preloader

Wellness Dünyasını Şekillendiren 7 Trend

21.03.2025
Wellness Dünyasını Şekillendiren 7 Trend

Yazı Boyutu:

Vagus siniri uyarımından soğuk su terapisine, hiperbarik oksijen tedavisinden yüksek protein diyetine kadar, 2025’te öne çıkan wellness trendlerini ve bilimsel gerçekliklerini keşfedin.​

Yeni nesil takviyeler, biohacking teknikleri, soğuk terapi ritüelleri ve bağırsak sağlığı trendleri… 2025 yılında wellness dünyasında hızla yayılan tüm bu akımlar, gerçekten sağlığımızı destekliyor mu, yoksa sadece iyi pazarlanmış birer moda mı? Uzman görüşleri eşliğinde, hangi trendlerin bilimsel olarak kanıtlanmış faydalar sunduğunu, hangilerinin ise biraz daha temkinli yaklaşılması gerektiğini keşfedelim. İşte bu yılın en büyük wellness trendleri ve gerçekte ne kadar işe yaradığına dair tüm detaylar!

Trend 1: Vagus siniri bedenin gizli süper gücü mü?

Stresli bir günün ardından derin bir nefes alıp gözlerinizi kapattığınızda, vücudunuzun gevşediğini hissediyor musunuz? Belki de farkında bile olmadan bedeninizi yöneten en güçlü oyunculardan biri devreye giriyor: Vagus siniri.

vagus sinirini gösteren bir görsel

Beyinden kalın bağırsağa kadar uzanan bu sinir, vücudun görünmeyen şefi gibi çalışır. Sinir sisteminin “dinlen ve sindir” fonksiyonlarını yöneten parasempatik sistemin en büyük destekçisi olarak, bizi savaş-kaç modundan çıkarıp dinginliğe davet eder. Öyle ki, Gwyneth Paltrow gibi wellness ikonlarının son yıllarda adını sıkça andığı bu sinir, zihinsel ve fiziksel sağlığımızın arkasındaki en büyük sır olabilir.

Akupunktur yoluyla vagus sinirinin uyarılması, kalp atış hızını dengeleyerek stres seviyelerini azaltabilir.

Heart Rhythm O2 çalışması, 2020

Peki, vagus siniri gerçekten bir ‘iyileşme butonu’ olabilir mi? Öyleyse bunu nasıl yapacağız? Cevap, hiç de karmaşık değil.

Uzman Görüşü: Vagus aktivitesi genel sağlığı iyileştirebilir

Kardiyoloji Prof. Dr. Ahmet Taha Alper
Kardiyoloji Prof. Dr. Ahmet Taha Alper

Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Taha Alper, vagus sinirinin doğru şekilde uyarılmasının vücutta pek çok olumlu etkiye yol açabileceğini söylüyor. Parasempatik sinir sistemini harekete geçirerek stresi azaltan, kalp hızını dengeleyen ve genel sağlığı iyileştiren bu sinir, basit ama etkili yöntemlerle desteklenebilir.

  • Derin ve bilinçli nefes almak, vagus sinirini uyarmanın en etkili yollarından biri. Dakikada 6-10 kez yavaş ve derin nefes almak, sinirin aktivitesini artırırken, diyaframdan nefes almak bu etkiyi daha da güçlendirebilir.
  • Meditasyon, özellikle “sevgi dolu şefkat” (loving-kindness) meditasyonu, sinirin çalışmasını destekleyerek zihni sakinleştirici ve dengeleyici bir etki yaratabilir.
  • Soğuk suya maruz kalmak, vagus sinirini hızla devreye sokan doğal yöntemlerden biri. Yüzü soğuk suyla yıkamak, kısa bir soğuk duş almak veya buz terapisi yapmak, sinirin aktivitesini artırarak bedeni gevşetebilir.
  • Ses ve titreşimlerin gücünden faydalanmak da etkili. Şarkı söylemek, mırıldanmak, hatta ‘om’ gibi titreşimli sesler çıkarmak, vagus sinirini harekete geçirerek vücudu rahatlatabilir.
  • Bağırsak sağlığı ile vagus siniri arasında güçlü bir bağ var. Probiyotikler ve fermente gıdalar, sindirim sistemini iyileştirerek vagus aktivitesini destekleyebilir.
  • Orta düzeyde egzersiz, özellikle yoga ve tai chi gibi hareketlerle birleşen aktiviteler, sinir sistemini dengeleyici etkiler yaratabilir.
  • Sosyal bağlar da bu siniri besleyen unsurlar arasında. Gülmek, sevdiklerinizle vakit geçirmek, doğada yürüyüş yapmak, temiz hava almak ve kaliteli uyku, vagus sinirini güçlendiren faktörler arasında.

Prof. Dr. Alper, herkesin fizyolojisinin farklı olduğunu ve yeni bir rutine başlamadan önce, özellikle sağlık sorunları olan kişilerin bir uzmana danışmasının önemli olduğunu vurguluyor.

Trend 2: Soğuk su terapisi gerçekten bedeni yeniler mi?

Soğuk su terapisini deneyen kadın
2025 wellness trendleri arasında soğuk su terapisi öne çıkıyor.

