İnsanın Kendisiyle Baş Başa Kalma Deneyimi: Vipassana
Yazı Boyutu:
Gerçekliğin doğasının içgörü yöntemiyle sezilmesi anlamına gelen Vipassana‘yı, akredite mindfulness eğitmeni Emre Duru‘nun deneyimiyle dinliyoruz.
Tüm unvanlarınızın, işinizin, planlarınızın ve günlük hayattaki uyarıcıların bir süre için tamamen ortadan kalktığını düşünün. Mesela telefon yok, dolayısıyla Instagram, Facebook, Twitter, Youtube, WhatsApp, Google da yok. Çok sevdiğimiz kitaplarımız yok. Kalem, kağıt yok. Göz teması dahil sözlü ya da sözsüz iletişim yok. Kısaca meşgul olunacak hiçbir nesne ya da eylem yok.
Şimdi soruyu yeniden soralım: Bu şartlar altında kendimizle ne kadar baş başa kalabiliriz? Bu yazımda sizler için Hindistan’da yaşadığım Vipassana deneyimimi kaleme aldım.
{24386}
Vipassana Nedir?
Vipassana gerçekliğin doğasının içgörü yöntemiyle sezilmesi anlamına gelir. Başka bir deyişle olanı olduğu gibi görebilmek… Bunun için disiplinli bir şekilde bedene odaklanılarak zihin ve beden arasında yeniden bağ kurma çalışması yapılır. Bu yaklaşım dünya tarihinde 2 bin 500 yıldan uzun bir süredir var.
Bu deneyimi yaşamak için dünyanın farklı yerlerinde Vipassana merkezleri kurulmuş. Bu merkezler ücretsiz olmakla birlikte bağış usulüyle varlıklarını sürdürüyor. Çalışanlar ve eğitmenler ise daha önce bu programa katılmış gönüllülerden oluşuyor. Katılımcılar bu merkezlerde genellikle 10 gün boyunca inzivaya çekilerek sadece meditasyon yapıyor. Bu sürece “Nobel Silence” yani “Asil Sessizlik” deniyor. Meditasyon deyince akla ilk Budizm ve Hinduizm gelse de, aslında herhangi bir dinle bağlantısı yok. Bu sadece insanın dikkatini kendine verdiği ve kendisini yakından tanıdığı bir süreç.
Spontane bir kararla bu çalışmaya katılmaya karar verdim. Birkaç Vipassana merkeziyle iletişime geçtim ve hepsinden kontenjanın dolu olduğu cevabını aldım. Sonunda Hindistan Dehradun’da yer alan merkez rica mail’ime nazik bir cevap vererek katılabileceğimi belirtti.
Hindistan ve Meditasyon
İlk uçakla Yeni Delhi’ye uçtum. Hindistan’a yaptığım önceki seyahatlerimden tanıdığım bir dostum havalimanında beni karşıladı. Bir süre onun evinde vakit geçirdikten sonra gece vakti Dehradun’a giden otobüslerin olduğu yere doğru yola çıktık. Saatler süren bir bekleyişin ardından yaklaşık 6 saat sürecek yolculuk için bir otobüs bileti bulabildim.
Sadece insanların değil, yiyecek çuvallarının da taşındığı eski bir otobüstü. Öyle ki koltuğuma oturabilmek için çuvalları taşımalarına yardımcı olmam gerekti. Otobüs o kadar doluydu ki adım atacak yer yoktu. Kan ter içinde Dehradun’a vardım. Oradan bir rikşayla (Rickshaw) Vipassana merkezine doğru yola koyuldum. Rikşalar Hindistan’da taksi benzeri hizmet veren küçük triportör araçlar. Hindistan denince akla ilk gelenlerden.
Rikşanın şöförü bundan sonraki 10 gün konuşabileceğim son insan olduğu için muhabbet etme fırsatını kaçırmadım. O azıcık İngilizce biliyordu, benimse öğrendiğim birkaç kelimeden başka Hintçe bilgim yoktu. Buna rağmen iletişime mimik ve vücut dili ekleyerek ortaya çıkardığımız sohbet bize yetti.
