirsiniz. Parlamento tarafından alınan her yasa veya karar Kraliçe II. Elizabeth tarafından imzalandıktan sonra geçerli sayılıyor. Aslında herhangi bir kararı reddetmesi çok olağandışı karşılanabilir çünkü 300 yıldan fazla bir süredir monarşinin hiçbir üyesi parlamentonun kararlarını onaylamamazlık etmemiş.
Sarayın yaklaşık 1.100 odası, 100 merdiven çıkışı ve toplamda 4,8 kilometreyi bulan uzun koridorları var. Yapının büyük bölümü 19. yüzyılda yapılmış.
Yüzyıllar boyunca kraliçenin temsilcileri tarafından sağlanmış Westminster Sarayı’nın ve çevresinin kontrolü. Ancak daha sonra kraliyet ile hükümet bir anlaşma yapmışlar. Yönetim, 1965 yılında kamaralara verilmiş. Ama hala bazı özel kraliyet odaları bu özel muhafızlarca korunuyor. 1834 yılında yaşanan bir yangından sonra, parlamento binası 30 yıl boyunca onarılmış ve eski haline getirilmiş, komplekse Big Ben, Victoria Kulesi, Westminster Salonu ve lobiler eklenmiş.
Saray içerisinde 11 mahkeme salonu, 8 bar, 6 restoran ve ziyaretçilere açık olan küçük bir kafe bulunuyor. Lordlar Kamarası’nda üyelik babadan oğula geçiyor. Avam Kamarası’nın üyeleri ise Parlamento’nun seçilmiş üyelerinden oluşuyor. Parlamento’da hafta içi her gün 15:00-17:00 saatleri arasında yapılan oturumları dinleyebiliyorsunuz ama onun için kuyruğa girmeyi göze almanız gerekiyor. Vaktiniz varsa öneririm. İngiliz Parlamentosu’nda bir oturum izlemek unutulmayacak bir anı olmaz mı sizce de?
Westminster Köprüsü
Thames Nehri üstüne inşa edilen 2. köprü. 1862’de yapımı tamamlanan bu köprü Parlamento binası ile uyumlu bir mimaride yapılmış. Köprünün yeşil renkte olması yine uyumlu olması için. Peki, neden yeşil? Çünkü parlamento binası içindeki Avam Kamarası’nın oturduğu banklar yeşil renkte. Avam Kamarası İngiltere’de halk tarafından seçilen milletvekillerinin oluşturduğu yasama meclisi. Nehrin üzerindeki bir sonraki köprü; Lambeth Köprüsü ise kırmızı renkte. O da Lord’lar Kamarası’nın oturduğu banklar kırmızı renkte olduğu için kırmızı.
Westminster Abbey Katedrali
11. yüzyıldan beri kraliyet ailesi üyelerinin mezarlarının bulunduğu ve taç giyme törenlerinin gerçekleştiği kilise burası. Orta Çağ mimarisinin en özgün örneklerinden ve Londra’da çok nadir rastlayabileceğiniz Bizans yapılarından biri. Eski bir hapishane arazisiymiş burası. Kırmızı tuğladan yapılmış kule tam 87 metre uzunluğunda.
Bugünkü bina ise 1245 yılında III. Henry döneminde yapılmaya başlanmış. İngiltere’nin en önemli Gotik binalarından biri.1066’dan beri V. Edward ve VIII. Edward dışındaki kraliçe ile kralların ihtişamlı taç giyme törenleri burada oluyor. Kraliçe II. Elizabeth’in taç giyme töreni burada yapılmıştı, oğlu Prens Charles da annesini burada izlemişti.
Taç giyme tahtı olarak bilinen ünlü Coronation Chair bu kilisede bulunuyor.
2011 yılında Kate Middleton ile Prens William da bu kilisede evlendi ve tören buradan tüm dünyaya yayınlandı. Prens William; Cambridge Dükü, aynı zamanda Prens Charles ve Galler Prensesi Diana’nın büyük oğlu. Düğünlerine iki bine yakın davetlinin katıldığı söyleniyor. Dünya çapında milyonlarca kişi canlı yayın yapan kanallardan ve Youtube’dan bu düğünü izlemişti. Her yıl yaklaşık bir milyon kişi tarafından ziyaret edilen Westminster Abbey’e ziyaret dışında binlerce kişi de ibadet etme amacıyla geliyor.
Londra’nın en eski ve en önemli kilisesinde değişik mimari tarzlar var. 1519’da inşa edilen VII. Henry Şapeli ve Chapter House olarak geçen sekizgen oda görülmeye değer. Binada Şairler Köşesi olarak geçen Poets’ Corner var. Şairlerin şereflendirildiği bu köşenin en ünlü şahsiyeti ise Shakespeare olmuş.