Buz gibi suyun içine dalmak… Kulağa ürkütücü geliyor, değil mi? Oysa Hailey Bieber, Chris Hemsworth ve birçok CEO her sabah buz banyosuna girerek güne başlamanın hayatlarını nasıl değiştirdiğini anlatıyor. Dopamin patlaması, enerji artışı, stresin azalması derken, soğuk su terapisi wellness dünyasında hızla yayılan bir trend haline geldi. Hatta, Hipokrat’ın bile bu yöntemi şifa kaynağı olarak gördüğü söyleniyor.
Peki, gerçekten işe yarıyor mu? Yoksa bu, sadece cesaret gerektiren bir wellness efsanesi mi?

Buz gibi suya girdiğinizde ilk hissettiğiniz şey, şok etkisi olur. Kalbiniz hızlanır, nefesiniz kesilir, tüm vücudunuz adeta alarma geçer. Bu fizyolojik tepkilerin tamamı soğuk su terapisinin temelinde yatıyor.

  • 2022’de International Journal of Circumpolar Health’te yayımlanan bir araştırmaya göre, soğuk suya dalmak stres hormonu olan kortizolü azaltabilir ve ruh halini iyileştirebilir.
  • Soğuk suyun mutluluk hormonu olarak bilinen dopamin seviyelerini yüzde 250 oranında artırabileceğini gösteren çalışmalar var. Yani, birkaç saniyelik titremeden, enerjik ve berrak bir zihinle çıkmak mümkün.
  • Buz banyosuna giren birçok kişi, zihinsel netlik kazandığını ve gün boyu daha verimli hissettiğini söylüyor. Beyin, bu ani değişime adapte olmaya çalışırken, odaklanma ve dayanıklılığı artıran mekanizmalar devreye giriyor.

Soğuk Su Terapisi Kriyoterapi Hakkında Her Şey

Peki bütün bunlar soğuk su terapisini herkes için ideal bir yöntem yapar mı? İşte burada işler biraz değişiyor… Olumlu etkiler herkes için geçerli olmayabilir. 2021’de Lifestyle Medicine dergisinde yayımlanan bir araştırma, ani soğuk şokun hiperventilasyon, kalp ritim bozuklukları ve tansiyon dalgalanmalarına yol açabileceğini belirtiyor. Özellikle kalp rahatsızlığı veya dolaşım problemleri olan kişiler için bu trend tehlikeli olabilir.

  • Eğer soğuk su terapisini denemek istiyorsanız, önce vücudunuzun bu şoka nasıl tepki verdiğini gözlemleyin. Ani ve uzun süreli maruziyet yerine, birkaç saniyelik kısa denemelerle başlamak daha güvenli olabilir.
  • Tamamen buz gibi suya dalmak gözünü korkutuyorsa, soğuk duşlarla başlamak da bir seçenek. 30 saniyelik soğuk su maruziyeti bile vücudu bu sürece adapte etmeye yardımcı olabilir.

Uzman Görüşü: Soğuk suyun riskleri göz ardı edilmemeli

Prof. Dr. Hakan Murat Terekeci
Prof. Dr. Hakan Murat Terekeci, Memorial Ataşehir Hastanesi

Prof. Dr. Hakan Murat Terekeci, soğuk su terapisinin her ne kadar popüler bir wellness trendi haline gelse de, herkes için güvenli olmayabileceğini vurguluyor:

“Soğuk suya ani dalış, vücudun hayati organlarını koruma refleksini devreye sokar. Bu da dolaşım sisteminin kan akışını ekstremitelerden (kol ve bacaklar) çekerek merkeze yönlendirmesine neden olur. Sonuç? Ellerde ve ayaklarda kan dolaşımı azalır, güç ve koordinasyon kaybı zorlaşır. Ayrıca, hızlı ısı kaybı hipotermiye yol açabilir. Bu durum vücudun titremesine yol açar, net düşünme yetisini ve refleksleri de yavaşlatabilir. Soğuk havada üşümek ve soğuk suya dalmak arasında büyük bir fark var. Su, ısıyı havadan 25 kat daha hızlı uzaklaştırır, bu yüzden soğuk suya girmek, tahmin edilenden çok daha hızlı hipotermi riskini artırabilir.”

Sonuç olarak, soğuk su terapisinin faydaları konuşulsa da, bu yöntemi uygulamadan önce bireysel sağlık durumunu göz önünde bulundurmak önemli. Özellikle kalp-damar hastalığı, dolaşım problemleri veya düşük tansiyon gibi sağlık sorunları olan kişiler için riskler daha yüksek olabilir. Eğer bu trendi denemek istiyorsanız, kendi sınırlarınızı bilerek ve aşırıya kaçmadan ilerlemeniz en sağlıklısı.

Trend 3: Hiperbarik oksijen terapisi ünlülerin yeni mucizesi mi, bilimsel bir tartışma mı?

Hiperbarik Oksijen Terapisi yapan bir grup

Justin Bieber’ın kayıt stüdyosunda, Cristiano Ronaldo’nun antrenman rutininde ve Michael Phelps’in spor sonrası iyileşme programında ortak bir detay var: Hiperbarik Oksijen Terapisi. Son yıllarda üst düzey yöneticiler de zihinsel keskinliği artırmak ve genel iyilik halini desteklemek için bu yöntemi tercih ediyor. Hatta Financial Times’a göre bazı CEO’lar, bu terapinin Alzheimer ile ilişkilendirilen beyin plaklarını azaltabileceğini düşünüyor. Nicole Kidman’ın son filmi Babygirl’de canlandırdığı CEO karakterinin bile hiperbarik oksijen odasında vakit geçirdiğini düşünürsek, bu terapinin yalnızca bir sağlık trendi değil, popüler kültürde de önemli bir yer edinmeye başladığını söyleyebiliriz.

