Sürdürülebilir Türk Moda Markaları: Atölye Ren
Yazı Boyutu:
Tasarımlarında “özgürlük” mesajını veren Atölye Ren kurucusu Gözde Karatekin ile markası ve sürdürülebilir yaşam hakkında konuştuk.
Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olduktan sonra 3 sene çeşitli çok uluslu şirketlerde İnsan Kaynakları bölümünde çalışan Gözde Karatekin, bu süre boyunca mesleki eğitim programları oluşturdu ve bu programların koordinasyonunu sağladı. 2017 yılında, sürdürülebilir moda ve kadının güçlenmesi alanlarında daha aktif rol alabilmek adına Atölye Ren markasını kurdu. Çeşitli projeler geliştirerek sürdürülebilirlik, beden olumlama ve kadının bireysel ve toplumsal güçlenmesi konularında fark yaratabilmeyi hedefleyen Gözde Karatekin ile sohbet ettik.
Bize markanızı ve kuruluş sürecini anlatır mısınız?
Merhaba, ben Gözde Karatekin. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü mezunuyum. Yaklaşık 3 sene kurumsal çalışma deneyimim oldu. Kasım 2017’de tam zamanlı olarak Ren’i kurdum. Ren, İstanbul’da kurulmuş minimal, rahat ve fonksiyonel giysiler üreten doğaya duyarlı, beden-kapsayıcı (size inclusive) bir giyim markası. Temelinde sürdürülebilirlik ve sosyal sorumluluk ilkeleri yatıyor. Amacı kadınların öncelikle kendi bedenleri, diğer kadınlar ve yeryüzü ile şefkatli, özen gösteren ve dayanışmacı bir ilişki kurmasını sağlamak. Bütün parçalar minimal sorumlu bir giyinme pratiğini tamamlayacak şekilde özenle tasarlanıp, incelikle dikiliyor. Şu an dikim sürecimiz İstanbul’da, diğer tüm operasyonlar Edremit’teki atölyemizde gerçekleşiyor. Temel değerlerimiz: Şefkat, özen, özgürlük, çeşitlilik ve dayanışma.
Ren’in kuruluşunun altında yatan motivasyon kendimi olduğum gibi, özgürce ifade edecek bir alan ve araç arayışımdı. İyi bir lise, iyi bir üniversite, iyi bir iş için vermek zorunda olduğumuz rekabetin yerine dayanışmacı bir yaşam ve topluluk hayal ediyordum. Yaşadığım çevreye, birlikte aynı alanı paylaştığım tüm canlılara karşı daha şefkatli, daha gerçek, daha üretken ve yaratıcı olabileceğim bir iş yapmak istiyordum. Yani hep aklımda şu vardı: Ne iş yaparsam yapayım, sorumlu, vicdanlı ve dayanışmacı olacaktım. Çevreye, topluma ve kendime karşı… Ren’i üzerine inşaa ettiğim sürdürülebilir, etik ve şeffaf üretim yöntemleri ve süreçler bir seçim değil o yüzden. Hakkaniyetli, incitmeyen, özen gösteren ve şefkat besleyen, kapsayıcı tasarım ve üretim modelini benimseyen Ren böyle girdi işte hayatıma, hayatımıza.
Bilinçli bir üretici olmak için ne yapmak gerekir?
İlk ihtiyacımız olan şey farkındalık aslında. Daha sonra da işimizi üzerine inşa ettiğimiz temel değerlerin ne olduğu önemli. Eğer işin temeline metayı, bireysel faydayı ve karı koyarsanız o zaman ister istemez tüketen ve tahrip eden bir iş modeline sahip olursunuz. Mesela, tekstil ve moda sektörünün tüm süreçlerini düşündüğümüzde 75 milyona yakın insan giysilerimizi üretmek için çalışıyor dünyada. Bu insanların çok küçük bir kısmı güvenceli, etik ve adil bir çalışma ortamına sahip. Tekstil, inşaat ve maden gibi iş kazalarının en çok yaşandığı sektörlerden. Bu sistemin böyle kurgulanmasının en temel sebebi, firmaların üretim modellerinin odağına yalnızca kar elde etmeyi koyması. Hızlı moda daha fazla kitleye, daha fazla ürünü, daha fazla kar ile satmak istiyor. Sektörün büyümesi ile firmalar arasındaki fiyat rekabetinin artması, maliyetlerin azaltılması için bir yarışa sebep oluyor. Maliyeti azaltmak için ise, yetkin olmayan, güvencesiz ve bazen ise yasal olmayan iş gücü kullanılması söz konusu oluyor. Ne yazık ki tarım sektörü gibi çocuk işçiliği tekstilde de çok yaygın.