Çok sevdiğim bir sözü var Shakespeare’in “Ruh olmayınca söz yükselmiyor göklere.” Yaptığı işte anlam arayan insanlar o işe ruhlarını da katıyorlar. Böyle sanatçıların, bilim insanlarının işleri sonsuza kadar bizimle kalıyor, yolumuza ışık tutuyor.
Kilisenin içinde yaklaşık 3300 kişinin mezarı var. Krallar, kraliçeler, prens ve prenseslerin yanı sıra David Livingstone, Rudyard Kipling, Geoffrey Chaucer, Thomas Hardy, Lord Kelvin, Isaac Newton, Charles Darwin, Charles Dickens gibi birçok ünlü İngiliz yazar, politikacı, asker ve bilim insanının mezarı da burada.
Buckingham Sarayı
Kraliyet sarayı olan Buckingham, turistlerin kameralarına en çok konuk olan yerlerden biri. Saat 11.30’da sarayın yakınındaysanız Muhafız Değişim Töreni’ni izleyebilirsiniz. Yarım saat süren törende kırmızı üniformalı, siyah uzun tüylü şapkalı muhafızlar sarayın anahtarlarını devrediyor. İlk olarak Kraliçe Victoria’nın 1837’de kullanmaya başladığı sarayın halkın ziyaretine açık olan kısımlarında odalardan bazılarını ve görkemli giriş merdivenini görebiliyorsunuz. Müzik Odası’nda vaftiz törenleri yapılıyor, Taht Odası’nda kraliçe resmi törenlere katılıyor, Balo Salonu ziyafetler için kullanılıyor, Resim Galerisi’nde ise ünlü sanatçıların tabloları sergileniyor. Sarayın önünde Kraliçe Victoria’nın anıtı var.
Aslında saray 1703 yılında Buckingham Dükü için yapılmış. Sonra Kral 3. George tarafından 1761 yılında Kraliçe Charlotte’un evi haline getirilmiş. 1837’den beri Buckingham Sarayı, İngiliz kral ve kraliçelerinin resmi konutu olmuş. Sarayda 52 tane yatak odası, 78 tane banyo, yaklaşık 800 tane aşırı lüks ve gösterişli dizayna sahip oda bulunduğu söyleniyor. Ayrıca sarayın kendine ait sinema salonu, kilisesi ve posta ofisi bulunuyor. Sarayda 600 kişiden fazla çalışan varmış. Aşçılar, temizlikçiler ve bahçıvanların yanı sıra sadece sarayda bulunan 350 saatle ilgilen 2 kişi olduğu da söyleniyor. Sarayda her 6 haftada bir temizlenen 760 tane pencere varmış. Sarayın çoğu özel alandan oluşmakta fakat yaz aylarında gerçekleştirilen izinli turlarla tören ve ziyafet odalarını görmek mümkün.
Kraliçe eğer sarayda ise Royal Standard Flag yani kraliyet bayrağını sarayın tepesinde görüyorsunuz. Bu bayrak dörde bölünmüş şekilde dizayn edilmiş, sarı kırmızı ve lacivert renklerinden oluşan, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı Birliği’ni temsil eden bayrak. Bu bayrağı, resmi ya da özel, herhangi başka bir bina Kraliçe tarafından ziyaret ediliyorsa o binanın tepesinde görmek mümkün. Eğer sarayda önemli olaylar gerçekleşiyorsa asılan bu bayrağın daha büyük boyu göndere çekiliyor. Örneğin Kate Middleton ve kraliçenin torunu Prens William’ın evlendikleri gün ve 2012’de kutlanan kraliçenin tahta çıkışının 60. yıl dönümünde bayrağın büyük boyu Buckingham Sarayı’ndan göğe yükselmişti. Kraliçe sarayda bulunmadığı zamanlarda ise Union Jack Flag yani Birleşik Krallık bayrağı direkte oluyor.
1997 yılında hayatını kaybeden Prenses Diana’nın öldüğü gün kraliçe ve aile bireylerinin çoğu sarayda değilmiş. Dolayısıyla Buckingham Sarayı’nda göğe çekilmiş bayrak yokmuş. Bunun Diana’nın ölümüne karşı saygısızlık olduğunu düşünen magazin basını ve halk tarafından kraliçe kınanmış. Halkın bu tepkisi sebebiyle kraliçe yeni bir düzen getirmiş. Artık Birleşik Krallık bayrağı kraliçe evde değilken en tepeye, kraliyet aile üyelerinden birisinin ölümünde veya ulusal yas günlerinde yarıya çekiliyor. Örneğin 2005 yılındaki Londra metrosuna yapılan bombalı saldırı ve 2013’te ölen eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher için Birleşik Krallık bayrağı sarayda yarıya kadar çekildi.