Peki, bu yöntem gerçekten vaat ettiği faydaları sağlıyor mu?

Hiperbarik oksijen terapisi, özel bir basınç odasında saf oksijen soluyarak vücuttaki oksijen seviyesini artırma prensibine dayanıyor. Normal şartlarda oksijen, kırmızı kan hücreleri aracılığıyla taşınırken, bu terapi sayesinde doğrudan kan plazmasına nüfuz ederek, dokulara daha fazla oksijen ulaşmasını sağlıyor.

Bu durum, vücudun iyileşme süreçlerini hızlandırabileceği için sporculardan cerrahi sonrası iyileşme sürecine giren kişilere kadar geniş bir kitle tarafından ilgi görüyor.

  • Artan oksijen seviyesi, vücutta iltihaplanmayı düşürebilir ve bağışıklık sistemini destekleyebilir.
  • Oksijen terapisi, sakinleştirici etkileriyle zihinsel berraklığı artırabilir ve beyin fonksiyonlarını destekleyebilir.
  • FDA, Temmuz 2021’de hiperbarik oksijen terapisini yanık tedavisi ve yara iyileşmesi için onayladı. Bu yüzden estetik operasyonlar sonrası iyileşmeyi hızlandırmak için de tercih ediliyor.

Ancak tüm bu potansiyel faydalara rağmen, uzmanlar bu yöntemin herkes için uygun olmayabileceği konusunda uyarıyor.

Hiperbarik oksijen odaları, basınçla çalıştığı için akciğer rahatsızlığı veya orta kulak basınç dengesi sorunları olan kişilerde ciddi sağlık riskleri yaratabilir.

  • Son dönemde, ev tipi taşınabilir hiperbarik oksijen odalarının satışa sunulduğunu görüyoruz. Ancak FDA, bu cihazların yangın ve boğulma riski taşıdığı konusunda net bir uyarıda bulunuyor.
  • Bu terapiyle ilgili araştırmalar umut verici olsa da, COVID-19 sonrası beyin sisi, travmatik beyin yaralanmaları ve nörolojik hastalıklar üzerindeki etkileri konusunda kesin veriler henüz mevcut değil.

Sonuç olarak, hiperbarik oksijen terapisi, yenilikçi ve dikkat çekici bir yöntem ama herkes için güvenli mi sorusunun cevabı hâlâ tam olarak bilinmiyor. Eğer bu yöntemi denemek istiyorsanız öncesinde mutlaka bir uzmana danışmakta fayda var.

Uzman Görüşü: Yalnızca basınçlı ortamda etkili

Op. Dr. Barbaros Hayrettin Uzuner
Op. Dr. Barbaros Hayrettin Uzuner
Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı

Op. Dr. Barbaros Hayrettin Uzuner, hiperbarik oksijen terapisinin tıbbi olarak köklü bir geçmişi olduğunu vurguluyor.

Dr. Uzuner, bu yöntemin özellikle dalgıç hastalıkları (vurgun), gazlı kangren, beyin ödemi ve karbonmonoksit zehirlenmeleri gibi acil durumlarda etkili olduğunun klinik çalışmalarla kanıtlandığını belirtiyor:

“Yanıklar, ani işitme ve görme kaybı, diyabetik yaralar, enfeksiyonlar, sinir hasarları ve radyasyonun neden olduğu doku ölümleri gibi geniş bir yelpazede iyileşme sürecini destekleyebilir. Ancak yalnızca basınçlı ortamda etkilidir. Deri yoluyla ya da normal basınç altında verilen oksijen aynı faydaları sağlamaz.”

Özetle bu terapi, tıbbi olarak etkili ve FDA tarafından belirli durumlar için onaylanmış bir yöntem. Ancak herkes için uygun değil. Eğer hiperbarik oksijen odasına girmeyi düşünüyorsanız, öncesinde mutlaka bir doktora danışmalısınız.

Trend 4: Yüksek protein diyeti gerçekten gerekli mi, yoksa bir abartı mı?

protein açısından zengin besinler tabağı

TikTok’taki her beslenme videosunda aynı manzarayı görüyoruz: Biftek, avokado, yoğurt üçlüsü, litrelerce kemik suyu, devasa protein shakeleri… Son yılların en popüler beslenme akımlarından biri yüksek protein diyeti. Fitness fenomenleri, influencer’lar ve sporcular proteinin altın çağını yaşadığını söylüyor. Peki, gerçekten her öğünde protein bombası tüketmek şart mı?

Bilim, protein tüketiminin kas gelişimi, kemik sağlığı ve metabolizma üzerinde önemli bir rol oynadığını kabul ediyor. Önerilen günlük alım miktarı vücut ağırlığının her 2 kilosu başına 1 gram civarında. Örneğin, 77 kilo olan bir kadının ortalama 62 gram protein tüketmesi yeterli. Özellikle yaş ilerledikçe osteoporoz riski arttığından, kadınlar için de hayati bir besin kaynağı.

Ancak sosyal medyanın etkisiyle, bu öneriler hızla ekstrem boyutlara taşındı. 150 gramın üzerinde protein tüketmeyi hedefleyenler, et ve süt ürünlerini aşırıya kaçan miktarlarda tüketerek, farkında olmadan sağlıklarını riske atabiliyorlar.