{28785}
Yol o kadar engebeliydi ki kafamı birkaç sefer rikşanın tavanına çarparak gülme krizine girdim. Zaman geçtikçe şehir merkezinden uzaklaştık, insan sayısı gözle görülür oranda azaldı. Yol boyunca birkaç yüzyıllık ağaçları seyrederek merkeze vardım. 30 milyon kişinin yaşadığı, kaotik Yeni Delhi’den sonra yeşillerin içinde sakin bir yer…
Kayıt işlemleri için gittiğim ofiste bana incecik bir battaniye ve incelik konusunda bu battaniye ile yarışacak bir yastık verdiler. Bir bey 10 gün kalacağım odamı gösterdi. Yaklaşık 20 m2’lik iki kişilik bir odaydı bu. İlk dikkatimi çeken incecik keçeden yapılma yatak oldu. Boyası, sıvası dökülmüş duvarlar ve tavanla, dünya haritasını andırıyordu. Sıcak suya hasret kalacağım, pek de temiz olmayan bir de banyo vardı. Bu süre zarfında çamaşırlarımı ve bulaşıklarımı kendim yıkayacaktım. Ne de olsa tüm bunlar deneyimin bir parçasıydı.
Odada biraz vakit geçirdikten ve duş aldıktan sonra yemekhanede pilav, süt ve küçük bir elmadan oluşan bir yemek ikram ettiler. Bu 10 gün boyunca yiyeceğim menülerin fragmanı gibiydi. Yemek sonrasında bahçede yürümeye başladım, bir anda büyük bir gürültüyle ağaçlar sallanmaya ve dallar yağmur gibi önüme düşmeye başladı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir maymun sürüsü olduğunu fark ettim. Böylelikle yeni komşularımla da tanışmış oldum. Merkezin geniş bir bahçesi vardı ve hayatımda hiç görmediğim kadar çok çeşitte ve sayıda böcek gördüm. O kadar çoklardı ki basmadan yolda yürümek mümkün değildi, zarar görmemeleri için bir görevli sıklıkla onları yol kenarına süpürüyordu. Zira bu programın kurallarından biri, hiçbir canlıya zarar vermemek.
Her gün yaklaşık 11 saat meditasyon yapacağımız salona girdim. Hummalı bir hazırlık vardı. Bu genişçe salonda yerlere meditasyon minderi ve minderlerin üzerine de temiz kalmaları için örtü koyuyorlardı. Hemen yardıma koyuldum. Odanın sol tarafına erkekler için 40 sağ tarafına da kadınlar için 40 minder yerleştirdik.
Akşam ilk toplanma gerçekleşti. 80 kişilik kontenjanın tamamı doluydu ve bu grubun içinde Hindistanlı olmayan sadece 2 kişi vardı. Bunlardan biri ben diğeri ise 10 gün sonra tanışma fırsatı bulduğum Havaili bir kızdı. Bilgilendirme toplantısının ardından odalara dağıldık. Bu esnada yol üstünde çiyan benzeri bir böcek olduğundan üzerine basmamamız için bir görevli el feneriyle bize yol gösterdi.
Artık odamdaydım. 10 gün adını dahi bilmediğiniz, kurallar sebebiyle konuşamadığınız hatta göz göze bile gelemediğiniz biriyle aynı odayı paylaştığınızı düşünün. Bu çok farklı bir deneyimdi. İkimiz de süreç boyunca kuralları ihlal etmedik, sessizliği bozmadık. Var olan tek şey saygıydı, iletişim kurmadan da bunun hissedilebilmesi çok etkileyiciydi.
{26681}
Vipassana Meditasyon Deneyimi
Sıradan bir günün planı şöyleydi: Her gün sabah saat 4’te çan sesiyle uyanış. Uyanmanın ardından yarım saat içinde ilk meditasyon. Gün boyunca her biri 1 ila 2 saat arasında süren toplamda 10,5 saat meditasyon. 6:30’da kahvaltı, 11:00’da öğle yemeği. Saat 17:00’da çay molası. Çay molası diyorum çünkü akşam yemeği yok. Akşam saat 21:30’da ışıklar kapanıyor.