Kraliçe Victoria Heykeli
Buckingham Sarayı’nın önünde Kraliçe Victoria Heykeli’ni görebilirsiniz. Kraliçe Victoria 1837 yılında amcasının ölümü ile 18 yaşında tahta oturmuş. Kocası Prens Albert, Victoria’nın aynı zamanda en büyük destekçisi ve akıl danışmanıymış. Tifo sebebiyle 42 yaşında hayata veda eden Prens Albert’in ölümünden sonra Victoria uzun bir süre yas tutmuş, hayatının sonuna kadar sadece siyah giymiş ve halkın karşısına çıkmayı reddederek devlet işlerini geri plandan yürütmüş. Kraliçe Victoria’nın 9 çocuğundan 8’i diğer Avrupa hanedanlarının üyeleriyle evlenmişler. Günümüzde bile birçok Avrupa monarşisi Kraliçe Victoria’nın soyundan gelen kişilerle yönetiliyor. Victoria, bu yüzden Avrupa’nın büyükannesi unvanına da sahip.
The Royal Academy of Arts
Aslında günümüzde burası özel bir sanat enstitüsü. Büyük Britanya’nın en eski sanat okulu. Kral 3. George tarafından 1768 kurulmuş. Sir William Chambers, Kral 3. George’a gidip görsel sanatları geliştirmek için bir okul kurulmasını istemiş. Kral iyi ki bu teklifi kabul etmiş. Böylece İngiltere’nin ilk sanat okulu açılmış. Bine yakın resim, 5 bin fotoğraf, yüzlerce heykel var içinde.
Kurum önemli akademisyenlerce yönetiliyor. 80’e yakın akademisyen çalışıyor. Amacı, görsel sanatların daha fazla benimsenmesi, sevilmesi, yaratıcılığı desteklemek. Burada eğitim ve öğretimin yanı sıra, çok sayıda sergi ve türlü konularda tartışma programları da düzenleniyor. Sergiler genellikle çok prestijli bulunuyor. Binanın avlusu hep kalabalık. Yaklaşık 200 yıldır yaz sergileri düzenleniyor. Bu sergilerde 1.200 ressam, heykeltıraş ve mimarın eseri sergileniyor. Bence buranın en çarpıcı eseri ne biliyor musunuz? Michelangelo’nun Meryem Ana ve Çocuk İsa rölyefi.
Bu rölyefte Meryem, çocuk İsa ve üçüncü bir çocuk resmedilmiş. Hz. İsa, Meryem Ana’nın kucağında uzanmış, adeta diğer çocuktan kaçar gibi durur. Meryem ise diğer çocuğa bakıyor. Leonardo da Vinci’nin “Kayalıklar Meryem’i” adlı eserine çok benzer bu rölyef. İkisi de aynı konuyu işliyor.
Piccadilly Meydanı
Piccadilly bütün yolların çıktığı yer gibi Londra’da. Bir tarafında alışveriş caddesi, diğer tarafında gece hayatının sürprizlerine giden yol, öbür ucun devamında da şehrin oksijen deposu Hyde Park var. 1910’da elektriğin gelmesiyle beraber meydan reklamlara ev sahipliği yapmış, bugün de etraf neon ışıklarının ve tabelaların tekelinde. New York’un Times Meydanı neyse Londralılar için Piccadilly Meydanı da o. Bu yüzden buraya Küçük Times Meydanı diyenler de var. Piccadilly Meydanı’ndaki dev reklam panosu 1955’ten beri orada bulunuyor. Son 100 yılda 50’den fazla ünlü marka bu ışıklı dev reklam panolarında logolarını yayınlamış. Piccadilly Meydanı yılda 100 milyondan fazla ziyaretçi ağırlıyor. Bu meydan çok sayıda filme ve özellikle Harry Potter filmlerine ev sahipliği yapmış.
Piccadilly civarındaki Bond Street pahalı mağazaların bulunduğu bir sokak. Burlington Arcade ise gerçek bir alışveriş tecrübesi için ideal. Güneyde ise St. James Meydanı, burada da şehrin şık ve pahalı adresleri var. St. James Sarayı 16.yüzyılda VIII. Henry için inşa edilmiş.