  • Hormonları dengeler mi? Bilimsel bir kanıt yok.
  • Cildi temizler mi? Bu konuda herhangi bir çalışma bulunmuyor.
  • Bel çevresini inceltir mi? Protein tok tutar ama yağ yakımı üzerinde doğrudan etkisi olduğu kanıtlanmış değil.

ISRN Nutrition’da yayımlanan bir araştırmaya göre, aşırı protein tüketimi koroner kalp hastalığı, karaciğer sorunları, kemik erimesi ve kanser riskini artırabilir. 2024 yılında Nature Metabolism dergisinde yayımlanan başka bir çalışma ise yüksek protein diyetlerinin uzun vadede faydadan çok zarar getirdiğini ortaya koydu.

Özetle: Protein gerekli, ama her şeyin fazlası zarar.

Elbette kontrollü ve bilinçli uygulandığında sağlıklı bir beslenme düzeninin parçası olabilir. Ancak TikTok’taki “her şeyin üzerine ekstra protein ekleyelim” takıntısı, uzun vadede sürdürülebilir bir alışkanlık değil.

Eğer gerçekten sağlıklı bir protein alımı istiyorsanız, bitkisel ve hayvansal proteinleri dengeli tüketmek, vücudunuzun ihtiyacını dinlemek ve aşırıya kaçmamak en iyi yaklaşım. Çünkü bazen yemek sadece yemek olabilir. Her lokmaya bir anlam yüklemek zorunda değiliz!

Uzman Görüşü: Uzun vadeli etkileri konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç var

Beslenme Uzmanı Dilara Koçak
Beslenme Uzmanı Dilara Koçak

Yeterli ve dengeli beslenmek için Dünya Sağlık Örgütü sağlıklı bireylerin kilogram başına 0.8 ile 1.1 gram arasında protein tüketmesini öneriyor. Örneğin 70 kg olan bir kadının, 60 -70 gram arasında protein alması gerektiğinden bahsedebiliriz. Protein ağırlıklı beslenmenin uygulanmasının olumlu sonuçlar verdiğini belirten çalışmalarda, alınan protein miktarı günde 1.2- 1.7 gr/kg hatta bazı durumlarda 2 kg arasında değişebiliyor.

Aşırı protein tüketimi, böbrek sağlığınız için zorlayıcı olabiliyor, özellikle hassas bireylerde. Yüksek protein ve hayvansal yağ tüketiminin PH dengesini etkileyerek metabolik asidoza sebep olabileceği de unutulmamalı. Aynı zamanda yüksek doymuş yağ alımı, uzun vadede kalp-damar hastalığı için risk faktörlerinin başında geliyor. American Heart Association, bu tür beslenme düzenlerinin uzun vadede kalp hastalıkları riskini ve damar sertleşmesi riskini artırabileceğini vurguluyor. Bu nedenle hayvansal protein ve bitkisel protein dengesi önemli. The American Journal of Clinical Nutrition dergisinde yayımlanan araştırma; bitki bazlı proteinin hayvansal proteine oranının daha yüksek olduğu bir diyetin, kardiyovasküler hastalık (KVH) ve koroner kalp hastalığı (KKH) riskini azaltabileceğini belirtiyor.
Tabi bunu bir de çevresel sürdürülebilirlik yönünden düşünmek lazım. Özellikle hayvansal kaynaklı besinlerin bitkisel olanlara oranla karbon ayak izinin katbekat fazla olduğunu söylemek de mümkün. Örneğin 1 kilogram sığır eti üretilmesi, çevreye 60 kilogram sera gazı yayarken, 1 kilo bezelye sadece 1 kilo sera gazı yayılmasına neden olur.

Her zaman doğru bilgiye doğru kaynaktan ulaşmanın, moda diyetler yerine sürdürülebilir bir beslenme ve yaşam tarzı alışkanlıklarının önemini anlatıyorum. Her bireyin genetik yapısı, yaşam tarzı ve sağlık durumu farklı. Bu yüzden “tek tip” bir diyet herkes için uygun değil.

Son yıllarda hızlı kilo vermeyi vadeden pek çok diyette artış var. Hızlı kilo vermeyi vadeden akımlardan biri de ‘karnivor’. Bu akım, bitkisel gıdalardan alınan birçok temel besin ögesini dışladığı için besin eksikliklerine yol açabiliyor. C vitamini, magnezyum, potasyum gibi bitkisel kaynaklı besinlerin eksikliği en sık karşılaşılanlardan. Bu beslenme modelinde enerji alımı kısıtlı olduğundan kısa vadede kilo kaybı yaşansa da, arkasında pek çok risk faktörünü beraberinde getiriyor. Elbette yeterli protein alımının kas sağlığı ve onarımı, hormon ve enzim üretimi, tokluk hissi ve kilo kontrolü gibi pek çok süreçte etkisi var. Fakat burada sadece protein değil protein-yağ-karbonhidrat ve lif alımını bir arada göz önünde bulundurmak gerek. Yüksek proteinli diyetlerin kısa vadeli bazı faydaları olsa da, uzun vadeli etkileri konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu da söylemek mümkün.