İşin temeline tüm canlıları gözetmeyi, eşitlikçi bir perspektiften kolektif refahı ve birlikte var olup gelişmeyi koyduğunuzda ise sürdürülebilir bir iş modeli kurmak yolunda sağlam bir adım atmış olursunuz. Bir üreticinin yaptığı işin çevresel ve toplumsal etkilerinin farkına varması gerekir. Üreticinin kullandığı materyallerin çevreye etkisini, üretim sürecinin ne kadar atık çıkardığını, ne kadar çevreyi kirlettiğini, ne kadar kaynak harcadığını bilmelidir. Aynı şekilde bir tasarımcının, tasarımlarını üreten firmaların ne koşullarda, kimlere üretim yaptırdığını bilmesi de sorumlu üretim pratikleri açısından büyük önem taşır.
Belirli bir farkındalığa ulaştıktan sonra, çevresel ve toplumsal etkileri azaltmak için gerekli aksiyonları alma motivasyonu kendiliğinden gelecektir bence. Farkındalıkla iş modeline ve süreçlerine baktıktan sonraki ilk adım, kullandığın materyalin sürdürülebilir; üretimin ise adil olanını tercih etmek ve süreçlerinin daha temiz, adil ve iyi olduğundan emin olmak.
Örneğin, Ren için malzeme tedarik ederken tercihlerimizi tekstildeki atık sorunundan yola çıkarak yaptık. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden tedarik ettiğimiz hareketsiz stok kumaşların ileri dönüşümü ile ürünlerimizi üretiyoruz. %100 doğal ve yerel üretilmiş malzemeler kullanıyoruz. İkinci olarak ise Maden ve İnşaat’tan sonra en çok iş kazası yaşanan sektörlerden olan tekstil sektöründeki kötü ve insan haklarına aykırı çalışma düzenini sorguluyoruz. Bu sorgulama sonunda, geleneksel ve en kadim zanaatlardan biri olan terzilik mesleğinin ve bu emeğin değersizleşmesini engellemek ve yerel zanaatkarlara destek olmak amacıyla üretimlerimizi İstanbul, Kadıköy’de kendi atölyesinde üretim yapan usta terzimiz ile birlikte yapma kararı aldık.
Çevre konusunda daha fazla farkındalık yaratmak için sizce ne gibi adımlar atılmalı? Bu noktada tüketicilere hangi görevler düşüyor?
Bence bu konuda bütüncül yaklaşım çok önemli. Toplumu oluşturan tüm ögelerin bir arada çevreye karşı daha duyarlı, adil ve özenli olmak için aksiyonlar alması gerekiyor. Üreticilerin, üretimlerini sürdürülebilir hale getirmesi kadar, tüketicilerin de bunu desteklemesi, talep etmesi gerekli örneğin. Öte yandan kamu kuruluşları ve yasa koyucu mekanizmaların bunları desteklemesi ve teşvik etmesi çok kıymetli. Bence son zamanlarda bunun en güzel örneği plastik poşetlerin yasaklanmasından sonra gerçekleşen bez torba kullanımındaki artışta görülebilir. Özel sektör, kamu ve tüketicinin bir arada bir değişimi mümkün kılabildiğini görüyoruz. Ben çok fazla kişinin bez torbaları ile markete gittiğini görüyorum, market çalışanları plastik poşet kullanımının çok fazla azaldığını söylüyor. Açıkçası bu kadar hızlı uyum sağlayacağımızı düşünmemiştim.
Moda sektörü özelinde konuşmamız gerekirse de, tüketim alışkanlıklarını ve üretimdeki tedarik zinciri süreçlerini uzun vadeli değiştirmek yine toplumun tüm kurumlarının bir arada projeler geliştirmesi ile mümkün olabilir. Ancak tüketicilerin desteği bu noktada çok değerli. Tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamalı, tercihlerimizi yaparken, paramızı harcadığımız her bir ürünün aslında bir oy, bir onay olduğunu unutmamalıyız. Söylemek istediğim, aldığınız her bir tişört, bir değeri, bir fikri, bir ideolojiyi destekliyor aslında. Siz yaptığınız tercih ile taraf olmuş oluyorsunuz. Peki hangi tarafta olmayı isterdiniz? İyiliği çoğaltmak tüketiciler olarak bizim elimizde ve sandığımızdan çok daha güçlüyüz.
Siz farkındalığınızı hayatınızın hangi döneminde yakaladınız?
Üniversite yıllarında ekoloji, feminizm ve sosyal adalet konularında çok fazla ders aldım ve çok fazla şey okudum. Sistemde bir şeylerin ters gittiği, değişime ve köklü bir dönüşüme ihtiyaç duyduğunun farkındaydım ancak mezun olup 3 sene bana anlamlı gelmeyen işler yaptıktan sonra elimi taşın altına koymam gerektiğini düşündüm. Farkına vardığım her konuda aktif olarak iyileştirmeler yapmaya o zamanlar karar verdim. Ren bu çabalarımdan biri elbette.