Shaftesbury Anıtı
Piccadilly Meydanı’nın ortasında Alfred Gilbert’in 1892’de yaptığı heykel bulunuyor. Londralılar tarafından Eros heykeli olarak anılsa da, heykelin Eros’un ikiz kardeşi Anteros olduğunu söyleyenler var. Yunan mitolojisine göre Anteros, kardeşi Eros’un karşıtıymış. Katı yürekli oluşu ile doğa dışı sevgileri önleyerek düzeni sağlayan tanrısal varlık olarak geçiyor mitolojide. Bazılarına göre ise Anteros karşılıklı sevginin simgesi olarak kabul ediliyor. Bu heykel Shaftesbury Kontu Anthony Cooper’ın fakirlere olan insancıl sevgisini sembolize ediyor. Kont yoksullara yaptığı yardımlardan dolayı bu heykel ile onurlandırılmış.
Regent Street
Yolun sağında, solunda gördüğünüz marka cümbüşü Londra’nın ünlü Regent Street’inde olduğunuzun habercisi. Eğer şık bir restoranda akşam yemeği yiyerek kendinizi şımartmak istiyorsanız tam yerine geldiniz demektir. Bunun için biraz cesur davranıp caddenin üst ve alt paralel yollarını da deneyebilirsiniz. Bu cadde Picadilly ile Oxford Street’in kalabalığından kurtulup, soluklanabileceğiniz, Londra lüksünü yaşayabileceğiniz bir yer. İhtişamlı binalar da cabası. Binaların gece ışıklandırması da çok çarpıcı. Bu caddenin sonu sizi adını hep duyduğumuz Oxford Street’e getirecek.
Oxford Street
Dünyaca ünlü cadde Oxford Street’te yürümeden Londra’yı gezmiş sayılmazsınız. West End denilen bölgesindeyiz Londra’nın. Sadece Londra’nın değil Avrupa’nın da en işlek caddelerinden burası. Londralıları tanımak istiyorsanız bu caddede yürüyüş yapın. En uygun fiyatlılardan en kaliteli ve pahalı olanlarına kadar her şeyin bulunduğu bu cadde birçok ünlü mağazanın da bulunduğu, Londra’nın en hareketli caddesi. Özellikle Oxford Street’in Hyde Park’a uzanan yol üzerindeki mağazaları fiyat olarak daha uygun.
Soho
Dünya mutfaklarından farklı lokantaların bulunduğu eski bir göçmen yerleşimi Soho. Semtin bu kozmopolit yapısı 17. yüzyıla kadar uzanıyor. Avrupa ve Asya’nın çeşitli yerlerinden buraya gelen nüfusun kaynaştığı bir nokta. Londra’nın eğlence merkezi olarak da bilinen Soho çok sayıda farklı temalardan barı, gece kulübünü, dükkanlar ve pub’ları bünyesinde barındırıyor. Londra’nın müzik ve eğlence merkezi olarak biliniyor. Tiyatrolar, restoranlar ve barlar ile dolup taşan bir semt kısacası.
Soho, Kral 8. Henry’nin avlanmak için kullandığı toprakların içinde yer alıyor. Avcı, bir geyik gördüğünde “tally-ho!” yani ‘hücum!’ diye bağırırmış. Avcının haykırışı “So-Ho!” diye duyulurmuş. Bu yüzden buraya Soho dendiği söylentiler arasında. 1800’lerde Soho Meydanı hayvanların otladığı bir alandan ibaretmiş. Meydanın ortasındaki tahtadan kulübeyi o zamanlarda çiftçiler kullanıyormuş.
Ünlü bir sigara markası, Soho’daki Great Marlborough Street’den adını alıyor. Neden mi? Çünkü markanın ilk üretimlerini yapan fabrika burada bulunuyormuş. Marka, maço kovboy imajının aksine başlangıçta kadınlar için üretim yapıyormuş.
The Rolling Stones, Led Zeppelin, David Bowie gibi ünlü İngiliz şarkıcı ve gruplar ilk konserlerini The Wardour Sokağı’ndaki Marquee Club’ta, Soho’da vermişler.
Soho keyifli bir yemekle farklı dünya mutfaklarını denemek için çok uygun bir yer. Çin, Fransız, İtalyan ve Yunan lokantalarıyla değişik kültürlerin ve lezzetlerin kaynaştığı bir yerleşim alanı.
Çin Mahallesi
Londra’nın Soho mahallesine komşu, hemen güneyinde Shaftesbury Bulvarı ile sınırlanan ve güneyde ise Leicester Meydanı’na kadar uzanan tipik bir Çin mahallesi. Burası Çin’den gelen göçmenlerin mahallesi ve Londralılardan ziyade turistlerin çok ilgilendiği bir bölge.