Son yıllarda sadece sosyal medyada değil, küresel gıda trendlerinde de yüksek protein içeriğine sahip ürünlerde büyük bir artış görüyoruz. Burada dünya genelindeki bitki bazlı beslenme ve bitkisel protein alternatiflerindeki artıştan bahsetmek mümkün. Baklagillerin en önemli özelliklerinden birinin bitkisel protein kaynağı olduğunu duymuşsunuzdur. 100 gram mercimek 20-25 gram (çiğ) protein içeriğiyle kırmızı et ile eş değer miktarda protein içeriyor. Baklagilleri filizlendirme yöntemiyle besin profilini iyileştirebilir, filizlendirilmiş bakliyatlarla sofranızı renklendirebilirsiniz. Öyle ki filizlenmenin gıdaların aminoasit profilini iyileştirdiği, protein konsantrasyonlarını artırdığı ve vitamin ve minerallerin kalitesini ve kullanılabilirliğini iyileştirdiği birçok çalışmada gösteriliyor. Aynı zamanda filizlendirme işlemi ile fitik asit ve lektin uzaklaştırıldığı için şişkinlik ve gaz problemlerinin de önüne geçmiş olursunuz.


Trend 5: Kolostrum gerçekten ‘sıvı altın’ mı, yoksa yeni bir wellness hype’ı mı?

Kolostrumu simgeleyen bir görsel

Sofia Richie Grainge smoothie’sine katıyor, Kourtney Kardashian doğum çantasına koyuyor, wellness dünyası ise “sıvı altın” diye bahsediyor. Kolostrum, son dönemin en gözde takviyelerinden biri. Peki gerçekten bu kadar mucizevi mi, yoksa bir influencer furyası daha mı?

Yeni doğan bebekler için hayati öneme sahip olan bu ilk süt, bağışıklık sistemini güçlendiren immünoglobulinler, antimikrobiyal peptitler ve büyüme faktörleriyle dolu. Peki, yetişkinler için de aynı etkiyi gösterebilir mi?

Son dönemde kolostrum, bağırsak sağlığını destekleyici bir süper gıda olarak pazarlanıyor. Sığır kolostrumu toz haline getirilerek takviye formuna dönüştürülüyor ve özellikle “sızdıran bağırsak sendromu” gibi sindirim problemlerini hafifletme iddiasıyla satışa sunuluyor.

  • 2021’de Frontiers in Nutrition’da yayımlanan bir ön çalışma, kolostrumun bağırsak bariyerini güçlendirebileceğini ve inflamasyonu azaltabileceğini öne sürdü.
  • Bazı kullanıcılar, kolostrumu Lactaid hapları gibi bir sindirim destekleyici olarak görüyor ve mide hassasiyetini azalttığını söylüyor.

Bu alandaki araştırmalar hâlâ başlangıç aşamasında. Kolostrum takviyelerinin sağlık üzerinde mucizevi bir etkisi olduğuna dair kesin bilimsel kanıtlar yok. Bu noktada da önemli bir soru çıkıyor karşımıza: Yetişkinlerin kolostrum takviyesine ihtiyacı var mı?

  • Bağırsak sağlığı üzerinde olumlu etkileri olabileceği düşünülüyor.
  • Ancak süt ürünlerine alerjisi olanlar için uygun değil.
  • Bazı işlenmiş kolostrum ürünleri, katkı maddeleri içerdiğinden sindirim sorunlarına yol açabilir.

Uzmanlar kolostrumun mide asidinde parçalanabileceğini ve sindirim enzimlerine maruz kaldığında etkinliğinin azalabileceğini söylüyor. Yani, takviye formundaki kolostrum gerçekten işe yarıyor mu sorusu hâlâ net değil.

Bilimsel Veriler

  • 1 Brinkworth et al., 2002 – Journal of Applied Physiology: Bu çalışmada, sporculara 8 hafta boyunca sığır kolostrumu takviyesi verildi ve bağışıklık sistemine etkileri gözlemlendi. Sonuçlara göre, kolostrum takviyesi alan grupta üst solunum yolu enfeksiyonu insidansında belirgin bir azalma görüldü. Ayrıca mukozal IgA seviyeleri arttı, bağırsak bariyer bütünlüğünün daha iyi korunduğu belirlendi.
  • 2 Playford et al., 2001 – Gut Journal: Bu randomize kontrollü çalışmada, sığır kolostrumunun inflamatuvar bağırsak hastalığı (özellikle Crohn hastalığı) üzerindeki etkileri değerlendirildi. Kolostrum verilen hastalarda semptomların hafiflediği, mukozal iyileşmenin hızlandığı ve intestinal permeabilitenin (bağırsak geçirgenliğinin) azaldığı gözlemlendi. Bu bulgular, kolostrumun lokal bağışıklık savunmasını da desteklediğini gösteriyor.
  • 3 Shing et al., 2009 – Nutrition Journal: Dayanıklılık sporcuları üzerinde yapılan bu çalışmada, 12 haftalık kolostrum takviyesi sonrasında sistemik IgG düzeylerinde artış, hastalığa bağlı antrenman kesintilerinde azalma ve genel bağışıklık dengesinde iyileşme raporlandı. Bu da kolostrumun sistemik adaptif bağışıklığı desteklediğini ortaya koyuyor.