Başlarda alternatif moda alanında bir iş yapmalıyım diye düşünmedim aslında. Benim derdim bedenimin, görüntümün toplum tarafından kabulü ve bununla bağlantılı olarak giyinmekleydi. Küçüklüğümden beri nasıl görünmem, nasıl giyinmem gerektiği ile ilgili koyulan kuralları kabul etmekte zorlanıyordum. Okulda üniformalarla, çalışma hayatında “dress code”larla mutsuzdum. Bedenimin şekli ve ölçüsü ve bu bağlamda giydiğim giysilerin uygunsuzluğu, yanlışlığı üzerinden zorlamalara maruz kalıyordum. Kendimi en kolay, en hızlı ve en severek giysilerle ifade ediyordum oysa. Yani “dress code”lara uymayan o her bir parçayı giymemin bir anlamı vardı benim için.
Okulda beden politikası ve iktidar üzerine okumaya başladıkça aslında tüm bu kuralların bedenim ve “kendiliğim” üzerinde kurulan toplumsal bir tahakküm olduğunu fark ettim. Daha sonra eko-feminizm okumaları “kadın bedeninin idealler aracılığı ile “sözde” geliştirilerek tahrip edilmesi, tek tipleştirilmesi ve bu sayede kontrol edilmesi” durumunun doğa için de geçerli olduğunu görmemi sağladı. Eril düzen, kadın bedenini ve doğayı tahakkümü altına alabileceği aşağı bir varlık olarak görüyor. Bu yüzden, Ren’in varoluş nedeni, kadınların kendi bedenleri ve doğa ile kurdukları ilişkiyi pozitif bir zemine taşımak.
Günlük yaşamınızda, evinizde çevreyi korumak için neler yapıyorsunuz?
İş süreçlerinde sürdürülebilirlik kaygısı ile stratejiler geliştirmek, kararlarımızı bu yönde almanın yanı sıra özel hayatımda da sıfır atık yaşamaya özen gösteriyorum. Hayatımdan özellikle tek kullanımlık plastiği tamamen çıkardım diyebiliriz. Karbon ayak izimi azaltmak için yakın mesafelerde yürümeyi ya da toplu taşıma kullanmayı tercih ediyorum. Alışverişlerimi çoğunlukla yerel üreticilerden yapmaya gayret ediyorum.
Kozmetik ürünü hiç kullanmıyorum. Kullandığım bazı cilt bakım ürünleri ve kişisel temizlik ürünlerini doğal ve geleneksel yöntemlerle üretilmiş olanlardan seçmeye gayret ediyorum. Ev temizliğinde de doğal sabun ve deterjanlar kullanmayı tercih ediyorum.
Son olarak, bence en önemlisi, minimal ve ihtiyaç temelli alışveriş yapıyorum. Dürtüsel satın almalardan kaçınıyorum. Eğer bir şey almam gerektiğini düşünüyorsam 25-30 gün bekleyip, hala ona ihtiyaç duyduğuma ikna isem o zaman satın alıyorum. Çünkü sürdürülebilir yaşam için başlangıç noktası bu bence, tüketim sıklığını ve miktarını azaltmak. Dünya bu şekilde tüketmeye devam ederse, doğal ve çevreci ürünler bile şimdi olduğu gibi zarar verecektir.
Gelecekte sürüdürülebilir modanın yerini nerede görüyorsunuz?
Sürdürülebilir Moda günümüzde dünyada çok büyük gelişmeler gösteriyor. Pazar payı da gün geçtikçe artıyor. Türkiye için henüz çok yeni bir kavram olsa da bu alanda yaratıcı ve yenilikçi çalışmalar yapan çok değerli markalar ve platformlar var. Örneğin, gezegene ve topluma duyarlı bir tekstil ve moda ekosisteminin oluşmasını amaçlayan; bilgi, deneyim ve fikir paylaşımına dayalı bağımsız bir platform olarak kurulan Sürdürülebilir Moda Platformu, bu alanda çalışmalar yapan profesyonelleri, çevre aktivistlerini ve bilinçli tüketicileri bir araya getiriyor.
Ayrıca Türkiye’de de çok güzel işler yapan ve bunu çok doğru yapan hızlı moda devlerine alternatif olabilecek yavaş moda markaları var. Ancak biz ve bizim gibi markaların, platformların bu gayretlerinden daha kıymetli ve etkili olan ise tüketicilerin hep bir ağızdan “Giysilerimi Kim Yaptı?” ve “Giysilerim Neyi Etkiliyor? “ diye sorması. Tüketicilerin farkındalıkları ve sürdürülebilir ve adil üretilmiş giysiler giyme talepleri arttıkça sürdürülebilir modanın Türkiye’deki konumu da güçlenecektir.