Royal Albert Hall
Burası 1. Victoria’nın eşi Prens Albert tarafından sanat ve bilim anlayışını geliştirmek ve bunları takdir etmek için 1871’de kurulmuş. Royal Albert Hall için sanatların buluşma yeri deniyor. 1961’den beri her sene Royal Albert Hall’da sekiz haftalık klasik müzik yaz konserleri olan Proms konserleri düzenleniyor. Olağanüstü bir konuma sahip olan yapının dört bir tarafı müzelerle dolu. Açıldığı zaman dönemin dünyasının çeşitli alanlardaki sanatçılarını konuk etmiş. Her sene 350’den fazla performans sergileniyor. Klasik konserlerden rock ve pop konserlerine, bale ve opera performanslarından tenis organizasyonlarına, ödül törenlerine, hayır kurumu organizasyonlarına kadar çok geniş bir yelpaze var. Ayrıca buz pateni, tenis ve sumo güreşi gibi sosyal ve sportif aktiviteler de bu salonda gerçekleştiriliyor.
1871’de açıldığı zaman Richard Wagner, Giuseppe Verdi ve Edward Elgar İngiltere’deki ilk konserlerini bu sahnede gerçekleştirmişler. Ayrıca Frank Sinatra, The Beatles, Robbie Williams, Ennio Morricone, Liza Minelli, Jimi Hendrix, Oscar Peterson, The Who, Led Zeppelin, Eric Clapton, Sting, Elton John, Adele gibi isimler de burada konserler vermiş. Sanat merkezi, dünyanın en büyük batı klasik müzik festivallerine de ev sahipliği yapıyor. Bu festivallerin prömiyerleri Royal Albert Hall’de icra ediliyor.
Akustiği de geliştirmek amacıyla 1996-2004 yılları arasında binada yenileme çalışmaları yapılmış. İçeride göreceğiniz 10 bin borudan oluşan büyük org baştan yapılmış. Bu org İngiltere’nin en büyük müzik aleti unvanına sahip.
Apsley House
Hyde Park’ın kuzey köşesinde bulunan konak, Wellington’ın ilk düküne aitmiş. Londra’da “Number One” yani bir numaralı ev olarak biliniyor. 3.000 eserden oluşan Dük’ün sanat koleksiyonu burada sergileniyor. Goya, Valezquez, Brueghel ve Rubens gibi sanatçıların tablolarını, porselenleri, gümüşleri ve mobilyaları görebilirsiniz. Düke ait kılıçlar ve madalyalar da var. Müze pazartesi ve salı günleri kapalı.
Marble Arch
Hyde Park’ın kuzeydoğusunda ise semte de adını veren tak bulunuyor. Tak, eskiden Buckingham Sarayı’nın ana giriş kapısındaymış. Buckingham Sarayı’na zafer girişi olarak yapılmış. Günümüzde Hyde Park’ın biraz uzak bir köşesinde Bayswater ve Marylebone arasında geçişi sağlıyor. Yapıldığı dönemde sadece kraliyet üyelerinin altından geçebildiği Marble Arch günümüzde herkese açık. 1827 yılında John Nash tarafından tasarlanmış. John Nash o dönemde mimari çalışmaları ile şehrin yüzünü değiştirmekle görevlendirilmiş. Regent Street, Buckingham Sarayı, Cumberland Terrace, Marylebone ve Regent Parkı civarında pek çok eserde imzası var.
St. Paul Katedrali
Londra’nın finansal merkezi City aynı zamanda dünyanın en büyük katedrallerinden biri olan St. Paul’ün de olduğu bir yer. 110 metre yüksekliğindeki kubbesiyle ihtişamlı bir görünüme sahip olan St. Paul Katedrali, Christopher Wren isimli mimarın en önemli eseri. 1710 yılında tamamlanan barok kilise Tarsus doğumlu azize adanmış. Winston Churcill’in 1965’teki cenaze töreni ve Lady Diana ile Prens Charles’ın 1981’deki düğün töreni de bu kilisede gerçekleştirildi. Roma’daki St. Piyer Kilisesi’nden sonra ikinci en yüksek kubbeye sahip olan yapının mimarı da St. Paul’un içinde gömülü, mezar taşında ise “Okur, Wren’in anılarının peşindeysen etrafına şöyle bir bak” yazıyor.