Uzman Görüşü: Ne kadar etkili olduğu net değil

Prof. Dr. Meltem Ergün
Prof. Dr. Meltem Ergün
Yeditepe Üniversitesi Kozyatağı Hastanesi

Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Meltem Ergün, kolostrumun sağlık üzerindeki potansiyel faydalarını kabul etse de, hala birçok soru işareti barındırdığını vurguluyor:

“Kolostrum (ağız sütü ya da ilk süt) takviyesi, özellikle bağışıklık sistemi, bağırsak sağlığı ve spor performansı açısından çeşitli faydalar sağlayabilir. Bağışıklık sistemini güçlendirici etki gösterebilir, enfeksiyonlara karşı koruma sağlayabilir. Bağırsak geçirgenliğini azaltarak “sızdıran bağırsak sendromu” gibi sorunların önüne geçebilir. Bağırsakta yerleşmiş olan faydalı bakterilerin büyümesini destekleyerek bağırsak mikrobiyotasını iyileştirdiği düşünülüyor. Bazı araştırmalar, kolostrum takviyesinin kas onarımını hızlandırabileceğini ve egzersiz sonrası toparlanmayı iyileştirebileceğini gösteriyor. Ayrıca büyüme faktörleri sayesinde kas kütlesinin korunmasına da yardımcı olabilir. Yaşlanma karşıtı etkilere de sahip olabilir. Cilt sağlığına ve genel enerji seviyelerine katkı sağlayabileceği düşünülüyor. Ancak süt ürünlerine alerjisi olanlar için uygun değil.

Kalitesiz veya işlenmiş takviyeler istenen etkinlikte olmayabilir. Piyasadaki ağız yoluyla alınan takviye ürünlerinde genellikle bitki ekstratları vb de var. Bu durumda karaciğer enzimlerinde yükselme, böbrek fonksiyonlarında bozulma vb ortaya çıkabilir. Bitkisel ürünlerin etkinliği ve yan etki profili net olarak bilinmediğinden, bunların kullanımı pek tavsiye edilmez. Yani kaş yapacağım derken göz çıkarmayalım. Sonuç olarak, kolostrum takviyesi bağışıklık ve bağırsak sağlığı açısından faydalı olabilir, ancak kişisel sağlık durumuna ve yaşam tarzına göre etkileri değişebilir. Bilimsel araştırmalar umut verici olsa da, mide asidine ve sindirim enzimlerine maruz kalan kolostrumun bünyede ne kadar etkili olduğu halen net değil.

Trend 6: Human Design kendini tanımanın şifresi mi?

human design sembolü

Kişisel gelişimin İsviçre çakısı gibi düşünebileceğimiz Human Design, astroloji, kabala, I-Ching ve kuantum fiziği gibi farklı disiplinleri sentezleyerek, “Kimim ben ve nasıl kararlar almalıyım?” sorusuna yanıt arayan bir sistem. 1990’ların başında ortaya çıkan bu spiritüel model, son yıllarda özellikle LinkedIn’de iş dünyasının güçlü ve zayıf yönlerini anlamak için popüler bir araç haline geldi.

Peki, gerçekten işe yarıyor mu? Yoksa bu da kişisel gelişim dünyasının geçici trendlerinden biri mi?

Sistem, doğum tarihiniz, saatiniz ve yeriniz baz alınarak “BodyGraph” adı verilen kişisel bir harita oluşturuyor. Bu grafik, hayattaki donanımlarınızı, doğal eğilimlerinizi ve karar verme mekanizmanızı gösteren bir kullanım kılavuzu sunuyor.

Tip: Enerji kategorinizi belirler. (Örneğin: Jeneratör – inşa eden, Projektör – rehber olan, Manifestör – harekete geçiren, Reflektör – başkalarını yansıtan.)
Strateji: Hayatta nasıl ilerlemeniz gerektiğini gösterir.
Profil: Hayattaki rolünüzü ve kişiliğinizi tanımlar.

Örneğin, Taylor Swift’in bir “projektör” olduğu söyleniyor. Yani, başkalarına rehberlik eden, yön gösteren bir enerji tipine sahip. Otoritesi ise splenik-dalak, yani içgüdüleriyle hareket etmeye eğilimli. Profili “5-1”, yani araştırmacı ve pratik bir problem çözücü.

Human Design’ı astroloji gibi düşünebiliriz: Kesin doğrular sunmaz, ama bir rehber olarak kullanılabilir.

  • Güçlü ve zayıf yönlerinizi keşfetmek için faydalı olabilir.
  • İş dünyasında liderlik, karar alma mekanizmaları ve ekip içi dinamikleri anlamak için bazı kişilerde işe yaradığı söyleniyor.
  • Bilimsel olarak kanıtlanmış bir teori değil.

Özetle; bu sistem geleceği tahmin etmez, ama doğru kararları nasıl alacağınızı anlamanız için bir kılavuz sunabilir. Human Design’ı mutlak bir yol haritası gibi görmek yerine, kişisel gelişim yolculuğunuzda bir pusula olarak kullanmak en sağlıklı yaklaşım.

Uzman Görüşü: Keşif sürecimizi destekleyen bir araç

İlkgün Amitabha Jan
İlkgün Amitabha Jan
Human Designer

Human Designer İlkgün Amitabha Jan, Human Design’ı “Hayatımızın kullanım kılavuzu” olarak tanımlıyor. Ona göre bu sistem, özümüzle uyum içinde yaşamak için bir rehber sunuyor ve bizi olduğumuz kişi olarak nasıl daha tatmin edici bir hayat sürebileceğimiz konusunda yönlendiriyor:

“Eve yeni aldığımız elektronik aletlerin kılavuzları gibi Human Design sayesinde elimize aldığımız kullanım kılavuzumuz da bize olduğumuz, özümüzdeki kişi ile uyumlu bir şekilde hayatı nasıl yaşayacağımız konusunda rehberlik eder. Yeteneklerimizin, becerilerimizin ve potansiyelimizin farkına vararak, kendimizi diğerlerinden ayrıştırabilmenin ve kendi özümüzdeki doğaya teslim olmanın yolundan gidebiliriz.