Meditasyon yönlendirmeleri önce Hintçe sonra da İngilizce yapılıyordu. İlk günlerde sadece toplu meditasyon yaptık. İlerleyen günlerde ise bazı zamanlarda herkese ayrı oda verildi. Oda kelimesi yanıltmasın, ayrı bir yapının içinde yer alan, her biri yaklaşık 3- 4 metrekarelik, yüksekçe bir tabutu andıran alanlar bunlar. Bir karış kadar pencereden süzülen ışık ve meditasyon minderi haricinde odada hiçbir şey yok. Bir tek sıklıkla ziyaretime gelen örümcek vardı.
Meditasyonlar beden taraması ya da nefes ve beden farkındalığı olarak isimlendireceğimiz meditasyonlardı. Temelde nefese, nefesin bedende yarattığı hislere ve duyumlara odaklanılan pratiklerdi. 21. yy insanları, bizler o kadar çok uyarıcıya maruz kalıyoruz ki en yakınımızda olan bitenden, yani bedenimizden bile kopuk yaşıyoruz. Bu pratikler dikkati keskinleştirmeyi ve çocukluğumuzda olduğu gibi yeniden bedenimizle bağ kurmamızı sağlıyor. Günlerce hiçbir uyarıcı olmadan dikkatinizi bedeninize verdiğinizi düşünün. Bir süre sonra en minimal beden duyumlarının farkına varıyorsunuz. Tıpkı salt bir sessizlik içinde bir kelebeğin kanat seslerini duyabilmek gibi. Ya da düşünce balonundan çıkarak yeniden bedeni hissetmek…
Günde yaklaşık 11 saat kadar yerde bağdaş kurarak oturmanın bazı zorlukları da yok değil. 2 saatlik bir meditasyonun ardından hemen kalkıp yürümek bazen pek kolay olmadı. Yine de bu deneyimi sonuna kadar götürmeye kararlıydım, öyle de oldu.
Vipassana Sonrası
10. günün sonunda sessizliği bozmanın vakti geldi. Artık aynı ortamı paylaştığım insanlarla, özellikle de oda arkadaşımla tanışıp konuşabilecektim. Programdaki tek yabancı ben olduğum için bir anda etrafım kalabalıklaştı. Her biriyle tanıştım. İş adamı, doktor, mühendis, işçi, sporcu; farklı mesleklerden, bambaşka karakterlerden insanlar… Çok zengininden en fakirine her tür insan vardı ve tüm unvanlardan uzak, sadece insan kimliğimizle oradaydık. Çok güldük, sessiz geçen onca gün sonunda yeniden iletişim kurabilmenin tadını çıkardık.
Daha Hızlı Koşabilmek İçin Durmayı Öğrenmek
“İnsan kendisiyle ne kadar baş başa kalabilir?” sorusu günümüzde çok sayıda kişi için zorlayıcı bir soru. Çünkü koşmaya alışan bizler için durmak, yavaşlamak sanıldığı kadar kolay değil. Geçtiğimiz hafta daha önce mindfulness eğitimlerime katılan katılımcılarla yarım gün süren ve “Sessizlik Günü” adını verdiğimiz bir etkinlik gerçekleştirdik. Bu süre zarfında tıpkı yukarıda anlattıklarıma benzer bir deneyim yaşadık. 10 gün olmasa da yarım gün sadece kendimizle baş başa kalmanın tadına vardık. Bu etkinlik süresince birlikte mindfulness pratikleri gerçekleştirdik. Pratikleri yönlendirmek haricinde ben de tıpkı tüm katılımcılar gibi sessizliği korudum.
{31037}
En etkileyici olan ise eğitim öncesinde bunu asla yapamayacağını düşünen katılımcıların etkinliğin sonuna kadar kalmaları ve sessizliği bozma vakti geldiğinde yaşadıkları sakin ve dingin ruh hallerini ifade etmeleri oldu.
Hepinize en yakın dostunuz olan kendinizle baş başa kalabildiğiniz, onu yakından tanıyıp sevdiğiniz bir ömür diliyorum.