St. Paul yani Aziz Pavlus’a adanan ilk kilise Covent Garden Meydanı’nın mimarı tarafından yapılmış. Katedral, 1633 yılında tamamlanmış. 1666 yılında bütün şehri etkisi altına alan büyük Londra yangını önüne gelen her yapıyı yok etmiş. Herkes eski St. Paul Katedrali’nin avlusuna koşmuş. Burayı yangından etkilenmeyecek, güvenli bir sığınak olarak görmüş. Bu yüzden yangın yayılmaya başladığından itibaren insanlar değerli mal ve eşyalarını buraya getirmiş. Normal alanları eşyalar ile dolu olan katedralin bodrumu da Paternoster Meydanı’ndaki kitapçı ve basımevlerinin tıka basa istiflenmiş stokları ile doluymuş. Alevler katedrale ulaşarak onarım için bulunan tahta iskeleyi, iskeleden sıçrayanlar da ahşap çatı kirişlerini tutuşturmuş. Daha sonra katedralin kurşundan yapılmış çatısı erimeye başlamış, ardından kitap ve kâğıt stoklarının bulunduğu depo da alevlere teslim olmuş. Katedral kısa sürede içindeki tüm stok ve değerli eşya ile birlikte bir enkaza dönüşmüş. İlk kiliseden geriye ne kaldığı tam olarak bilinmese de en azından girişteki kolonların orijinal olduğu söyleniyor. 1666 yılındaki yangından sonra binalarının çoğu yeniden inşa edilen City’de İngiltere Merkez Bankası ve Borsa da bulunuyor.
Hristiyanlık tarihinde önemli bir rolü olan Aziz Pavlus’un izini Türkiye’de de görmek mümkün. Hristiyanlar için önemli olan azizin doğduğu yer olan Mersin-Tarsus’ta adını taşıyan bir kilise ve kuyu bulunuyor. Kilisenin, MS 11.-12. yüzyıllarda inşa edildiği tahmin ediliyor. Tarsus, Aziz Pavlus’un doğum yeri olması ve İncil’de de Tarsuslu Paul olarak geçmesi nedeniyle Hristiyanlık tarihi açısından oldukça önemli bir yerleşim.
Royal Exchange
Royal Exchange 1565 Thomas Gresham tarafından kentin ticari merkezi olması amacıyla kurulmuş. Gresham mimari tasarımda Belçika, Antwerp’de gördüğü bir borsa binasından esinlenmiş. 1571 yılında İngiltere Kraliçesi 1. Elizabeth tarafından açılmış ve başına Royal yani kraliyet sıfatı verilerek onurlandırılmış. Bina, 1666 yılında çıkan Büyük Londra Yangını’nda hasar görünce, Mimar Edward Jerman tarafından tasarlanarak 1669 yılında yeni bir yapı olarak inşa edilmiş ama 1838 yılında çıkan bir başka yangında yine yanmış. Binanın son halindeki cam tavan, adeta bir avlu havası yaratıyor.
Royal Exchange’in Ticaret Merkezi niteliği 1939 yılında kalkmış. Bina bugün lüks bir alışveriş merkezi olarak kullanılıyor ama etkileyici görkeminden hiçbir şey kaybetmemiş.
Londra Köprüsü
Londra Köprüsü, 1750 yılına kadar Thames Nehri’ndeki tek köprüymüş. Köprünün bugün bulunduğu yerde önce M.S. 60’larda Romalılar tarafından bir köprü inşa edilmiş. Bu tahta köprü ile Thames Nehri’nin iki yakası ilk kez birleştirilmiş. Yani nehrin iki yakası bir araya gelmiş. Köprünün güney ucundaki ejderha heykeline özellikle dikkat edin. Heykelde ejderha bir kalkan tutuyor. Bu St.George’un yani bizim topraklarımızda Kapadokya’da doğmuş olan Aya Yorgi’nin kalkanını temsil ediyor. Kalkanın üzerindeki beyaz zemin üzerinde kırmızı haç ve kırmızı kılıç şekli, şehrin koruyucusu St.Paul yani Aziz Paul’ün mührü. Söylendiğine göre bu heykeller Victoria döneminde Lover Thames Caddesi üzerinde inşa edilen Kömür Derneği binasının üzerindeymiş. Bina yıkılınca ejderha heykelleri binadan alınarak buraya dikilmiş.
Londra Kulesi’nin önünde olduğu için buraya “Kule Köprüsü” deniyor. Baskül köprü türündeki en ünlü köprülerden biri. 1894’te kullanıma açılmış. Köprü iki yürüyüş yolu ve bir araba yoluyla birbirine bağlanmış olan iki kuleden oluşuyor. Londra’nın doğusunda ticaretin büyümesi nedeniyle nehrin iki yakasını birleştirmek için yeni bir köprüye ihtiyaç duyulmuş. Aslında 1870 yılında su altından geçen ve sadece yaya trafiğine açık bir tüp geçit yapılmış ama yetersiz kalmış. Köprü eğer bildiğimiz klasik köprülerden yapılsa gemilerin limana geçişleri sorun olabilirmiş. O yüzden 1876 yılında bir köprü proje yarışması açılmış. Yarışmanın sonucunda, Horace Jones’un projesi kabul edilmiş. Yapımına 1886 yılında başlanmış ve 8 yılda bitirilmiş. “Tower of London” ile uyumlu olması istendiği için, Viktorya döneminin gotik tarzında yapılmış. O zamanlar köprü kanatlarının açılması hidrolik bir düzenekle sağlanmaktaymış. Bugün, elektrikli bir sistem kullanılarak kanatlar kaldırılıyor. 265 metre uzunluğundaki köprünün inşaatında 450 işçi çalışmış. 11.000 ton çelik kullanılmış. Köprü yılda yaklaşık 1000 kez açılıyor. Köprüdeki kuleleri ziyaret edebilirsiniz.