Beden grafiğimiz Dünya ile etkileşime geçmek için nasıl tasarlandığımızı anlamamıza yardımcı olur ve çevrenin, bize bakım verenlerin üzerimizdeki etkisine ve koşullandırmasına dikkati getirerek, hayatta hangi alanlarda hassas olduğumuzu anlatır. Bir başka deyişle kullanım kılavuzumuz, içsel rehberlik sisteminizin nasıl çalıştığını açıklar ve yaşam deneyiminizi tatmine, başarıya, huzura, sürprizlere taşıyan kararlar alabilmemiz için bize pratik teknikler sağlar. Human Design ile bir yetişkin olarak tanıştığımızda, doğuştan gelen bilgeliğimizi ve gücümüzü uyandırma yoluna adım atarız. Gerçek benliğimize uyanma sürecimiz iki şeye ihtiyaç duyar: Kullanım kılavuzumuzu bilmek ve bu kılavuzu hayata geçirmeye vesile olan deneysel siteme teslim olmak. Bir yetişkin için, hayatı kendi gibi yaşamaya giden yol zorlu olabilir. Yaşam boyu süren alışkanlıkların ve şartlandırmaların üstesinden gelmek bağlılık, cesaret ve kararlılık gerektirir.

Basit ama son derece etkili bir şekilde yaşam kalitemizi nasıl artıracağımızı keşfedebilmemize vesile olur Human Design. Hayatta sürekli bir şeyler için kararlar vererek ilerliyoruz ve bu kararlar ilişkilerimizden kariyerimize bazı yollara çıkarıyor bizleri. Eğer özümüze göre karar verebilirsek zorlanmaların içinden bunalmadan geçebiliriz. Özgün doğamızla uyumlu, yani kişisel Otoritemize dayalı seçimler yapma konusunda, doğuştan gelen yeteneğimizin farkına varmamızı sağlar. Tasarımlarımızı deneyimleyebilmek, bizim için doğru olanı bulabilmemizle başlar. Human Design her birimizin hem yaşamda hem de iş hayatımızda başarılı olmak için nasıl benzersiz bir şekilde yetenekli olduğumuzu görme fırsatı sağlar. En önemlisi, başkalarına bakmak veya başkalarının nasıl parladığını kopyalamaya çalışmak yerine, kendi ışıltınızı ve güzelliğinizi hatırlamanızı sağlar.

Human Design iş dünyasına ve günlük yaşamda devrim niteliğinde bir sistem ve diğer kişilik değerlendirme araçlarından farklı. Bunların çoğu kim olduğunuzu, güçlü ve zayıf yönlerinizi ve kariyer potansiyelinizin ne olduğunu belirlemek için bir dizi soruyu yanıtlamaya dayanır. Analiz sonuçları, doğumda aldığınız benzersiz enerjik izinizi ortaya çıkarır.

Olmadığın kişi gibi olmak, yani koşullanmalardan hayatı yaşamak, genetik olarak başa çıkmak donanımına sahip olmadığımız enerjilerle sürekli yüzleşmek rahatsızlıklara yol açar. Human Design, bedenin ve zihnin nasıl çalışması gerektiğini ve süreci destekleyebilecek diğer kişilerle nasıl hizalanacağınızı anlamanıza yardımcı olabilecek değerli bir araç. Otantik doğamızı yaşamanın getirdiği ödül, Tasarımımız hakkında bilgi edinmek için harcadığımız zamana ve sürecimizi deneyimlemenin enerjisine değer. Grafiğimizi anlayarak kazanılan iç görüler, kendimiz ve başkalarıyla etkileşimimiz hakkında yeni bir bakış açısı sunar. Ayrıca edindiğimiz iç görüler, zihnin neden olduğu bir koşullanma ve iç çalkantıların kurbanı olmaktan bizi korumaya yardımcı olur.

Bireysel ihtiyaçlarımıza göre hayatta nasıl var olduğumuzu öğrenmek ve kendimiz için doğru seçimler yapmak; sağlığa, esenliğe, daha iyi ilişkilere ve profesyonel yaşamda doyuma vesile olur. Bu, günlük yaşamın bir parçası olan korkuları ve stresleri azaltır, hatta ortadan kaldırır.

Trend 7: Myers-Briggs Kişilik Testi Kendini Keşif aracı mı, yoksa sosyal medya fenomeni mi?

iş insanları

Okul testleri geride kaldı ama hayat hâlâ testlerle dolu: İlişki uyumluluk testleri, iş yetenek testleri ve kişiliğimizi anlamaya yönelik değerlendirmeler… Bu alandaki en popüler ve uzun ömürlü testlerden biri de Myers-Briggs Kişilik Göstergesi (MBTI).

Başlangıçta iş dünyasında liderlik yeteneklerini ölçmek için tasarlanan MBTI, zamanla 16 farklı kişilik tipiyle bireysel keşif yolculuğunun kapılarını aralayan bir araca dönüştü. Ancak son yıllarda TikTok sayesinde Z kuşağı arasında adeta viral oldu. Kullanıcılar, MBTI tiplerine göre kendilerini anlatan mizahi içerikler üretip, online topluluklar oluşturuyor. Peki, bu test gerçekten ne kadar güvenilir?