Borough Market
Burası 1000 yıllık bir pazar. Gurme gıdalar satan 100’den fazla tezgâh var. Et, balık, sebze, peynir, ekmek, kahve, envai çeşit kekler, tatlılar… Londralıların haftalık taze gıda alışverişlerini yaptıkları pazar aynı zamanda ziyaretçiler için de bir ziyafet seçeneği olabilir. Buradan alabileceğiniz taze ekmek, çeşit çeşit peynir ya da diğer lezzetlerle nehir kıyısındaki banklara oturarak güzel bir piknik yapabilirsiniz. Pazarın pazartesi günleri kapalı olduğunu da unutmayın.
Bridget Jones’un günlüğü filmini izlediyseniz Londra’nın bu bölümü size çok tanıdık gelebilir. Filmin ana karakteri Bridget, Borough Pazarı’na komşu Bedale Caddesi üzerinde bir apartman dairesinde yaşıyordu.
Londra Kulesi
Londra Kulesi aslında bir kale fakat ismini sınırları içindeki 1078 yılında I. William tarafından yaptırılan Beyaz Kule’den alıyor. Çoğu zaman Beyaz Kule diye tanınıyor ama kule birçok diğer bina, korunma duvarları ve hendeği ile kocaman bir kompleks aslında. Burası bir kale, kraliyet sarayı ve hapishane olarak yapılmış. Kulede İmparatorluk Tacı’nın bulunduğu Taç Mücevherleri bölümü, St. John Şapeli, Ulusal Silah ve Zırh Koleksiyonu ile Hainler Kapısı var. Kısacası Kraliyet tarihi için doğru yerdesiniz.
Kale 1066 yılında Hastings’de sağlanan zafer sonrasında yeni fethedilen bölge üzerinde kralın gücünü göstermek amacıyla inşa edilmiş. Kralın siyasi düşmanlarının hapsedildiği, işkence edildiği ve öldürüldüğü bir yer olarak kullanılmış. Ayrıca krallara ev sahipliği de yapmış. Hisarları ilk başta geçici olarak tahtadanmış. Sonrasında White Tower yani Beyaz Kule ile değiştirilmiş.
Beyaz Kule, kaledeki hisarların en eskisi. 1097 yılında tamamlanan bu kısım o dönemde 27.4 metre uzunluğu, 4.6 metrelik genişliğiyle en yüksek yapıymış. Duvarları Kral 3. Henry döneminde beyaza boyanmış. Dört köşesinde bulunan yapılar ise gözetleme noktası olarak kullanılmış. Londra Kulesi özellikle 13. yüzyılda genişletilmiş. Yıllar içinde kaleye 20’ye yakın kule eklenmiş. Önce Beyaz Kule’nin etrafına iki tane savunma duvarı inşa edilmiş. Sayarsanız iç duvarın 13, dış duvarın 6 tane kulesi olduğunu göreceksiniz. Bu kuleler politik suçluları hapsetmek için kullanılıyormuş.
Kulenin en çok gezilen bölümü kraliyet ailesinin mücevherlerinin sergilendiği “Crown Jewels” bölümü. 17. yüzyılda, 2. Charles kral olduğunda halka açılmış. Mücevherlerin büyük bir kısmı 1660 yılından kalma. Daha eski mücevherlerin çoğu Oliver Cromwell zamanında hasar görmüş. Burada 2.800’den fazla değerli eser sergileniyor. Jewel House, yani Mücevher Evi’nde bulunan en değerli mücevher 530 karatlık Afrika’nın İlk Yıldızı diye Türkçeleştirebileceğimiz First Star of Africa. 1837 yılında Kraliçe Victoria için yapılan taç, her yeni kral ya da kraliçe başa geçtiğinde tören için kullanılıyor.
Kuleyi Yeoman Warders ya da Beefeaters diye bilinen 37 muhafız koruyor. UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesi’nde yer alan Londra Kulesi, Londra’nın en ünlü köprüsü olan Tower Bridge’in bitiminde bulunuyor.
Londra’nın Parkları
Hyde Park
Westminster Abbey civarındaki St. James Parkı ile Hyde Park ve Kensington Bahçeleri’nin her biri başlı başına bir cennet. Hayran kalmamak elde değil. Hyde Park ve Kensington Bahçeleri olarak iki kısmı bulunan park Serpentine Gölü ile ikiye ayrılmış. Hyde Park’ta Kensington Sarayı, Kraliçe Victoria’nın eşi için yaptırdığı bir heykel ve bir de şelale var. 1536 yılından beri Kraliyet Parkı olarak kullanılıyor. Hyde Park, 17. yüzyılda halka açılmış, eğlence ve etkinliklerin bol olduğu güzel bir park haline gelmiş. Günümüzde gördüğümüz parkın planı 1825’te Mimar Decimus Burton tarafından yapılmış. Parkın içinde 1851 yılında Kraliçe Victoria’nın eşi Prens Albert tarafından gerçekleştirilen fuar ve bu fuar için inşa edilen ‘Kristal Saray’ çok önemli. Çünkü bu fuardan elde edilen gelir bugün ziyaret edilen ve görülebilen pek çok bina ve eserin yapımında kullanılmış.
350 dönümlük yeşil bir alana yayılmış Hyde Park. Parkın ortasındaki yapay göl 1730’larda yapılmış. Burası sadece ruhunuzu dinlendirmek için bir yer değil aynı zamanda yeşilin her tonu ile adeta cennet gibi bir park.
Parkta ‘Speakers Corner’ diye bir bölüm de var. Bu bölümde halktan birisi bir tabureye çıkıp düşüncelerini rahatça ifade edebilir, her türlü konuda her türlü görüşünü dile getirebilir. Özgürlüğün sembolü olan Speakers Corner’da kimse konuşmaları için yargılanmaz ve eleştirilmez. Halkın içinden geleni rahatlıkla ifade ettiği, kişisel görüşlerin aktarıldığı özel bir alan burası.
Serpentine Gölü yazın sandal turu tutkunlarının, kışın ise buz patencilerinin gözdesi. Önceleri burası yüzmek için de idealmiş ama son yıllarda yüzmek yasaklanmış. Serpentine Gölü’nün kuzey ucuna yakın alanda Peter Pan Heykeli’ni görebilirsiniz. Prenses Diana için yaptırılan anıt da Hyde Park içerisinde. Alanda anısına bir çeşme var. Kensington Palace ise parkın batı yakasında.
St James’s Park
Burada parlamento çalışanları da var, spor yapan her yaştan İngilizler de, turistler de. Parkın ortasındaki gölde panolarda resimleri ve türleri anlatılan su kuşlarını, etrafta hoplayıp zıplayan ve sizlerden kaçmayan sincapları, huzurla uçuşan kuşları göreceksiniz. Haydi siz de uzanın çimlere. Tüm yorgunluğunuzu bu huzurlu parkta uçurun bedeninizden. Burasının eskiden bataklık olduğunu biliyor musunuz? 8. Henry bataklığı kurutup av sahası haline getirmiş. 2. Charles da yaya yolları eklemiş. Bir de kuş evi yaptırmış.
Regent’s Park
1812’den beri halka açık olan parka ilk başta 56 villa yapılması planlanmış ancak sadece sekizi yapılmış, bunlardan da üçü günümüze kadar kalabilmiş. Buradaki Açık Hava Tiyatrosu’nda yazın Shakespeare eserleri oynanıyor. Devamında Londra Hayvanat Bahçesi var. İçindeki gölde tekneyle dolaşmak, yazın çiçekli bahçelerinde keyif yapmak lazım.
Victoria Embankment Gardens
Kleopatra Dikilitaşı’nın karşısındaki bu pek de geniş olmayan park Embankment inşa edilirken yapılmış. Park dar ama bakımlı tarhları ile bu eksiğini kapatıyor. Burada yaz aylarında çok hoş konserlere denk gelebilirsiniz. Dediklerine göre, bu parktaki banklar insanların kaybettikleri yakınlarının anısına konuyormuş. Banklarda Türkçe isimler görürseniz şaşırmayın. Parktaki heykeller ünlü İngilizleri betimliyor. Parkın kuzey batı kapısının adı Su Kapısı. Thames nehrine baktığı için bu adı almış. Önce York Başpiskoposu’nun, sonra da Buckingham Dükü’nün evi olan York Evi’ne Thames nehrinden giriş yapabilmeleri amacıyla yapılmış bu kapı.
*Bu içerik VS Partners Ebury iş birliğinde hazırlanmıştır.