MBTI, kişilik tiplerini dört temel eksende sınıflandırıyor:

  • İçe dönüklük (I) – Dışa dönüklük (E): Enerjinizi içeriden mi alırsınız, yoksa dış dünyadan mı?
  • Sezgisel (N) – Somut (S) düşünme: Büyük resmi mi görmeye odaklanırsınız, yoksa detaylara mı?
  • Düşünsel (T) – Duygusal (F) karar alma: Kararlarınızı mantıkla mı, yoksa duygularınızla mı verirsiniz?
  • Yargılayıcı (J) – Esnek (P) olma: Düzenli ve planlı mısınız, yoksa akışına mı bırakırsınız?

Bu dört eksenin birleşimiyle ortaya çıkan 16 farklı kişilik tipi, insanların kendilerini ve başkalarını daha iyi anlamasına yardımcı olmayı amaçlıyor. Örneğin, INTP’ler (İçe dönük, sezgisel, düşünsel, esnek) analitik ve yaratıcı bireyler olarak tanımlanıyor ve yenilikçilik konusunda avantajlı olabilecekleri düşünülüyor.

Ancak işin içine bilim girince, MBTI’nin güvenilirliği konusunda bazı soru işaretleri var.

  • Bazı uzmanlara göre, MBTI’nin bilimsel geçerliliği sınırlı. Çünkü test, kişinin kendini nasıl gördüğüne dayanıyor, yani yanlı olabilir.
  • Aynı kişide zamanla değişken sonuçlar verebilir. Bugün ENTP çıkarken, birkaç ay sonra INTJ olabilirsiniz!
  • Psikoloji dünyasında daha bilimsel kabul edilen Big Five (Beş Büyük Faktör) testi gibi alternatifler mevcut.

Yani, MBTI kesin bir tanı koymaz. Ama kendinizi anlamak ve kişisel farkındalık kazanmak için faydalı bir araç olabilir. Ancak onu bir “kendi kaderimizi belirleyen” sistem gibi görmek yerine, kişiliğimizin farklı yönlerini keşfetmek için kullanmak daha sağlıklı.

Önemli olan, kendimizi bir etikete sıkıştırmak yerine, kişiliğimizi dinamik ve gelişen bir süreç olarak görmek.

Uzman Görüşü: Etik tartışmaların da odağında

Altan Bulur
Altan Bulur
Fill In The Blanks / Managing Partner

Fill In The Blanks / Managing Partner Altan Bulur, kişilik analiz testlerinin özellikle işe alım süreçlerinde destekleyici bir araç olarak kullanılabileceğini belirtiyor.

“Bu tip kişilik analiz testleri işe alım süreçlerinde destekleyici. Myers-Briggs ve benzerleri de genellikle Jung’un arketip çalışmaları ışığında şekillenmiş testler. Bu testler sayesinde özellikle kişilikteki baskınlık, dışa dönüklük, sabır, kurallara uyum, objektif olabilme, inisiyatif alabilme gibi unsurlar değerlendiriliyor. Sonrasında bu başlıklar bazı büyük parantezler içine alınarak, birçok farklı kişilik tipi şeklinde adlandırılıyor.

İnsan kaynakları ve işe alımlar özelinde tartışma yaratan başlıklardan biri, bu testlerin bir ayrımcılık yaratıp yaratmadığı. ‘İşe bilgi ve beceri anlamında uygun değil’ dediğimiz bir adayın elinden, sadece ‘Bu testlerin sonucuna dayanarak olası bir iş fırsatını çalıyor muyuz?’ gibi etik çekinceler.

Bu testlerin manipüle edilip edilemeyeceği de ayrı bir tartışma başlığı. Bizim için önemli olan, bu tip testler sayesinde toplanan verilerin kalitesi ve tutarlılığı. Bir diğer önemli nokta ise, adayın kişilik analizinin yanında, ileride ekibinde yer alacağı yöneticisinin testini de analiz etmek ve bu iki kişi arasındaki uyumu görebilmek. Çünkü nihai hedef, iş yerinde doğru ve uyumlu çalışabilen takımlar oluşturabilmek.

Diğer yandan, ekibine bir takım arkadaşı dahil etmek isteyen yöneticinin de potansiyel adayda aradığı özelliklerin tam olarak neler olduğunu belirten ayrı bir testi de önden doldurması ve istenen niteliklerle adayın analizinin ne kadar örtüştüğünü görebilmesi de önem taşıyor.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur da, bu testlerde kişinin değişebilen ortam algısına göre, iş yerinde bazı kişilik özelliklerini nasıl törpülediği ya da değiştirmeye çalıştığı görebilmek.

Dış faktörleri, stresleri, iş tanımında yapılan değişiklikleri, yöneticilerin farklılaşan yönetim biçimleri gibi faktörleri de göz önünde bulundurarak, bu testlerden yüzde 100 doğru sonuçlar alamayacağımızı düşünüyorum.”

Wellness dünyası sürekli evriliyor ve her yıl yeni trendlerle karşılaşıyoruz. Önemli olan, bu trendlerin yaşam tarzınıza ve sağlık ihtiyaçlarınıza uygun olup olmadığını değerlendirmek… Unutmayın: En iyi wellness yaklaşımı, bedeninizin ve zihninizin ihtiyaçlarına kulak vermekten geçer.​..

Gülüm Dağlı
Gülüm Dağlı Tüm Yazıları